2 Şubat 2007 01:00

Barda, sokakta, okulda, evde


Şiddet her yerde. Şiddetin nedeni, kimi kez en yakını tarafından kışkırtılmak, ‘Çok üstüme geldi kendimi kaybettim’ düğmesine basılan; annesine, çocuğuna, karısına, kocasına girişiyor. Kimi kez de belli bir nedeni yok. Kim karşısına çıkarsa.... Kim yan bakarsa o anda patlamaya hazır. Yaşadıklarının, yaşayamadıklarının acısını, tanımadığı insanlardan çıkartan nedensiz bir şiddet kol geziyor orda, burda, sokakta, evde, okulda, barda...
Serdar Akar’ın son filmi ‘Barda’ nedensiz şiddet üzerine.
Nail, Nil, TGG, Aynur, Aliş, Sevgi, Pelin ve Cenk bir arkadaş grubu. Hepsi de genç. Kimi evliliğin eşiğinde, kimi ilk kez beraber olma derdinde, kimi mezuniyetiyle uğraşıyor.
Bir gece yarısı, arkadaşlarının işlettiği barda son biralarını içip eve dönecekken içeri giren beş kişilik bir grup tarafından silahla alıkonuluyorlar. Elleri, ayakları, ağızları bağlanan gençler; sabaha kadar dayak, işkence ve tecavüze maruz kalıyorlar. Saldırganlar, hayatlarında eksik kalan her şeyin hesabını hiç tanımadıkları bu gençlerden çıkartıyorlar. Hortumla giriştikleri gençlerden birini jiletliyor bir diğerini öldürüyorlar. Küfür, dayak, hakaret gırla...
Şiddeti, nedenleriyle değilse de sonuçlarıyla masaya yatırıyor ‘Barda’. Şiddetin iktidarda kalmaktan, öç almaktan suça dönüştüğü noktayı, bu noktadan sonraki ceza kavramını da sorguluyor. Cezayı ve adaleti...
Tüm bunları, yaklaşık on yıl önce yaşanan bir olayın kaynaklığında yapıyor. Neden yok, nasıl var!.. Karşılığındaki ceza ise yeterince adil değil. Adaletin, daha doğrusu kurumsal adaletin verdiği cezayı yeterli görmeyenlerin kendi adaleti işliyor. Şiddete aynı şiddetle cevap verilmeye başlanıyor. Ankara’da yaşanan olayda, yani gerçekte de böylesi bir şey oluyor. İşkence gören gençlerden birinin yanına bir mafya babası yaklaşıyor ve bir cep telefonu uzatıyor. “Cezaevinde senin öcünü almak isteyen, senin tek kelimenle hepsini halledecek adamlar var, senin telefonunu bekliyorlar” diyor. Yanıt oldukça zor. Filmde de buna benzer bir sahne var. Bu arada cezaevinde bekleyen mahkumları Zeki Demirkubuz, Çağan Irmak ve Serdar Akar’ın oynadığını da ekleyeyim. Soruları açıkça ortaya koyarken yanıtları seyirciye bırakan film, yönetmenlerin kararını gayet net açıklamış.
Oyunculukların hepsi çok iyi ama Nejat İşler’in psikopat tiplemesi özellikle dikkat çekiyor. Vesika Bar’da olan bitenler, mahkeme sahneleriyle paralel anlatılıyor. Akar, jiletle doğrama gibi çok iç gıcıklayıcı şiddet sahnelerini doğrudan göstermeyi seçmemiş. Zaten olay yeterince vurucu. Ama hikaye biraz dağılmış. Seyircinin, koltukta rahat oturmasını engelleyecek gerilimi net kuramamış gibi. Ya da tercih etmemiş, ortaya koyduğu tartışmayı daha fazla önemsemiş. Kurumsal adaleti sağlamakla görevli savcının “kısasa kısas”ı önermesi de ilgi çekici bir ironi.
Akar, yine diğer filmleriyle ilgi kuruyor. Barın küçük futbol sahasında yazılı “Futbol sadece futbol değildir” yazısıyla, ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’a temas edip geçiyor. Filmdeki soruların çoğunun yanıtı herkese göre değişken. Adaletin kurumsal temsilcileri bile adalete inanmazken suçu, verilen cezayı, adil mi tartışmasını vicdanlarda yargılanmaya bırakıyor. Vesika Bar’da olanlar, şiddetin bir vesikası sadece. Her gün birkaç tanesi yan sokakta olan, ne yazık bize alelade gelmeye başlayan şiddetin bir belgesi olmalı. Altını ince ince kazmak seyirciye kalmış.
Ayşebengi

Evrensel'i Takip Et