15 Ağustos 2015 01:38

İçerde gericilik, dışarda saldırganlık

AB'nin en zengin ülkeleri, göçmen gemilerini sınırdan sokmamak için uğraşırken, savaş gemisi alım-satımı konusunda hiç sıkıntı yaşanmıyor!

İçerde gericilik, dışarda saldırganlık

Göçmenlik sorunu AB ülkelerinin önemli gündem konularından birisi. Almanya, Fransa, İngiltere gibi AB’nin en zengin ülkeleri, ölümü göze alarak gelen göçmenleri bir iç güvenlik sorunu olarak algılıyor ve en kısa süre içerisinde yurt dışı etme hesapları yapıyor.

ALMANYA’DAN ÇAĞRI: BOŞ YERE GELMEYİN!
Bu konuda Avrupa’nın en zengin ülkesi olan Almanya örneği dikkat çekici. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi, Facebook’ta bir sayfa açarak Balkan ülkelerinden gelenlere değişik dillerden ‘boş yere gelmeyin, ekonomik nedenlerle gelenlerin hiç şansı yok!’ çağrısı yaptı. Kriz bölgelerinden gelenlerin bir kısmının belki burada kalma şansları var barınma koşulları dünyanın en zengin beş ülkesinden biri olan Almanya’nın koşullarına göre rezalet. Ona rağmen birçok yerde mülteciler için kamplar yapılmasına karşı eylemler yapılıyor, mültecilerin kaldığı otel ve evler kundaklanıyor. Almanya’dan çevirdiğimiz iki makalede bu konunun farklı boyutlarını işliyor.

FRANSA’NIN DIŞ POLİTİKASINDA NELER OLUYOR?
Bir başka önemli Avrupa ülkesi Fransa’da ise dış politikadaki değişiklik haftanın gündemi oldu. Yaklaşık 6 aylık bir tartışmadan sonra Fransa ve Rusya Mistral savaş gemileri dosyasında bu hafta anlaştılar. Rusya’nın satın almak istediği savaş gemilerini Fransa, Ukrayna sorunundan dolayı satmayacağını ilan etmişti. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahale etmesini mahkûm eden Fransa, satılan iki savaş gemisinin iadesini 2. Minsk anlaşmasının yürürlüğe girmesine bağlamış ve ta o zaman sermayenin muhafazakâr kesimlerinden sert eleştiriler almıştı. Bugün Fransa ekonomik olarak büyük bir zararı göğüslemeyi göze alıyor, ki 2 milyarlık bir faturadan bahsediliyor.
“Solcu” Liberation gazetesinde yayınlanan “sağcı” Patrick Edery’nin yazısı François Hollande’un “sol” adına yürüttüğü dış politikayı destekliyor. Edery, Fransa Cumhurbaşkanının Fransa’nın geleneksel dış politikasını değiştirebildiğini ve yeni koşullara uygun hale getirmekle övüyor Hollande’ı. Ona göre Sarkozy’nin teşebbüslerinden sonra ilk defa Hollande, geleneksel dış politikayı temsil eden “Golizmi” aştığını ilan ediyor. Artık Fransa, ABD’ye daha yakın, yani “atlantist” ve AB içinde de rakibi Almanya’ya karşı doğu Avrupa ülkeleriyle stratejik müttefik olma peşinde. Yazara göre bu Çin ve Rusya gibi iki büyük tehdit karşısında bir zorunluluktu, zira Fransa’nın artık eskisi gibi “sömürge imparatorluğu” yok.
Fransız emperyalizmin çıkarlarını bu kadar açık sözlerle savunması ve onu da ABD emperyalizmin yanında gören bu yazı François Hollande’ın dış politikasına dair önemli ipuçları sunan bir yazı.


ALMANYA MÜLTECİLERİ AYDINLATIYOR
Uwe KALBE
Neues Deutschland  

Kimse Almanya’nın mültecileri ciddiye almadığını söyleyemez. İç güvenliği tehdit eden bir unsur olarak çoktan masaya yatırdı. Mültecilerin kaderi onu hiç ilgilendirmiyor. NATO ve AB ile birlikte mültecileri problem olarak görerek Akdeniz’de seferler başlattı. Mülteciler nereden geldiklerine bağlı olarak muamele görüyor veya ülkeye sokulmuyor ya da sınır dışı edilmeyi bekliyorlar.
Balkan ülkelerinden gelenlerin hemen sınır dışı edilmesi öncelik taşıyor. Balkanlar’da savaş yok, bölgenin ekonomik açıdan yaşanmaz hale getirilmesine kimlerin neden olduğu da unutuldu. Bu ülkeler üçüncü güvenlikli ülkeler olarak ilan edildi, ayrıca Almanya, Balkan ülkelerinden gelen mültecilere yönelik aydınlatma/bilgilendirme kampanyası başlattı. Bu kampanya ile Balkanlar’dan gelenlere ‘Almanya’da işiniz yok, nasıl olsa sınır dışı edileceksiniz, boş yere gelmeyin’ denerek mülteci akınının engelleneceği düşünülüyor. Federal Göç ve Mülteciler Dairesi, Facebook aracılığıyla çok dilli bir ilan kampanyası başlattı.  Sırpça ve Arnavutça yayınlanan ilanlarla Sırbistan, Bosna-Hersek, Kosova, Makedonya, Karadağ ve Arnavutluk’tan gelen mültecilere ‘aklınızı başınıza alın’ deniyor. Verilen bilgiye göre geçen yıl bu ülkelerden 80 bin kişi ekonomik nedenlerle, Almanya’dan sosyal yardım almak için iltica başvurusunda bulunmuş.  Gazeteler ve televizyon programlarında hırsızlıkları, kadın ticaretleriyle gündeme getirilerek halk içinde korkular yayıldı ve ırkçı grupların ekmeklerine yağ sürüldü. İltica davaları sonuçlanıncaya kadar alma hakkına sahip oldukları cep harçlıklarının kesilmesi yani açlıkla terbiye edilmeleri de söz konusu.  
Şimdi ilanlar ve hazırlanan bir videoyla sınır dışı edilecekleri, Almanya’da zaten havanın onların alışamayacağı kadar kötü olduğu, paranın azlığı, sınırlarda sıkı kontroller olduğu belirtilip yola çıkmaları engellenmeye çalışılıyor.
Gelenlere ise ‘sınır dışı edileceksiniz ve bunun masrafını da siz karşılayacaksınız’ mesajı veriliyor. Bir kere sınır dışı edilenlerin Schengen bölgesine girmeleri de yasak... Alman yetkililere göre Balkan ülkelerinden gelen mülteciler, iltica etme nedenleri olmayan kumarbazlar. Ellerindeki parayı umut taciri şebekelere veriyorlar, aslında bu parayla ülkelerinde yatırım yapsalar iltica nedenini ortadan kaldırabilirler.  Almanya aydınlatma kampanyasıyla kara mizah yapıyor: Parası olan zaten Almanya’ya özgürce geliyor, parası olmayanlara paranızı ülkenize yatırın demek müthiş bir zekâ!
(Çeviren: Semra Çelik)


MİSTRAL SAVAŞ GEMİLERİ: DEĞİŞİMİN RÜZGARI

Patrick EDERY
Liberation

Fransa Cumhurbaşkanı, Mistral savaş gemilerinin satımının iptaline dair Rusya’yla bir anlaşmaya varıldığını kamuoyuna duyurdu. Kimi yorumcular bu kararı sorumsuz ve anlaşılması zor olarak tarif ettiler. Bizce ise tam tersi. Kuşkusuz bu fedakârlık hafife alınamayacak kadar önemli, ama yanı sıra Fransa’nın dış politikasının yeni yönelimini teyit eden bir fedakârlık. Fransa’nın dış politikasının artık yeni yönelimi derinden Avrupacı ve Atlantist. Doğru bir eğilim mi? Fransa’nın son imzaladığı silah anlaşmalarına bakılırsa, karışık olmayan net tavırları müşterilerimizi teskin ediyor. […]
François Hollande ise çağdaş Avrupa topluluğun kurucusu ve De Gaulle’ün rakibinin Jean Monnet projesini hayata geçirmek istiyor. Böylelikle François Hollande, diğer Avrupalı müttefiklerimiz gibi, AB içinde bir tutarlılığı savunarak atlantist bir çizgiyi tercih etti. Dolayısıyla Rusya’ya Mistral savaş gemilerini satmayı ret etmesi önemli bir sembol. Öncelikle, bu Ukrayna sorununun daha çözülmekten çok uzak olduğunun ilanı, zira Fransa gemilerin iadesini 2. Minsk Anlaşmasının yürürlüğe geçirilme koşuluna bağlamıştı. Diğer yandan, Moskova ile ilişkilerini bu şekilde keserek, Fransa NATO’yla kalın bağlarının olduğunu göstermiş ve AB’nin doğu ülkeleri ve onların lideri Polonya ile dayanışma içerisinde olduğunu da açıktan ilan etmiş oldu. Zira bu ülkeler için şu an en acil ve en gerçek tehdit Rusya’dan başka kimse değildir. AB’nin doğu ülkeleri ile Amerika’nın stratejileri Rusya’ya karşı tamamen aynı olması da ayrı dikkat çeken bir konudur. Kısa ve öz olarak bunu ifade etmek gerekirse: Rusya’nın emperyal hayallerinin önünü kesme.  
Bu çizgiye gelme Fransız dış politikası açısından yeni bir eğilimdir, zira bugüne kadar gerçek anlamıyla Golizmin (Charles De Gaulle’ün düşünceleri) yası bir türlü tutulamamıştı. Böylelikle çeyrek asırdır “kendini beğenmişlik” diplomasisine artık son verilmiştir. Avrupalı müttefikleriyle birlikte aynı açık ve tutarlı çizgiyi tercih ederek, Fransa AB satranç tahtasında kendi piyonlarını ilerletmeye başladı, üstelik bunu Almanya’nın git gide herkes tarafından korkuluk olmaya başladığı -sadece bunu söylemekle yetineceğiz- koşullarda yapması ayrı bir öneme sahip. Müttefikleriyle ilişkilerini böyle sağlamlaştırması aynı sonuçlarla Ortadoğu’da da uygulanıyor.
Daha zeki bir dış politikaya sahip olmanın yanı sıra, müttefiklerinin kimler olduğu konusunda yapılan bu açıklık, ekonomik açıdan da daha başarılı sonuçlara yol açıyor: Polonya’ya bu yıl Airbus Helicopters şirketinin yaptığı 50 Caracal helikopterleri ve Ukrayna’ya ise Thales grubunun yaptığı H125 helikopterlerinin yanı sıra radyo komünikasyon sistemleri satıldı. Üstelik genelde Amerika’ya açık olan pazarlara da Fransa artık girebildi: Suudi Arabistan’a 23 Airbus helikopteri, Katar ve Mısır’a 24’er Rafale savaş uçağı ve Mısır’a çok füzeli bir Fregate savaş gemisi satıldı. Bu sözleşmeler Fransa’nın bu ülkelerle stratejik bağlarının da güçlendiği gösteriyor, ki Mısır ve Suudi Arabistan’ın Misral savaş gemilerini satın almayla ilgili oldukları da söyleniyor.
Bizimki gibi bir ülkenin büyüklüğünün –ki Fransa dünya nüfusunun sadece yüzde 0.8’ini temsil ediyor- nostaljisini yapan golistlere hatırlatmak gerekir ki siyasi değişimi artık 21. yüzyıla göre ayarlamak gerekir. Berlin duvarının yıkılmasından sonra belirgen bir golist tavrı sergileyebilirdik ki bunun tek sonucu birçok ulusun bizimle alay etmesi olmuştu. Ama artık, Rusya ya da İran gibi savaş halinde olan ülkelere karşı, özellikle de antidemokratik bir model üzerinden geleceğin dünya liderliğine oynayan Çin’e karşı hâlâ burnu havada ve barışsever bir Fransız karikatürünü savunabilir miyiz?
Yalnız tüm bunlar cumhurbaşkanı eleştiremeyiz anlamına gelmez. 5. Cumhuriyet diplomasisinde böyle önemli bir değişiklik hiçbir tartışmaya neden olmadı. Oysa sorun Fransa’nın dünyadaki yeri sorunudur. General De Gaulle, barış politikası yürütmüş olsa bile kendisi bir barış aktivisti değildi. Fransa’nın eski kolonyalist imparatorluğunda var olan prestijini kullanarak ülkenin bağımsızlığını oturtmak istiyordu, ama bu dönem artık bitti. Bugün Fransa, yürüttüğü kırıcı göçmen politikasından dolayı bu eski desteği büyük oranda kaybetti ve dünya çapında önemli bir rol oynama şansı azaldı. Dolayısıyla artık AB ve NATO içinde ağırlığını arttırmak istiyor. NATO’ya yedek olmaya bir alternatif de vardır: Eşit konumda ABD ile yeniden müttefik olma. Bunun için Fransız dilinin konuşulduğu tüm bölgelerde tekrar kimsenin yadırgayamayacağı bir lider olmayı başarma. Bu politika keza golist bir politikayı anımsatıyor, ama çok ayrı bir politikanın yürütmesini, özellikle de Afrika’da, zorunlu kılıyor. Fransız halkının böyle bir politika yürütmeye hazır olup olmadığını söyleyebilmek zor, ama muhalefetin liderlerinin hazır olmadığı kesin. Eğer François Hollande’un Dış politikasına bir alternatif varsa bile, demokratik tartışma için ne yazık ki, onu yürütebilecek kimse yok.
(Çeviren: Deniz Uztopal)


UZUN VADEDE ÇATIŞMA TEHLİKESİ BÜYÜK
Moritz KÜPPER
Deutschlandfunk

Almanya’da okullar açılmaya başladı. Okulların açılmasıyla da mültecilerin barındırıldığı okul spor salonlarının boşaltılıp boşaltılmayacağı sorusu ortaya atıldı.  Bu mültecilerle spor yapmak için salonları kullanmak isteyenler arasında ister istemez çatışmanın gündeme gelmesi demek. Spor salonlarında mültecilerin barındırılması geçici olarak kabul edilebilirdi ancak uzun vadede veya kalıcı olarak buraların kullanılması hem insanlık dışı hem de birilerinin istediği gibi toplumsal barışı ve dayanışmayı tehdit edici...
Birilerinin; ‘koyun can derdinde kasap mal derdinde’ dediğini duyar gibiyim. Bunu engellemek için söz konusu olanın savaştan kaçan, uzun, zorlu bir yolculuktan sonra Almanya’ya gelen Suriyeli veya Afganistanlı bir ailenin çocuklarımızın spor dersini engellemesinden şikâyet olmadığını belirtmek istiyorum. Ancak yine de okullarda bir yandan ders yapılırken diğer yandan mültecilerin barındırılması, yoksul çocuklara sunulan boş zamanları değerlendirme olanaklarının ‘mülteciler barındırıldığı için’ iptal edilmesinin sorun olacağını görmemezlikten gelemeyiz.
Olay büyük, konu insan hakları.  Mültecilerin spor salonlarına yerleştirilmesinden onlar dışında kimler mağdur oluyor? İstediği yerde spor yapma olanağına sahip olan ailelerin çocukları değil, yoksul çocuklar.  Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde 40 okul spor salonu mültecilere ayrılmış durumda. Eyalette 6000 okul olduğu dikkate alındığında bu sayının kayda değer olmadığı düşünülebilir.  Ancak tatilin bitmesiyle sadece okullar açılmıyor, hayatın her alanında düzenli günlük yaşantı da başlıyor. Mülteciler barındırıldığı için amatör spor kulüpleri antreman yapamayacak, spor dersleri ve okul liglerinde karşılaşmalar yapılamayacak. Bazı küçük belediyeler için bunlar oldukça önemli ama bunları sadece durumu ortaya koymak için verdiğim en basit örnekler.
Mültecilere karşı eylemleri örgütleyen ırkçılar açısından bunlar bulunmayan nimetler.
Politikacılar ise kalıcı çözümler arayacaklarına spor salonları, çadır kamplar dışında alternatif sunamıyorlar. Köln’de iki okuldan salonlarını mültecilere hazır etmeleri istendi. Neden mi?  Salon büyük, tuvalet ve duş kabinleri var, ranzalar getirilip, çevreden yemek yardımı da organize edildiğinde iş tamam.  Diğer alternatif ise çadır kamplar.  Bir yandan sonbahar ve kışın geldiği dikkate alındığında çadırda kalmanın imkânsız olacağı açık, diğer yandan ise kampların kurulacağı ağırlıklı olarak yoksul semtlerinde tepkilerin ortaya çıkması da kaçınılmaz.
Tamam, geçici olarak okul spor salonlarında veya çadır kamplarda da mülteciler barındırılabilir.  Ama sadece geçici olarak! Eğer bunu kalıcı hale getirirsek birilerinin istediği olur ve iç barış ve toplumsal dayanışma büyük yara alır.
(Çeviren: Semra Çelik)

Evrensel'i Takip Et