09 Nisan 2012 07:18

Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulsun!

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) tarafından gerçekleştirilen ‘Faili Meçhuller ve Kayıplar’ konulu çalıştayın ardından yayınlanan sonuç bildirgesinde barış için müzakerelerin yeniden başlatılması ve bir hakikatleri araştırma komisyonu kurulması talepleri öne çıktı.DTK tarafından Diyarbakır’daki Sü

Hakikat ve Adalet Komisyonu kurulsun!
Paylaş

DTK tarafından Diyarbakır’daki Sümerpark Resepsiyon Salonu’nda düzenlenen ve çok sayıda gazeteci, yazar ve akademisyenin yanı sıra kayıp yakınları, sendika, siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin katıldığı ‘Faili Meçhuller ve Kayıplar’ konulu çalıştay önceki gün sona erdi. Çalıştayın ardından hazırlanan sonuç bildirgesinde, kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanması ve Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için taraflar arasında müzakerelerin yeniden başlatılması gerektiği vurgulandı. Çalıştayda, Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun biran önce kurulması gerektiği belirtildi.

TÜRKİYE BU GERÇEKLE YÜZLEŞMELİ

‘Faili Meçhuller ve Kayıplar Gerçeği’, ‘Mağdurların Adalete Erişimlerinin Önündeki Engeller’, ‘İdari, Siyasi ve Sosyal Sorumluluk’ başlıklı sunumların yapıldığı çalıştayın sonuç bildirgesi Türkiye İnsan Hakları Vakfı adına çalıştaya katılan Coşkun İşlerci tarafından açıklandı. Çalıştayda ortaklaşılan düşüncenin, ‘Türkiye’nin 1915 Ermeni-Süryani kırımıyla başlayıp, Kürtlere, farklı dinsel ve mezhepsel gruplara yönelen katliam ve askeri darbe süreçlerinde yaşanan ağır ihlallerin günümüze kadar büyük altüst oluşlara ve toplumsal travmalara maruz kaldığı gerçeği’ olduğunu dile getiren İşlerci, Travmatik tarihin son 30 yılda Kürt sorunu nedeniyle yaşanan silahlı çatışmalı ortamdan kaynaklı karmaşık hale geldiğini belirtti. 90’lı yılların başının kritik bir eşik oluşturduğuna vurgu yapan İşlerci, “Evrensel hukuk açısından da insanlığa karşı suç olarak tanımlanan kayıplar, Türkiye’nin er ya da geç mutlaka yüzleşmesi gereken gerçeğidir” dedi.

‘DEVLETİN YOK ETME GÜCÜ, HAKİKATE ERİŞİMİ ENGELLEDİ’

Hakikatin açığa çıkarılması, ağır hak ihlaller ile yüzleşilmesi, faillerin cezalandırılması ve bunların sonucunda yaraların sarılarak mağdurun yanı sıra toplumun kendini onarabilmesi için adalete erişimin önündeki her türlü engelin kaldırılması gerektiğini dile getiren İşlerci, “Bu engellerin başında öncelikle kayıp ve faili meçhul cinayetler yoluyla devletin muazzam yok etme gücünün-şiddetinin toplumda yarattığı korku gelmektedir. Devletin kayıpları yok sayması ve inkâr etmesi özellikle kayıp yakınlarının üzerinde bir belirsizliğe yol açmaktadır. Bu belirsizlik halinin beraberinde yarattığı korku ve güvensizlik, yine kayıp yakınlarının adalete erişimine engel oluşturmaktadır. Kalıcı çatışmasızlık ortamının sağlanması ve Kürt meselesinin demokratik ve barışçı çözümü için taraflar arasında müzakerelerin yeniden başlatılmalıdır” dedi.

‘Hakikat ve Adalet Komisyonu’nun kurulması gerektiği belirtilen sonuç bildirgesinde şu maddelere yer verildi: *  BM Kayıplar Sözleşmesi hiçbir çekince koyulmadan derhal kabul edilmelidir. Sözleşmenin gereklerini yerine getirilerek, sözleşmede belirtilen komitenin yetkileri tanınmalıdır. * Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) taraf olunmalı ve UCM’nin yargı yetkisi tanınmalıdır. * Silahlı çatışma hukukunda uygulanan Cenevre Sözleşmeleri ek protokolleri onaylanmalıdır. * İşkence ve kötü muamele, faili meçhul cinayetler ve kaybetme gibi yaşam hakkı ihlallerinde ‘zamanaşımı’ uygulanmamalı, bu konudaki AİHM kararlarına uyulmalı ve mevcut yasalardaki bu konularla ilgili zamanaşımı hükümleri kaldırılmalıdır. * TBMM’de bu tür yaşam hakkı ihlallerini araştırmak üzere ‘araştırma komisyonu’ oluşturulmalıdır. * Toplu mezarların açılması işlemlerinde BM tarafından kabul edilmiş olan Minnesota Otopsi Protokolü uygulanmalı, çalışmalarda bağımsız uzmanların yer alması ve denetime açık olması sağlanmalıdır. * Toplu mezar açma ve kanıt toplama, kimliklendirme gibi bütün süreçler başta kayıp yakınları ve insan hakları örgütleri olmak üzere ilgili kişi ve kurumların denetim ve gözetimine açık olmalıdır. * Toplumsal belleğin belirsizlikten kurtulması için faili meçhuller ve kayıplar konusunda çalışma yürüten ve arşive sahip olan STK’lar arşivlerini herkese açmalı, ortak çalışma ve mücadele yürütmenin koşullarını oluşturmalıdır. * Başta Adalet ve İçişleri bakanlıkları olmak üzere ilgili devlet birimleri kayıplar ve faili meçhul cinayetler hakkında sağlıklı veri ve bilgi akışı sağlamalı ve arşivlerini kamuoyuyla paylaşmalıdır. * Toplumunun her bakımdan hapsolduğu travmatik süreçlerle baş edebilmesi için ‘Gerçek/Hakikat Hakkı’, ‘Adalete Ulaşım’ ve ‘Onarım Programları’ gibi alt başlıklardan oluşabilecek bütünlüklü programlar oluşturulmalıdır. (DİYARBAKIR)


56 MARŞ EZBERLETTİLER, UYURKEN BİLE TEKRARLIYORDUM

Çalıştayın açış konuşmasını yapan DTK Eş Başkanı Ahmet Türk, “Demokratik bir Türkiye istiyorsak, halkların kardeşliğini, gerçeklerin ortaya çıkmasını ve geçmişle yüzleşmek istiyorsak, önce Kürt coğrafyasında yaşanan acılar ve katliamlar ortaya çıkarılmalı” dedi.

Konuşmasında 12 Eylül’e özel vurgu yapan Ahmet Türk, 12 Eylül döneminin Kürtler için bir felaket dönemi olduğunu belirterek, “1980’de Diyarbakır zindanlarında yaşanan vahşetin tanığıyım. O manzarayı asla belleğimizden silemedik. Öyle bir korku yaratmışlardı ki; Diyarbakır zindanında ben şahsen 56 marş ezberlemiştim. Tahliye olduktan sonra köyüme döndüğümde gece yatağımda uyurken o marşları tekrarlıyordum, unutmamaya çalışıyordum” dedi.

‘KÜRTLER POTANSİYEL TEHLİKE GÖRÜLDÜ’

“Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar büyük acılar yaşandı. Olağanüstü dönemlerde bu acıların faturası devrimcilere, emekçilere ve önce Kürtlere çıkarıldı. Çünkü Kürtler Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar devletin gözünde potansiyel bir tehlike olarak kabul edilmiştir” diyen Türk, “Her zaman tartışmalar yoğunlaştığında Kürtleri sindirerek, susturarak ve cezalandırarak ancak ayakta kalabileceklerini düşünmüşlerdir. Bugüne geldiğimizde yine aynı şeyi görüyoruz. Milliyetçi dalganın kabardığı yahut iktidarların tartışıldığı her dönemde fatura Kürtlere çıkarılmıştır” şeklinde konuştu.

‘YARABBİ CANIMIZI AL DA KURTULALIM’

Türk, 1980 darbesi ile başlayan sürecin Kürtler için felaket dönemi olduğunu söyleyerek, “O dönemi yaşayanlardan biriyim. 1980’de Diyarbakır zindanlarında o vahşetin tanığıyım, o vahşeti izleyen gören ve o dönemin sanığıyım. O dönemlerde, insanların o zindanlardan sağ çıkabileceğini hiç kimse düşünemiyordu. Bazen ‘Yarabbi canımızı al da bu işkenceden, bu zulümden kurtulalım’ diyorduk. Yanı başımızda kalaslarla, coplarla yaşamını yitiren bir çok insanımızın cesetleri ile karşılaştık, tanıklık ettik. O manzarayı asla belleğimizden, zihnimizden silemedik. 12 Eylül’de Diyarbakır zindanlarından tahliye olduktan sonra, öyle bir sistem öyle bir korku yaratılmıştı ki, ben şahsen 56 marş ezberlemiştim. Tahliye olduktan sonra kendi köyüme döndüğümde gece yatağımda uyurken o marşları tekrarlıyordum unutmayayım diye. Unutursam, gidersem yine aynı işkencelerle zulümle karşılaşırım diye. Geceleri bazen uyuyamadan tekrar tekrar okuyordum. Unutmamaya çalışıyordum” dedi.

‘ZULÜM POLİTİKASI BUGÜN DE SÜRÜYOR’

Zulüm politikalarının Kürtlerin özgürlük mücadelesinin büyümesine, gelişmesine de neden olduğunu belirten Türk, sözlerini şöyle sürdürdü: “Kürtler’de bir halk olmanın, ulus olmanın bilincini geliştirdi. Ancak bu geliştikçe devletin politikası 12 Eylül dönemi ile sınırlı kalmadı. Bu politika bugüne kadar sürdürülmekte. Kürtleri sindirmeye çalışan bir siyasetin hâlâ yürütüldüğünü görmekteyiz. Bir tarafta Ergenekonlar ile ilgili davalar açılırken, bir tarafta demokrasiden söz edilirken, bir tarafta binlerce Kürt siyasetçisi, gazeteci, hukukçu yine zindanlarda. Kürtler, geçmişte ölümle katliamlarla tehdit edilirken, bugün zindanlara atarak, susturarak yürütülen bir politikanın farklı bir versiyonu olarak önümüzde duruyor. Eğer gerçekten demokratik bir Türkiye’yi düşünüyorsak, istiyorsak şeffaflaşmayı düşünüyorsak, halkların kardeşliğini düşünüyorsak ve geçmişle yüzleşmek istiyorsak, bugün Kürt coğrafyasında yaşanan acıların katliamların ortaya çıkarılması gerekir.”

‘TARİHLE YÜZLEŞİRSEK NEFRET AZALIR’

1915’lerde bir katliam süreci başladığını belirten Türk, “Ermeni katliamını biliyoruz. Bugün Ermeni katliamından Şeyh Said isyanına, Dersim’deki katliam ve son dönemlerdeki Kürt halkının genel olarak hedef alındığı, katledildiği dönemlere baktığımızda, bugün bile yapılan çalışmalarda, 224 tane toplu mezarın ortaya çıkarıldığını biliyoruz. Bu toplu mezarlarda 3 bin 58 insanın tespit edildiğini biliyoruz. Ancak bunu hükümetin, devletin demokratik bir adımı olarak değerlendirmemek lazım. Halkımızın, sivil toplum örgütlerimizin, vicdan sahibi insanların duyarlılığı sonucunda ortaya çıkmış bir görüntü, manzara ve tespittir. Eğer tarihle yüzleşebilirsek, gerçekleri ortaya çıkarabilirsek, halklar arasındaki kin, nefret azalır. Eğer Türk halkı bugün Kürdistan coğrafyasında yaşanan olayları görebilmiş olsaydı, anlayabilmiş olsaydı, bu yaşananlar doğru bir şekilde aktarılmış olsaydı, bugün farklı bir bakışa, farklı bir bilince sahip olurdu. Ben buna yürekten inanıyorum” dedi.

ÖNCEKİ HABER

Tüzel, avukatlara artan baskıları Meclis’e taşıdı

SONRAKİ HABER

Avrupa Türkiye’deki ihlallere seyirci

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa