5 Şubat 2007 01:00

BAYKUŞ


Bayrak, bu topraklarda önemli bir kriz çıkarma aracı olarak sık sık kullanılmaktadır. Cinnet, galeyan gibi heyecan katsayısı yüksek duygu durumlarına kolayca geçebilme özelliği taşıyan insanlarımızın en hassas noktalarından biri bayraktır. Bayrak yakıldığı haberleri, bu insanlarımızın cinnet geçirmesini, galeyana kapılmasını kolaylaştırır. Sorumluluk duygusuyla topluca hareket ederek bayrağı yaktığı iddia edilenleri linç etmek üzere hemen kolları sıvarlar. Bir güç dengesinin olması da gerekmez. Bayrağı yaktığı iddia edilenler çocuklarmış, taze söğüt dalı misali gençlermiş aldırmazlar. Bu durumda güvenlik güçleri de çocukları, gençleri korumak için en güvenli yolu seçerler. Onları gözaltına alır, nezarethanelerde korur ve kollarlar.
Bizim bir Türk Bayrağı Kanunu’muz vardır. Nasyonal sosyalizmin, namı diğer faşizmin yükselmeye başladığı yıllarda, 29 Mayıs 1936 tarihinde yayınlanmıştır. Cunta yıllarında siyah beyaz televizyonlarımızda beş kişilik heyetin bayrak önünde çekilmiş görüntülerini, yayınlanan bildirilerini benim yaşımdakiler sırtlarında bir hançer yarası gibi anımsar. O yıllarda, 22 Eylül 1983 tarihinde eski yasa yürürlükten kaldırılıp bir yenisi yayınlanmıştı. Bugün de hâlâ o geçerlidir.
Yasanın 7. maddesinde, “Türk Bayrağı’na sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz” ifadesi bulunmaktadır. Konu, uzun tartışmaları gerektirmektedir. Bayrakların yasalarla korunmasına neden gerek duyulur, yasalarla korunabilir mi, insanı, insanın düşünmesini ve düşündüğünü diğer insanlarla paylaşabilmesini engelleyen simgeler, kavramlar ve yasalar demokratik ilkelerin olmaması anlamına gelmez mi sorularına yanıt vermeden; bu maddede yer alan ifadeler üzerine söz söylemek olanaklı değil elbette. Son günlerin bayrak önü pozu aklıma bu yasayı, yasanın da sözünü ettiğim maddesini getirdi. Oradan Mersin’de çocukları, Trabzon’da gençleri linç etmeye kalkanları düşündüm.
Rakel Dink’in yüreğindeki acıya rağmen söyleyebildiği o sözler, günlerdir kulağımda yankılanıyor. “Bir çocuktan katil yaratmak”. Yaratılan katille gururlanmak, bu gururu bir bayrağın önünde çekilen fotoğrafla belgelemek, vatanı kaderine terk etmemek adına insanları öldürmek ve “Türkiye sizinle gurur duyuyor” çığlıkları atarak yaratılan katilleri uğurlamak; uzun yıllardır yürütülen bir toplum mühendisliğinin başarılı sonuçları olarak karşımıza çıkıyor durmadan. Bayrağı korumak adına yasa çıkaranlar, o bayrağa insanlarımızın kanını sıçratmakta beis görmüyorlar.
Sırtımdaki hançer yarası sızısını 27 yıldır zaman zaman daha da şiddetle hissederim. Bugünlerde sızı öyle arttı ki anlatamam. Gazetelerde günlerdir gördüğüm o bayraklı fotoğraf, her seferinde gözümün önüne siyah beyaz bir bayrağın önünde, insanı yok sayan bildirileri okuyan beş kişiyi getiriyor. Lockhead skandalının kötü kokusu ve daha neler yayılıyor etrafa; her neredeysem!.. Sırtım derinden sızlıyor.
Sonra yüzbinlerce insanın sel olup akışı geliyor aklıma, Hrant Dink’in delik ayakkabısı gözümün önünde. Serin bir deniz rüzgarı alıp götürüyor tüm kokuları. Bir çift değil ama tek bir güvercin havalanıyor. Karanfil kokusu doluyor burnuma. Yaptığı seçimlerle gurur duyuyorum. Yaptığımız seçimlerle gurur duyacağımız başka bir dünya mümkün diye düşünüyorum. Gülümsüyorum. Bu sızı geçecek, biliyorum.
Şebnem Korur Fincancı

Evrensel'i Takip Et