16 Ağustos 2015 09:52

ABD, dersini aldı mı?

14 Ağustos’ta ABD, Küba’yla diplomatik ilişkilerini bir kez daha resmi hale getirdi. Yine de ‘60’lardan bu yana var olan ekonomik ve ticari kısıtlamaların çoğu varlığını koruyor. Umarız bu yakın gelecekte değişir.

ABD, dersini aldı mı?

Nelson VALDES

1898’den önce Küba, devleti olmayan bir ulustu. Sömürge statüsündeydi ama aynı zamanda gelişen bir ulusal kültürü, kimliği; gün ışığına çıkan bir yurttaşlık bilinci ve tarihi vardı. Egemenliği İspanya İmparatorluğu’nun elindeydi. Ülke henüz toplumsal olarak birbirine bağlanmamıştı. Kölelik, 1886’ya kadar korundu. Bu dönemde ulusal bağımsızlık için mücadele köleliğe karşı mücadeleyle çakıştı. Dahası, ulusal kimliğe dair tüm duygu ve semboller, İspanya sömürge rejimine karşı mücadelede ortaya çıktığı için tüm Kübalılar, birinci jenerasyon Kübalıydı.
1898-1934 arasında Küba’nın yasal kurumları ve siyasi/idari yönetimi tamamen ABD tarafından belirleniyordu. Bu neo-kolonyal sistem altında ABD, adayı işgali altında tuttuğu 1898-1902 arası birkaç askeri üsse ve anayasal ayrıcalığa sahip oldu.
Bu dönemde Küba, sınırları belli topraklara, devlete ve hükümete sahipti. Ancak devletin “Platt Kanun Değişikliği” olarak bilinen yasa sebebiyle kendi kararlarını verebilecek gücü yoktu ve tüm resmi ekonomik, siyasi, kültürel kontrol ABD’deydi. Bu kolonyal bir kontroldü ve Küba’nın İspanya sömürgesiyken maruz kaldığından daha farklıydı. Çünkü bugün Porto Riko’nun Commonwealth İngiliz Milletler Topluluğu içerisindeki statüsüne benzer olarak ülkenin biçimsel bir özerkliği vardı. Kısacası Küba’da bağımsız bir temsilciye en yakın konumda olan şey ABD elçisiydi.
1934-1959 arasında Küba, sınırlı bir egemenliğe sahip bir ulus devlet oldu. Franklin Delano Roosevelt döneminde,  2. Küba Cumhuriyeti Platt Yasa Değişikliğini ABD’nin rızasıyla lağvetti ve böylece resmi ABD kontrolü sona erdi. Bu değişiklikler Küba’yı yarı-bağımsız modern bir cumhuriyete çevirdi ancak ABD, Küba siyasi eliti ve ordusu üzerindeki direkt kontrolünü sürdürdü. Küba’ya doğru endirekt bir etki de ticari ilişkiler, okullar, sosyal kulüpler, ordu entegrasyonu ve modern reklamcılık teknikleri, bilim, teknoloji, kültürel ürünlerle yaşandı.
ABD, Küba’nın kendi kaderini tayin hakkını sınırladı. İşin tuhafı, ‘Yeni Düzen’in Keynezyen ekonomiyi benimsemeye başladığı bu dönemle çakışan periyotta Küba devleti, Küba’nın çok da bağımsız olmayan iç pazarının işleyişine sıklıkla müdahale etti. ABD, ekonomik kontrolü, 1934’teki Jones Costigan Yasası sayesinde koyduğu şeker kota sistemi üzerinden sağladı. Tüm bunlar neo-kolonyal anlaşmaları koruyan yerel siyasi ve askeri figürler sayesinde oldu.
1959’dan beri Küba ulusu, bağımsız bir devlete ve dışarıdan kontrol edilmeyen bir hükümete sahip. Ancak ABD’nin, ekonomik ambargo, kitlesel propaganda, iç muhalefetin ve Miami odaklı dış muhalefetin desteklenmesi gibi birçok yöntemi sayesinde ulusal bağımsızlık beraberinde büyük bir yükle geldi. Böylece Küba, en büyük komşusuyla anormal ilişkiler içerisinde olan egemen bir ulus olageldi. Bu, ABD’nin gerçekten bağımsız olmak isteyen küçük bir ülkeye ödettiği diyetti.
Kübalıların ulusal egemenliği, siyaset, ekonomi, kültür ve dış politikada kendi kaderlerini tayin edebilmeleri anlamına geliyordu. Ulusal ölçekli politikalar geleneksel yöntemlerden kopuşa ve toplumsal, ekonomik, siyasi, kültürel bir devrime, dış ilişkilerde bağımsızlığa işaret ediyordu.
ABD hükümeti ve toplumunun genelinde Küba’nın ulusal bağımsızlığı yerleştirmesi Anti-Amerikancılıkla eşitlendi. Ama devrimci hareket aslında anti-Amerikan değildi, ABD’nin kendi üzerindeki neo-kolonyal hakimiyetine karşıydı. Sömürgeci bir güç olarak ABD, Küba’nın kendi kaderini tayin hakkını, Küba’daki çıkarlarına bir tehdit olarak gördü.
Küba devrimi, dünyanın az gelişmiş ülkeleri ve halklarıyla dayanışmasından türettiği özgün ulusal ideolojik konseptlerle birleşik, merkezi bir hükümete ve devlet kurumlarına sahip yeni bir ulus inşa etmeye çalıştı.
Ulus inşası, Kübalılar tarafından kararların etkin bir halk ve örgütlü gruplar aracılığıyla verildiği toplumsal, siyasi, ekonomik ve kültürel bir süreç olarak anlaşıldı. Bir dekolonizasyon-hayati aygıtları yabancıların elinden alma- sürecini içerdi. Öte yanda ABD ise dekolonizasyonu ya da millileştirmeyi komünizmle eşdeğer tuttu.

EKONOMİK VE SİYASİ ANLAMDA KÜBA YURTSEVERLİĞİ
Ekonomik anlamda Küba yurtseverliği, ana kaynaklara Kübalıların ve devletin hakim olduğu bir ekonomi yaratma anlamına geliyordu. Bu üretim araçlarının millileştirilmesi demekti. Millileştirme, adaya yönelik yabancı yatırımları etkiledi. Bu, üretim araçları Kübalı kapitalistlere transfer edildiğinde dahi ABD tarafından kapitalizme yönelik bir saldırı olarak görüldü.
Siyasi anlamda Küba yurtseverliği, Kübalı devrimcilerin egemenlik hakkının ihlal edilmemesini vurgulaması anlamına geliyordu. Kübalılara göre egemenlik hakkı ulusların eşitliğine dayanıyor. Ancak ABD hükümeti Kübalılara kendi ülkelerini nasıl yönetmeleri konusunda söz söyleme hakkı olduğunu iddia ediyor.
Elbette bu ve benzeri politikalar Karayipleri arka bahçesi olarak gören ABD’nin politikalarıyla çakıştı. 1823’te tek taraflı olarak ilan edilen Monroe Doktrini, ABD’ye Latin Amerika’ya bölge için en iyi olanı söyleme hakkı verdiğini ileri sürüyordu.
Kübalıların kendi kaderini tayin hakkı olarak gördüğünü ABD, Sovyetlerin etkisi altındaki komünist yıkıcılık olarak kabul ediyordu. Latin Amerika’ya yönelik bu politikanın ima ettiği, Latin Amerika’nın çıkarları ile ABD’nin çıkarlarının örtüşmesi gerektiğiydi.
ABD, Küba içerisinde kendi çıkarlarına uygun müttefikler buldu ancak bunlar çoğunlukla ABD’yle geçmiş ilişkilerden faydalanmış olan üst sınıflardı. ABD, Latin Amerika’daki müttefikleriyle bir Pan Amerikancılıktan bahseder ama güneyliler de 1820’lerden bu yana farklı bir bölgesel birlik konseptiyle, herkesin eşit olduğu, ABD hakimiyetinin olmadığı Latin Amerikancılığı vurgular.
ABD, Küba ve tüm Latin Amerika’da ulusal bağımsızlık, ulusal özgürlük ve toplumsal devrime yönelik her türlü girişimi antikapitalist olarak nitelendirerek bölgesel hegemonyasına bir tehdit olarak gördü. Buna yeltenen her hükümeti de “diktatöryel” ve Sovyet taraftarı olarak niteledi. ABD, Küba’daki gücünü yeniden tesis etme yönündeki adımlarını antikomünizm ve demokrasi taraftarlığı olarak gizlemeye çalıştı ve sosyoekonomik-politik devrime karşı olan Küba üst sınıflarından kendisine müttefikler buldu.
Kübalı devrimciler buna karşı geçmiş neo-kolonyal statüyü Amerikan kontrolü ve Amerikan kapitalizmiyle eşleyerek sosyalizm olarak da tanımlanan antikapitalist bir pozisyonu tercih etti. Ulusal bağımsızlık ve sosyalizm aynı anlama gelmeye başladı. Kübalı devrimciler kaderlerini toplumdaki sert dönüşümden en çok yarar sağlayacak olan alt sınıflara, işçilere ve yoksullara bağladı.
Bugün Küba ve Latin Amerika’nın çok sayıda ülkesi pek çok alanda, gelecekte güneyin büyük ulusu olabilecek ittifaklar kuruyor. Buna karşılık ABD, güney yarım kürede neler olup bittiğini pek de anlayamıyor. Bu nedenle Küba’ya karşı işlenen hatalar gelecekte başka yerlerde işlenecekmiş gibi duruyor.
14 Ağustos’ta ABD, Küba’yla diplomatik ilişkilerini bir kez daha resmi hale getirdi. Yine de ‘60’lardan bu yana var olan ekonomik ve ticari kısıtlamaların çoğu varlığını koruyor. Umarız bu yakın gelecekte değişir. O zaman Küba’nın iç ilişkilerine yönelik ABD müdahalesinin sona erip ermeyeceğine bakacağız. Eğer bu gerçekleşirse bölge tarihinde gerçekten yeni bir dönemin başlangıcına tanıklık ederiz.

Counterpunch.org’dan kısaltarak çeviren Mithat Fabian Sözmen

Evrensel'i Takip Et