16 Nisan 2012 12:32

KESK yol ayrımında; Ya mücadele örgütü ya da muhalefet!

KESK iki hafta önce Danışma Meclisini olağanüstü topladı. KESK’in itiraz-grev ve Ankara ‘eylemlerine’ rağmen kademeli-piyasacı eğitim ve sahte-yandaş sendika yasalarının Meclisten geçmesi ve başta 657 olmak üzere kararnamelerle hükümetin yaz dönemine dair planlarına karşı nasıl hazırlanacağımız-ne yapacağımız soru

KESK yol ayrımında; Ya mücadele örgütü ya da muhalefet!
Paylaş
İlhan Karakurt

Ancak, KESK yönetiminin hazırlık(sız) rapor(l)u sunmadan başlamış olması ve en yüksek karar organı olan ‘meclis’ üyelerinin çoğunun yer almaması ve 439 kişiden oluşan Danışma Meclisinden ilk gün 193, ikinci gün ise 150 kişinin katılması, bu toplantının ‘olağanüstü’ özelliği ve önemine gölge düşürdü. Bu ‘temel’ eksikliğin zaman darlığı ve teknik bir gerekçeyle açıklanması ise olağanüstü toplantıdan beklentilerin de ‘farklı’ olduğuna işaret ediyordu.
Öyle de oldu. Şubeler, AKP Hükümeti’nin toplumsal alan ve doğrudan sendikal yapımıza dönük saldırılarına karşı gerçekleştirilen iş bırakma ve Ankara eylemlerinin karar alınış biçimi, hazırlık, yürütülmesi ve ortaya çıkan olumsuz sonuçlarına dair eleştirilerini sorumluluk duygusuyla ve yapıcı bir biçimde ifade ederek, KESK’in içinde bulunduğu aktif sendikacı-pasif üye ilişkisinden çıkıp, işyeri ve alan çalışması ile tabanın söz ve karar sahibi olmasını ve başta  sendikasızlar olmak üzere, yandaş ve devlet güdümlü sendikalara kaptırdığımız, ancak doğal üyemiz olarak gördüğümüz 2.5 milyon kamu emekçisini kazanmayı hedefleyen bir çalışma ve sorumluluk üzerinden emek ve demokrasi mücadelesinde üzerine düşen rolünü yerine getirmesini istediler.
KESK yönetimi ise şubelerden gelen bu yakıcı ve yapıcı eleştirileri; önce hatalar, eksiklikler ve zaaflarımız olmuştur diyerek mevcut olumsuzlukları kabul etmiş, ancak bu hata-eksiklik-bütünleştirememe ve yönetme zaaflarının neler olduğu, hangi anlayışın ve tarzın bir sonucu olarak ortaya çıktığı ve nasıl giderileceği konusunun üzerinden atlayarak, geçmişi bir kenara bırakıp ‘Önümüzdeki maça bakalım’ tavrını sergilemiştir. Daha sonra ise, eleştirileri savuşturmak ve boşa düşürmek için Ankara da yaşananlara ‘kahramanlık’ (Bertolt Brecht’in okumuş bir işçi soruyor şirine bakın) payesi verilmiş ve ‘KESK’i sevelim, KESK’i  koruyalım, bu KESK hepimizindir, başka KESK yok, eleştirilerimizle KESK’e zarar vermeyelim’ diyerek, KESK’i  müdafaa(!) hattını seçtiler.
Ve ‘olağanüstü’ bir toplantı böyle bitmedi! KESK’e verilebilecek en büyük zararın önüne geçebilmek ve KESK’i yeniden kamu emekçilerinin umudu haline getirebilmek için eleştiri ve önerilerini KESK’e sahip çıkan bir sorumlulukla ifade edenler de vardı.
Her ne kadar yönetim “her şey normal”, “KESK’te bir sorun yoktur” dese de
KESK’te bir değil, birden çok sorunun olduğu açıktır. Ve bu sorunlar sadece Ankara eylemiyle ortaya çıkmamıştır. Bu sorunlar kuruluşuyla birlikte varolan ve en son kongrelerde en uç haliyle yaşanan sendikal anlayışla ilgili ve yapısal sorunlardır. En son eleştirilere konu olan gelişmeler ise elbette bir sonuçtur.
“KESK’te yaşanan sorunlar nelerdir?​” konusuna iki soruyla açıklık getirmek yerinde olacaktır.
1- KESK, kuruluş amacına denk düşen, doğal üyelerinin çıkarını esas alan, işyerleriyle kopmaz bağlara sahip olan ve kamu emekçileri için bir birlik, dayanışma, mücadele ve hak alma örgütü olarak mı varlığını sürdürecek?
2- Yoksa; doğal üyeleri ve işyerleri ile olan bağlarını kopararak siyasi fraksiyonların baş aktör olarak yer aldıkları dar bir muhalefet odağı olma ihtiyaçlarına cevap veren bir pozisyonuna mı düşecek?
İşte, KESK’in yaşadığı sorunların yanında; çözümü ve geleceğinin ne olacağı da bu soruya verilecek yanıta ve alınacak tutuma bağlı olarak şekillenecektir.
Devrimci bir KESK’ inşa etmek adına sendikalarımızı, içerisinde sadece devrimcilerin yer aldığı bir muhalefet odağına dönüştürmek arzusunda olanların KESK’i götürecekleri yer, işyeri ve üyeleri ile bağlarını koparmış, sendikal demokrasinin rafa kaldırıldığı, üyelerine güvenmeyen, tabanın yerine, öncü ama aynı zamanda birbirleri ile kıyasıya rekabet eden  kadroların, varlık nedeni olarak kendi fraksiyonlarının ihtiyaçlarını ve iktidarını esas alan ve  bu temelde Osmanlı’da olduğu gibi ‘kardeş katli’nin vacip olduğu ve saray entrikalarının  mubah sayıldığı, kendi içerisinde sürekli çatışan bir örgüt olarak, kamu emekçileri nezdinde güç ve etkisini yitirmiş ve sermayenin saldırıları karşısında üyelerini ve kendisini koruyamayan ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir KESK olur! İşte; kim ne derse desin, mevcut pozisyonunu hangi kavramlarla süslerse süslesin, KESK’e verilecek en büyük zarar da bu olacaktır!
Emek hareketi ise, yukarıdaki sorulardan birincisini esas almakta ve KESK içerisinde  bunun gereklerini yerine getirmeyi varlık nedeni olarak gören bir anlayışı temsil etmekte ve bu temelde mücadelenin sürdürülmesi için çalışmaktadır. Bu anlayışla yürütülen sendikal mücadeleden, başta kamu emekçileri olmak üzere, onların mücadele ve hak olma örgütü olarak KESK, emek, demokrasi, barış güçleri ve bağımsız, demokratik Türkiye isteyenler kazanacaktır. Yandaş ve devlet güdümlü sendikalar ve hükümetleri ise kamu emekçileri içerisinde güç ve itibar kaybına uğrayacaklardır.

*Tüm Bel-Sen Antalya Şube Başkanı

ÖNCEKİ HABER

Akdeniz’de kaybeden halk olmayacak

SONRAKİ HABER

İşçiler sendikalı olsa da olmasa da birleşmelidir

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa