22 Nisan 2012 12:04

Güngör Gencay’a 60. yazarlık yılında veda ederken

Sevgili Güngör Gencay’la vedalaşamadan ayrıldık. Okmeydanı’nda bir parkta yerel bir kitap şenliğinde birlikteydik en son, güleç yüzü gözlerimin önünde. Hastalığını çok ciddiye almadım galiba. “Görüşmek için biraz daha iyi olmasını” bekledim. Gerçek Sanat Yayınlarının (ve dergis

Güngör Gencay’a 60. yazarlık yılında veda ederken
Paylaş
Sennur Sezer

Yıl başından hemen sonra ona bir mektup yazmıştım. Bir bölümünü hatırlatayım: “Seçkilerin ne kadar önemli olduğunu gençlerle konuşurken kavradım. Sevecekleri şair bulamadıklarını söyleyen gençlere seçkilere bir göz atmalarını söylerken. Özel konulara göre yapılmış seçkilerde sevecekleri şairleri bulmalarının daha kolay olduğunu sanıyordum. Ama onlara bu öğüdü verdikten sonra yaptığın seçkilere (Hayatı Dokuyanlara/ Emekçi Kadınlara Şiirler, 1 Mayıs/Birlik Mücadele ve Dayanışma Şiirleri, Şalterler İnince/Grev ve Direniş Şiirleri, Alevler İnsan Sesi, Zalim Titreme) şöyle bir göz atınca bu tür çalışmaların ne kadar zor olduğunu iyice kavradım. Senin için sanat bir gereksinim. TYS’nin Emek Edebiyat gecesinden önce yaptığın söyleşide bunu şöyle ifade etmişsin: “Sanatı ihtiyaç haline getiren de büyük ölçüde dış dünyadır. Elbet, benim yaşamıma da ihtiyaç olarak girdi. Uğraşımın meyvelerini somutlaştıran yazmayı ise, maddi getiri düşünmeyen çiçek yetiştiriciliğine benzetiyorum. Ektiğiniz tohumu, bin bir özenle yetiştirip büyüteceksiniz ve sonunda size yalnızca övüncü kalacak. En azından benim için öyle.”

Sanatın anlamını bir çırpıda özetleyebiliyorsun bu yüzden :

“Neye yarar ölmek,
Yaşamak neye?
Yürek kovanımızdan
Binlerce işçi arı
Uçuramadıktan sonra.”

Şiirlerini okumayanlar senin sanatı gereksinim sayışını, kuru bir anlatımının varlığına kanıt sayabilirler. Oysa şiirlerindeki imgeler fotoğraflar gibi bir görünüp bir kaybolurken sızar belleğimize. “Ayakları sıska, boyu kısacık/Saçları iki yandan örgülü” bir çocuğun sırtındaki teri yoklarken buluruz kendimizi. Yüzü al aldır. Oyundan gelmediğini biliriz. Hangi merdivenaltı atölyeden kopup gelir kim bilir yüreğimize. Yüzüne baktığımızda bize binlerce soru sorarak, cevaplarını sezdirerek. Ellerinden gözlerimizi kaçırıyoruz. Elleri yaşından büyük.

Yazdığın her şiirin haykırmak isteğinden doğmuş olmalı. Sivas yangınına verdiğin onca arkadaşının acısının dizelerine yansıması gibi: “Kiminin elinde kalem, elinde saz /Dilinde şiir ve türkü kiminin /Ama hepsinin yüreğinde Pir Sultan Abdal duruyor.” Bir körebe gibidir zaman. Ateşle karartılmaya çalışılan aydınlık. Yakılan insanların anıları güller gibi birbirine benzemez, kokuları ayrı, renkleri ayrı demetlerle düşer aklımıza. Seninle mırıldanmak kaçınılmazdır: “Temmuz bahçelerinde artık /Rüzgârlar ateşten esmeyecek /Gayretin beyhude mezarcı /Devrilen bir yangının kopup gelen sesinden /Binlerce aydınlık filizleniyor”.

(...)Dostluğun daha çok önem kazandığı günlerdeyiz. Sanatın büyük yatırımcıların ellerine devrolduğu, reklamın edebiyat değerlerinin önüne geçtiği bir dönemdir yaşadığımız. Yazarlık da yayıncılık da kahramanlık sayılabilir.

Bir ustura acısı düşüyor yüreğimize.

Bu ustura acısına, bir yaraya tuz basar gibi dost anılarını basmaktan başka yapılacak pek bir şey yok sanki. Bir tek şey var içimizin sızısını dindirecek, yan yana durmak, örgütlenmek.”
Güngör Gencay’ın bu öğütlere hiç ihtiyacı olmadı. Örgütlü yaşadı. Dost omuzlarında uğurlanacak sonsuzluğa.

Yakınları o kalabalıkta göremiyecekleri dostları için şunu bilsinler, hepimiz ona hakkımızı helal ettik. O da bize hakkını helal etsin.

ÖNCEKİ HABER

‘Bu Son Olsun’ bir 12 Eylül komedisi!

SONRAKİ HABER

Sağlıkta şiddet haberleri arttı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa