29 Ocak 2007 01:00

POLİTEKNİK EĞİTİM


Kapitalizm, rasyonel bir ideolojidir -her şeyin akıl süzgecinden olabildiğince geçirildiği, hesap-kitap işlerinin son derece teknik ölçme ve değerlendirme süreçlerine tabi tutulduğu bir ideoloji. Rasyonalizm ise, Aydınlanma ürünü bir düşünme biçimidir. Fransız filozof Descartes’ın (Kartezyen) felsefesinde düşünme ile var oluş arasındaki ilişkinin ontolojik (varlıkbilimsel) olarak geleneksel düşünme biçimlerine karşı formüle edilen rasyonel bakış açısı akla öncelik tanımıştır. Aklın deneme tahtası ya da sınandığı yer, uhrevi hayattan ziyade içinde yaşadığımız pratik hayat olmuştur. Kapitalizm, kendini metafizik dünyadan ziyade maddi dünyadaki her olgu ve olayı olabildiğince doğru (mutlak ya da kesin değil) saptayarak formüle etmeye yönelmiştir. Bunu hem epistemolojik (bilgibilimsel) hem de ontolojik açıdan yapmaya çalışmıştır. Dolayısıyla akıl, bu pozitif süreçte, yani pozitif (olgusal) bilgi ve bilimlerin oluşturulması sürecinde kapitalizmin gelişmesi ve evrimleşerek ilerlemesinde köşe taşı olmuştur.
Kapitalizmde akıl, giderek pratik hayatın gereklerine göre formüle edilen teknik-teknolojik bir boyut kazanmıştır. Dolayısıyla kapitalist akıl, giderek araçsallaşmış, yabancılaşmış iş ve emek süreçlerinin üzerinde yeni ve güçlü bir sömürücü unsur olarak da kullanılmaya başlanmıştır. Bu süreci, birçok alanda olduğu gibi bilim ve eğitim/öğretimde de gözlemlemek mümkün. Kapitalizm, kendi Ortaçağının büyük ölçüde öte dünyasal (metafizik) olan aklını skolastik (ya da mistik) bulduğu için yeterince işlevsel olarak görmemiş ve yerine ölçüp değerlendirebileceği bir akıl koymaya çalışmıştır. Metodoloji (yöntembilim), bu ölçüp-değerlendirme işinin kurallarını çeşitli yeni terimler (aksiyom, teorem, yöntem, yasa, kuram, ilke vb) içinde formüle etmiştir. Bilimin olgusal temelinin yöntemsel (metodoloji) ve felsefi (pozitivizm) olarak kurulduğu bu sürecin pratik hayata geçirilmesinin en etkin yolunun (bilimsel/olgusal) eğitim olduğu anlaşılmıştır. Eğitimin ardından sanayi, ticaret, teknoloji, sanat, günlük hayat vd. hep bu anlayışa göre kurulmuştur.
Kapitalist ideolojinin (yeniden) üretilmesinde akılcı, olgusal ya da bilimsel eğitimin öncelikle doğru ve kanıtlara dayalı bir bilgi aktarma ve aktarılan bilginin ölçülüp değerlendirilmesiyle gerçekleşebileceği ileri sürülmüştür. Böylece eğitimde girdi (verilen/yatırım yapılan bilgilerin) ile çıktı (bilgiyi doğru kavrayan öğrenci, öğretimi tamamlama koşullarına nail olan mezun vs) arasındaki sürecin en iyi şekilde değerlendirilmesi gereği anlaşılmıştır. Bu amaçla bilim adamları (istatistikçiler, ölçme-değerlendirmeciler, metodologlar, sosyal bilimciler vd.) en iyi ölçme-değerlendirme yöntem ve tekniklerini kapitalizmin hizmetine koşmaya çalışmışlardır.
Kapitalist ölçme-değerlendirmenin bilim ve eğitimdeki temel amacı, doğruya (bilimsellik) ve adile (demokratiklik) en yakın sonuç, değer, bilgi ya da kişinin belirlenmesidir. Burada bilimsellik ile gerçek(çi)lik ve demokratiklik ile liyakat (meritokrasi) arasında doğrudan bir ilişki kurulmaktadır. Bu ilişkinin gerçekleştirilmesinin en bilimsel ve demokratik aracının test ve sınav gibi teknikler olduğu ileri sürülmüştür. Buna göre kapitalist “pozitivist” ideolojiler, matematik ve istatistik gibi disiplin ve bilim dallarını kullanarak ölçme-değerlendirmeyi en akılcı (ussal) hale soktuklarını söylemişlerdir. Mesela ABD’de geliştirilen ve tüm dünyada neredeyse üzerine toz kondurulmayan IQ (Zeka Katsayısı) ölçeği, tekniği veya testinin geçerlilik ve güvenirliliği yaygın bir kabulle karşılanmıştır. Buna benzer birçok sınav ve test türü kapitalistlerin hizmetine koşulmuştur. Ama tüm kabul ve yaygın kullanımlara rağmen kapitalizmde, başta ABD patentli IQ olmak üzere birçok sınav ve test türü belli bir kültürü (orta ve üst sınıf-beyaz-Anglo-Sakson) yansıtan, ideolojik, ırkçı ve spesifik (evrensel değil) olmakla eleştirilmiştir. Çünkü bu tür ölçekler (test ve sınavlar) birçok yetersizliği barındırmıştır kendi içinde.
İlk olarak, bu tür ölçme-değerlendirme teknik, araç ya da sistemlerinin, üst ve orta (yönetici) sınıflara mensup eğitimci ve bilim adamları tarafından hazırlandığı; dolayısıyla alt sınıfların kültürünü, yaşam biçimini, yerel yetenek ve becerilerini yansıtmadığı ve ölçmediği iddia edilmiştir. İkinci olarak, bu tür test ve sınavların, “süreçten” (sonuca giden yolda yapılan onca emek ve faaliyetten) ziyade “sonucu” (kısa bir zaman diliminde elde edilen puanı/skoru) ölçtüğü; dolayısıyla yeterince adil olmadığı savunulmuştur. Üçüncü olarak, ölçme-değerlendirme sistemlerinin, gerek okul ve kurslarda gerekse mezuniyet sonrası hayatta, özellikle iş ve çalışma yaşamında ayrımcı, hiyerarşik ve eleyici/dışlayıcı bir sisteme yol açtığı belirtilmiştir. Buna göre bir okula, işe ya da mesleğe girişte baraj olarak belirlenen puanın altında alınan puanların hiçbir değere sahip olmadığı iddia edilmiştir.
Kemal İnal

Evrensel'i Takip Et