4 Şubat 2007 01:00

KİRVEME MEKTUPLAR


Kirvem,
Geçtiğimiz günlerde ülkemizdeki “vatandaş”larımızdan birinin, bir gazetecinin, hadi biraz daha dürüst davranıp lafı fazla da uzatmadan söylemek gerekirse bir “Ermeni dölü”nün, kimilerine göre boyundan büyük laflar edip “çizmesini aşarak” ya da kimi “hassas kulakları” fazlasıyla rahatsız eden “nahoş” düşüncelerini destursuz ifade etmesinin ardından, bir suikast sonucu hunharca katledilip böylece sesinin soluğunun tümden susturulmasına infial duyan yüzbinlerce insan, ellerindeki pankartlarla bu melun cinayeti telin etmek için şimdiye kadar az rastlanır bir duyarlılıkla bir araya gelerek son anda seslerini bir sloganla duyurdular:
“Hepimiz Hrant Dink'iz, hepimiz Ermeniyiz.”
Kirvem, senin de bildiğin gibi şu son birkaç yıl içinde sayısını ezberimizde, belleklerimizde tutamayacağımız kadar değerli gazetecilerin yanı sıra, keza sırf düşünceleri nedeniyle kimi akademisyenler de; benzer haince tertipler, suikastlar, bombalamalar, kalleşçe pusuya düşürülmeler ve en önemlisi de sözde “faili meçhul” cinayetler sonucunda maalesef “yaşam hakları” birileri tarafından zorla ellerinden alındıkları için aramızdan ebediyen ayrıldılar.
Nitekim bu insanların tabutlarının arkasından yürüyenler de sevdiklerini, dostlarını, arkadaşlarını, “yoldaş”larını kaybetmenin acısını şu ya da bu sloganlar eşliğinde dile getirirken, onların anılarının ardından geriye kalan, bazen havada sıkılıp yumruk haline dönüştürülen sol veya sağ ellerin kini, nefreti, buruk hüznüyle beraber zamanla yüreklerde katmerleşen acı tortusu kaldı.
Aslında Osmanlı'dan bu yana bu coğrafyada yaşayan halklar, “müstevlilerin” müştereken organize ettikleri “ince hesap”ları sonucunda içine düştükleri çıkmazdan kurtulabilmek için son bir gayretle Milli Misak sınırları içinde yepyeni bir düzen, yepyeni bir anlayış, kısacası cumhuriyetle beraber yeni bir nizam, yeni bir intizam, yeni bir disiplin içinde hesapça tek yürek, tek bilekli bir “ulus devlet” yaratmaya soyundular ama, geçen bunca zamanın ardından görünen, anlaşılan ya da aynaya akseden gül cemallerimize bakılırsa, hani benzetmek gibi olmasın ama, halimiz nerden bakarsak bakalım galiba iç güveysinden hallice!
Kirvem lafımızı esirgemeyip içtenlikle söylemek gerekirse; bir zamanlar aynı “tasa”, aynı “kıvanç”, aynı “ülkü” çizgisinde aynı nabzı paylaşmayı kendilerince güya şiar edinip, yangın yerine dönüşen bu topraklardan, bu coğrafyadan “yekvücut” halinde bir “birlik, beraberlik ruhu” yaratma sevdasıyla attıkları “sağlam” temellerin zaman içinde sandığımız kadar gerçekten yeterince “kavi” olmadığını her geçen günün ardından yaşadığımız kimi acı gerçeklerle hep beraber yaşadık ve de elan yaşıyoruz.
Her akşam başlarımızı kıtık dolu yastıklarımıza gömüp “birlik ve beraberlik” ruhuyla yataklarımıza uzanıp, sabahları da erkenden yine birlik ve beraberlik mahmurluğuyla uyanır uyanmaz gördüğümüz her rüyanın ardından nedense, ne hikmetse birlik, dirlik ve beraberliğimizin her esen yele, her akan sele kapılıp yara aldığını, gerek dışarıda gerekse içerdeki “şer odakları”nın işlerini güçlerini bırakıp sadece ve sadece bizlerin başına “çorap” örmeye yemin billah ettiklerini kendi kendimize söyleye söyleye, tekrarlaya tekrarlaya veya gördüğümüz rüyaları kendi kavlimizce yorumlaya yorumlaya geldiğimiz “psişik” ruh halimizle kendimize olan “özgüven”i yitirirken, beri taraftan kendi yanlışlarımıza ayna tutmaktansa, bunu da, allayıp pullayıp, ahlayıp vahlayıp tuhaf bir sloganla savunma hattımızı kurarak kendimizi her anlamda temize çıkarmanın kolay yolunu seçtik:
“Türk'ün Türk'ten başka dostu yok!”
Evet kirvem yine kabul edelim ya da etmeyelim, hiç olmazsa bir kez olsun eğri oturup doğru konuşarak şu gerçeğin altını çizmemiz gerekir ki, bu topraklar üzerinde eskiden beri yan yana yaşayan etnik ve dini inançları farklı olan insanlarımızın tümünün haklarını, hukuklarını anayasal çizgide “vatandaş”lık tanımıyla güya zapturapt altına alırken, beri taraftan memleket sathında gelişen şu ya da bu olayın ardından vatandaşlık kavramının ipliğini de yerine, zamanına, zeminine göre pazara çıkardık, böylece bileğinin gücüyle eline her duduk alıp meydanlarda kendi kavlince “borazancıbaşı” kesilenlerin yükselen seslerine göre vatandaşlık tanımının bini bir paraya nerdeyse bit pazarlarında tezgâh açmaya başladı:
“Vatansever vatandaş!”
“Milliyetçi vatandaş!”
“Laik-antilaik vatandaş!”
“Sözde vatandaş!”
Eh tabii ki ortada gerek “resmi” gerekse kerameti kendilerinden menkul kimi “gayri resmi” ağızların kendi keyiflerince çerçevesini çizip yine kendi kafalarınca tarifledikleri sürüsüne bereket bunca vatandaş bolluğu karşısında, kimilerinin kendi işkembelerine göre kraldan çok kralcı kesilerek “özde” en “vatansever vatandaş” kimlikleriyle bizatihi devletin mahkeme kapılarını basıp böylece “vatan kurtaran saban”lığa soyunarak böylece kendileri gibi düşünmeyenleri hedef tahtasına dönüştürenlerin yanı sıra, keza “sözde vatandaş”ları gündüz gözüyle cadde ortalarında “temizlemeye” soyunanların borusu öttükçe, bunlara göz yumanların sayısı arttıkça, bu ülkede daha çok cenazeler kalkar, daha çok sloganlar atılır ama, bu minvalde, aynı rotalarda yol almaya devam edersek milletçe iki yakamız bir araya gelir mi onu da Allah bilir zo!
Öyleyse?
Öyleyse devamı yine haftaya Kirvem!
Mıgırdiç Margosyan

Evrensel'i Takip Et