05 Nisan 2012 08:23

Eğitimde taşeronlaşma: “dershaneler”

Dershanede çalışan genç bir eğitim işçisi olarak sizlerle düşüncelerimi paylaşmak istedim. Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olduğumda önümde fazla bir seçenek olmadığından dershanelerde çalışmaya başladım. Başbakan: “Üniversiteyi bitiren herkes iş bulacak diye bir şey yok!” demi

Eğitimde taşeronlaşma: “dershaneler”
Paylaş
Mahmut Yıldırım

Bizler dershanelerde çalışırken birçok sıkıntı yaşıyoruz. Düşük ücretle çalışıyoruz. Birçok arkadaşımız çeşitli bahaneler ileri sürülerek işten çıkarıldı. Sigortalarımız, söz verildiği takdirde 3-4 ay geç yatırıldı. Maaşlarımızı genellikle vaktinde alırdık ama bu ay zamanında alamadığımız için kira ve fatura ödemelerimiz gecikti. Ülkemiz bir “dershane cenneti” (Resmi verilere göre dershane sayısı, lise sayısından fazla.) olduğu için her dershanede farklı sıkıntılar yaşanıyor. Diğer dershanelerde çalışan arkadaşlarımızın “maaşlarını alamama veya eksik alma” gibi sorunlarla karşılaştığını sürekli duyuyoruz.

3 SAAT VE ÖĞRENCİLER

Kendi şahsımda üniversite mezunlarının durumuna değindim; fakat yazıyı kaleme alırken amacım; liselere, üniversitelere ve devlet memurluğuna hazırlanan öğrencilerin yaşamlarına, okul ve dershane durumlarına ilişkin gözlemlerimden bahsetmekti.

Devlet okulunda kısa bir dönem ücretli öğretmen statüsünde, toplamda da 3 yıldır dershanelerde çalışan bir genç olarak SBS, ÖSS (YGS-LYS) DGS ve KPSS gibi sınavlara hazırlanan birçok öğrencim oldu. Öğrencilerimin, sınavlara hazırlanırken yaşadıkları strese çok defa tanık oldum. Hayatlarımızın 3 saatlik sınavlara sığdırılmak istendiği bu sistemde öğrenciler, kişiliklerini, dostluklarını ve sağlıklarını kaybediyor. Yani, çocuklukları ve gençlikleri çalınıyor.

Aynı sırada oturduğu arkadaşıyla ister istemez rakip olan öğrenci, arkadaşının “başarısızlığına” sevinebilmektedir. Hayata bakış açıları, “rekabet etmek, para ve mevkii kazanmak, güçsüz olanı ezmek” şeklinde dönüştürülen pırıl pırıl öğrenciler, paylaşmak adına, üretmek adına, bilim-kültür-sanat adına hiçbir şey kazanamamaktadır. Anne-babaların nice zorlukla kazandıkları paraları dershanelere ve kolejlere akıttığı bu “kan emici eğitim-öğretim sistemi” nde 10-25 yaş arası tüm öğrencilerin ve mezun gençlerin beden ve ruh sağlığı da tehlike altında. Hafta içi okul, hafta sonu dershane derken vücutlarını ve zihinlerini dinlendiremeyen öğrenciler, bazen ciddi sağlık sorunları yaşamaktadır. Ellerinde, yüzlerinde yaralar oluşanlardan ders çalışırken stres olup tırnağını yiyenlere kadar çok çeşitli durumlarla karşılaşabiliyoruz. Ayrıca hem zaman bulamamaktan hem bütün parasını dershane ve okul ücretlerine yatırdıkları için sosyal aktivitelerden uzak kalmaları da sorun’un önemli bir tarafını teşkil etmektedir. Sınavı kazanamama veya kazandıktan sonra iş bulamama korkusu da - hatta gerçekliği- stresin belli başlı nedenleri arasında sayılabilir. Tabii bu olumsuzluklar tek taraflı değil; aynı stresi, maddi ve manevi olumsuzlukları, öğrenci velileri de ciddi şekilde yaşıyor.

Başbakanın geçtiğimiz hafta dile getirdiği “dershanelerin ve YGS’ nin kaldırılacağı” açıklaması ise şu anki durumdan farklı bir durum ortaya çıkarmamaktadır. Dershane patronlarının kolej patronu olmasını sağlayacak bir adımdır. Eğitimin özelleştirilmesini hızlandırmak amaçlı kurgulandığı muhakkak. Bizler dershanede çalışan öğretmenler olarak (Birçok arkadaşımın ve dershane öğrencisinin de aynı şeyi düşündüğüne eminim.) kamusal, parasız, eşit, bilimsel ve demokratik bir eğitimden yanayız.

“4+4+4” MESELESİ, LAİSİZM VE ANADİL EĞİTİMİ

Her yıl eğitim sisteminde yapılan değişikliklerle içinden çıkılmaz hale gelen “eğitim sistemsizliğimiz”, şimdi de 4+4+4 denen “ucube” bir yasayla prangalanmak isteniyor. Bu yasayla kız çocuklarının “erken yaşta kocaya gitmesi veya ev hanımı olması”, erkek öğrencilerin ise “organize sanayilerde ucuz iş gücü” olarak kullanılmasının adımları atılıyor. Piyasacı (noeliberal-sömürücü piyasaya uygun olan) gerici bir eğitim anlayışı hakim kılınmak isteniyor. Eğitimde “Bologna kriterleri” olarak nitelenen zehirli ağacın, meyve vermeye başlamasıdır yaşananlar. Yasanın diğer amaçlarından birisi de: İmam Hatip Liselerinin orta bölümünü yeniden açarak “dindar nesil yetiştirme” amacına uygun adımları atmaktır. Kuşkusuz bu başbakan, Anadolu’ da yaşayan insanların inanışının, ibadetinin noksan olduğunu tespit etmiş olmalı; dinin elden gittiğinden korkup hemen paçaları sıvayarak işe koyulmuş. Başbakanın bu çıkışları, Orta Çağ Avrupasında Reform (Kilisede Reform Harekatı) Hareketleri’nin çıkmasını sağlayan koşullarla eş değerdir. 15. ve 16. yüzyıllarda bu sebepler arasında;

* Kilisenin elindeki yetkileri kullanarak halkı sömürmesi.

* Kilisenin para karşılığı “endülüjans” denilen ve günahların affedildiğini belirten kağıtlar dağıtması gibi durumlar yer almaktaydı. Başbakan da halkın dinine, ibadetine, duasına müdahale etmeye başladı diyebiliriz. Bizde de Martin Luther’lerin ortaya çıkıp “Tanrıyla kul arasına kimsenin giremeyeceğini” söylemesinin vakti gelmiştir.

Diğer bir mesele: Alevi vatandaşların talep ettiği “eşit yurttaşlık hakkı” nın bir parçası olan “din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması” gerekliliğidir. Anayasada kendisini “laik” diye tanımlayan bir devletin eğitim sisteminde din dersinin zorunlu olması akla uygun değildir. AİHM, bu konuda Türkiye’yi mahkum etmesine karşın hükümet bu konuyu çözmek için hiçbir adım atmamaktadır.

Kendisini her fırsatta eşitlikçi, demokrat olarak tanımlayan bir devletin (Devletleşen bir hükümetle karşı karşıya olduğumuz için bu konuların muhatabı AKP hükümetidir.) Kürt halkının anadil talebini duymazdan gelmesi de kabul edilemez. Anadilde eğitim bir çocuğun en doğal hakkıdır. Şunu biliyoruz ki çocuklar, rüyalarını anadillerinde görürler. Eğitimini de kendi dilinde alabilmelidir. Anadil; su gibi, ekmek gibi, soğuk bir kış günü sıcak bir çatının altında yaşamak gibi, anne sütü gibi…

BOZUK DÜZENE KARŞI GENÇLİĞİN TALEPLERİ

AKP hükümetinin eğitimde getirmiş olduğu sistem emperyalist-kapitalist düzenin güçlenerek devamlılığını sağlamak amaçlı adımların atılmasıdır. Geçtiğimiz haftalarda İstanbul-Kartal’ da kaymakamlığın bir liseye 500 adet gönderdiği kitapta Ermenilerle ilgili ayrımcı ifadelerin bulunması, eğitimde ırkçılığın körüklenmeye çalışıldığının göstergesidir.

İşsizliğin yok edildiği, herkesin yeteneklerine uygun işlerde çalıştığı, yaşamını insanca devam ettirebileceği bir ücret aldığı, işçilerin iş kazalarında ölmediği, sigortalı çalışabildiği, üniversite mezunlarının ve insanca yaşamak isteyen herkesin işinin olduğu, çocukların ve gençlerin; yeteneklerine göre parasız, bilimsel, eşit ve anadilde eğitim alabildiği, liseye ve üniversiteye sınavsız girebileceği, 30 yıldır süren savaşın barışla bitirildiği, gençlerin ölmediği, silahlanmaya ayrılan paraların eğitime ve sağlığa ayrıldığı, dolayısıyla ücretsiz sağlık hakkımızın da sağlandığı bir ülke istiyoruz. Bu, ütopya değil!

İşçi, işsiz genç arkadaşlarımla, öğrencilerle, öğretmen arkadaşlarımızla ve öğrenci velileriyle bu sisteme karşı bilinçlenerek, dayanışarak, her alanda örgütlenerek bozuk düzenin çarkına çomak sokmak için mücadele etmeliyiz. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok! Ama kazanacağımız koca bir özgürlük…

ÖNCEKİ HABER

Tersanede patlama: 2 ölü 7 yaralı

SONRAKİ HABER

Susmak geleceksizliğe, karanlığa taraf olmaktır!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...