18 Nisan 2012 15:00

Fırat Demir: İncinen ruhumuza erişmeliyiz

İsmail Afacan

Niçin cüret etmeliyiz?
Öncelikle, acıyla bir olmanın hüzünlü cüreti bu. İnsanın var olma mücadelesinin, acısının içerisinde yazıyorum ben. “Başka hayatlara nasıl girerim, o insanları nasıl anlatabilirim, nasıl beraberce yaşayabiliriz” diye düşünerek yazıyorum. Özgürce yaşamamıza imkan verilmeyen bir ülkedeyiz. Poşi taktı diye arkadaşlarımız hapishanelere giriyor. Sivas davasında zaman aşımıyla zaman bile zalimin yanına geçiyor. İçinden geçtiğimiz zaman insanı affetmiyor. İnsanla barışık olmayan bir Türkiye var benim gözümde. Ülkemizde artık insanın incinen ruhuna erişmek bile başlı başına bir cüret. Gündelik hayattaki baskılar, zulümler, ikiyüzlülükler ve acımasızlıklar yüzümüze çarptıkça,  kendin olmaktan başka hiçbir şey kalmadığını anladığın an bir eşik beliriyor önünde. İşte o eşiği atlamak için, cüret göstermek gerekiyor.     

MASKE ESKAZA KALDIRILIRSA…

Şiirlerinizde geçmişle hesaplaşma ön plana çıkıyor. Peki geçmişten kopuş nasıl olmalı?
Benim geçmişle ilişkim; neden-sonuç ilişkilerinin çözümlenmesiyle, tarihle alakalı. Tarihin sorgulanması gerekir. Tarih ve dil, birbirini sürekli gözlüyor, taklit ediyor. Yazma sorumluluğunu, hele ki şiiri, geçerli kılabilmek için, tarih, savaşılması gereken bir alan bu yüzden. Kendi özgürlüğün ve orijinalliğin için öncelikle. Örneğin, Murathan Mungan, hiyerarşiye dair ilk cevabını, resmi dile karşı ilk restini, ilk şiir kitabı ‘Osmanlıya dair Hikâyat’ ile vermedi mi? İçinde yaşamaya çalıştığım bu ülkenin tarihine de bir de şiir aracılığıyla bakmak, benim için önemliydi. Aksi taktirde, kendimi bir yalancı, bir ortakçı, ehlileşmiş birisi gibi hissedecektim. Bir de, dildeki günahlar, toplumsal hayattaki günahlardan arınamamayı beraberinde getiriyor. Bu maske ezkaza kaldırılırsa, görülecek canavar, herkesi ürkütüyor. Senden önce var olan birini kabul etmek demek; dilini, kelimelerini günlük yaşantılarını değiştirmen demek.

Birbirinden kopuk bir sürü olay bir şiirin konusu olabiliyor. Bu durum postmodern söylemlerle besleniyor. Genç şairlerde bu durum olabildiğince fazla...
Yaşantının farklı yüzlerini anlatmaya çalışıyorum. Etmenleri bir araya katarak yazmaya çalışıyorum. Türkü etkilediği kadar, punk müzik de etkiledi beni. Kürt mücadelesi etkilediği kadar, cinsel kimlik arayışları da etkiledi. Antropoloji de, tarih de etkiledi. Bu ister istemez çok kanallılık sağlıyor. Şiiri aynı kanaldan ilerlettiğinde kendi iktidarını kurmuş olursun. Bir birini etkileyecek birbirini yabancılaşacak şeyleri bir araya getirmelisin ki tavrın daha net olsun.

Metropol yaklaşımı mı bu?
Metropol yaklaşımı değil, hiç değil. Açık konuşmak gerekirse, bu soru, bir tür metropol anlayışını mimliyor. Bir şair olarak kendini kaybediş, benim için bir anda olup bitecek bir şey değil. Daha acılara girip çıkmam, duyumsamam gerek. Demek istediğim; bu şiirleri bir manada “erken yaşlarda” yazdığım için, hayata dair aldığım ilk yaralar, korunmasız olan “ben”e, hızla ve iz bıraka bıraka çarptı. Haliyle, içinde büyüdüğüm şartlar, bir özgürlük arayışı olarak nitelendirdiğim ilk kitabımın temelini oluşturdu. (İstanbul/EVRENSEL)


KENDİMİ HÂLÂ TOPRAĞIN ÜZERİNDE HİSSEDİYORUM

‘Bir Anadolu Göçü’ ve ‘Ne Mutlu’ dikkat çeken şiirler. Bu şiirlerinde neler anlatmak istedin?
“Bir Anadolu Göçü” şiirinde kendi yolcuğumu anlatmak istedim. Zamana dair anlatılan şeyler şimdiki zamanın kiri pası. Şiir yazan bir kişi şimdiki zamanın diliyle yetinirse şimdinin kölesi olur. Yaşanılan zamanın ilerisini ve gerisini görebilmek önemli. İnsanların ortak acısını ortak olabilmek. Göçten kastım biraz da kendi özüme, insanın özüne dönebilmek. Sonuçta, “Yeni Cüret Çağı”, benim acıyla ilk karşılaşmamın şiirleri. Kendimi hâlâ toprağın üzerinde hissediyorum bu şiirlerde. Belki şiirler beni kontrol ediyor. Ama ‘Bir Anadolu Göçü’, biraz da kaderimi tayin ediyor.

Evrensel'i Takip Et