7 Şubat 2007 01:00
Karşı kampanya üzerine notlar - 3-
GÜNÜN YAZILARI
Yüzbinlerce işçi-emekçi-genç ve aydının, salt Türk halkının değil Türkiyedeki tüm milliyetlerden halkın, bay yazarla birlikte Baykal-H. Pulur-Vural Savaş gibilerinin de haz etmedikleri ve etmeyecekleri gerçekten öğretici ve kardeşçe; ayrımcılık politikalarına karşıtlığın ifadesi olan bir tutum sergilediği somut bir durum söz konusudur. Oktay Ekşinin, E. Özkök, Taha Akyol, F. Altaylı gibilerinin bu somut gerçek tutum ve durumdan çıkardıkları sonuç ise genel demagojik laflardan öteye, bugüne kadar da sürdürülmüş şovenist politikaların yinelenmesini esas almaktadır.
Evet, Türk halkının da sergilediği gerçek; Kürt, Ermeni, Arap vs. öteki etnik kökenlerden emekçilerle birlikte, şovenist-ırkçı ve inkarcı politik-ideolojik tutum ve kampanyaların; ulusal duyarlılıkların istismarı üzerinden sürdürülen politikaların gündeme gelen ve tartışmaların da konusunu oluşturan cinayetlerin en önemli etkenleri arasında olduğunu bir biçimde anlamış olduğu ve bunu istemediğidir. Ancak, Ekşi ve gazetesi bu kampta değildirler. Aksine, bugünkü toplumsal travmada etken olarak rol oynayan propagandayı yürütenler arasında yer alan Ekşinin de başyazar olarak yazdığı gazete ve onun milliyetçiliğiyle gurur duyan genel yayın yönetmeni de vardır. Diğer yandan Bay Ekşi açıkça ve önemli oranda hilafı hakikat şeyler söylemektedir. Cumhuriyet kuşaklarının insanların eşitliği temelinde eğitildikleri iddiası en azından böyledir. Türkiyede tek millet vardır o da Türk milletidir anlayışını savunanlar açıktır ki, farklı etnik kökenlerden insanların eşitliği temelinde eğitilmemişler, yetiştirilmemişlerdir. Cumhuriyetin egemen temsilcilerinin bir dönemler dile getirdiği üzere, ezen ulusun hakim sınıflarınca Türkten başkasına ancak Türke hizmet uygun görüldüğü politikalar izlenmiş; Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisiyle eğitilmek istenen kuşaklardan insanların bazıları başkalarının kendi dilleri-kültürlerini geliştirmelerini dahi bölücülük ve ihanet saymışlardır. Eğer Cumhuriyetin kuşakları çok sağlıklı ve hümanist bir eğitim felsefesiyle yetiştirilselerdi, Kürdün eşitlik istemi düşmanca sayılmaz, Ermeni katliamı da, katledilenler 300 bin mi, 800 bin ya da 1 milyon 200 bin mi tartışmaları üzerinden yürütülmez ve bugün dahi bu kitlesel katliam inkardan gelinmezdi. Ekşinin haslet diye gösterdiği, yaşanan olayları gizleme çabasının da insanların zihinleri ve yürekleri temiz kalsın diye olmadığını politikayla az-çok ilgili herkes bilir. Gizleme, inkarın ve ırkçı vahşetin sonucudur; bilinmesi, öğrenilmesi ve tepki gösterilmesi istenmemiştir.
Ekşi, başyazarı olduğu gazetede yazan bir başka yazarın az çok nesnel gerçeği ifade eden yaklaşımını dahi gösterememiş ve Türkiyede, Barış önerdiği için yok edilen sanatçılar... Ölüme ve kana karşı çıktığı için öldürülen düşünürler, şairler, edebiyatçılar, ozanlar... olduğu gerçeğine gözlerini yummuş, böylece kendisi dışındaki insanların da gözlerini yummuş olduklarını düşünmüş olmalıdır! O, olaylara eski başsavcı Vural Savaş mantığıyla yaklaşmaktadır. Türkiyede barıştan yana olduğunu söyleyerek çatışma ve operasyonların son bulmasını isteyen aydın, sanatçı, şair, edebiyatçı, düşünürlerin saldırı hedefine kondukları, Kürtlere ve Ermeniler gibi kimi öteki halklara karşı izlenmiş ve hâlâ da izlenmesinde ısrar edilen inkarcı-şoven politikalara karşı çıkmış insanların hain ilan edilerek hedef gösterildiklerini duymayan-bilmeyen varsa eğer, üzerinde yaşadığı topraklarda olup-gidenlere gözüne kapamış yada görmeyecek-duymayacak kadar duyarsız kalmış demektir.
Vatan elden gidiyor umacası
Hrant Dinkin eşinin yaşadığı acıyla Bebekten katil yaratan karanlık olarak tarif ettiği sistem, kendi başına-soyut ve cansız bir mekanizma değil; savunucuları ve sahipleri olan, onlar tarafından oluşturulmuş kurumlar ve aygıtlarla işleyen canlı-kanlı bir düzendir. Sorun bu düzen ve sistemin; işleyen bu mekanizmanın neresinde durulduğu ve olaylar, gelişmeler ve ilişkiler karşısında nasıl bir tutum alınıp hangi politikaların savunulduğudur. Cumhuriyet kuşaklarının, ırkçı-şoven ve başka ulus ve milliyetlerin kendileri ve haklarının inkarı üzerinden tabi tutuldukları eğitimle yetiştirildiklerini, O.Ekşi ya da Özdemir İnce gibileri bilmemiş olamazlar! Çarpıtma, tarihte yaşananları olduğu gibi, hakim politik-ideolojik-kültürel vs. ortamın kişileri nasıl yönlendirdiklerini görmezden gelerek ya da ondaki payını inkar ederek de yapılmaktadır. Ve elbette bilinçli olarak! Bir yandan kesintisiz biçimde Vatan elden gidiyor umacası yaratarak bunun nedenini bağımsız ve demokratik bir ülke arayışında; Kürtlerin ulusal haklarının tanınması isteminde, işçi ve emekçilerin örgütlenme-basın-yayın özgürlüğünde görmek; ve buna karşı koyacak kahraman arayışı yaratmak, öte yandan cumhuriyet kuşaklarının düşmanlık fikrinden uzak yetiştirildiklerini söylemek tam bir çelişki ve dahası yalan söylemektir.
Ekşinin ifade ettiği ve Ö.İncenin kaba bir Kürt inkarcılığı ve hatta düşmanlığı üzerinden sürdürdüğü şoven Türk milliyetçisi politikalar -ki bu egemen politikanın basın-yayın dünyasındaki versiyonudur- evet doğrudur, umutsuz ve geleceğe güvensiz küçük burjuva kesimler başta olmak üzere cumhuriyet kuşakları içinde ve mevcut sistem ve düzenin çarklarına dişli olarak takılmış olanlardan bazılarının da milliyetçilik iddiasıyla tetikçilik yapmasında etkili olmaktadır. Bu yönüyle suçluyu Ogün Samast gibi katiller içinde aramakla sınırlı kalmamak, E.Özkökün yaptığı türden psikolojik semptomlar üzerinden varoşlarda suçlu arayışına çıkmamak; T.Akyolun yaptığı gibi sorunu riskli çocukların kahraman olma istemleriyle açıklamamak; suçluları suç üreten sistem ve mekanizmada ve onun bir parçası olarak şu yukarıdaki çarpıtmaları yapanların cephesinde aramak, memleket için daha hayırlı olacaktır! Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğünün riskli çocuklar verilerine kulak kabartarak suçluluk tahlili yapanlarla varoş psikopatlarını esas tehlike ilan edenlerin hedeflerinden biri de varoşlar dedikleri emekçi semtlerindeki işsizlik, yoksulluk, açlık, kötü barınma koşulları vs. problemlerin sistem ve kurumlarına tepkiye yönelttikleri genç kuşaklar olmakla birlikte, bu tahlillerde üzeri örtülen temel gerçek, -konumuz bakımından da güncel olan- Kürt, Ermeni-Rum vs. kesimlere karşı duyulan güvensizliğin sürekli diri tutulmasını içeren politik-kültürel faaliyetle onun yarattığı etkidir. Bunu, bu amaçla propagandalarını sürdürenler elbette itiraf etmeyecekler; bu konuda itirafçı olmayacak, özür dilemeyecekler. Ama, işlenen cinayetlerin ardındaki esas koordinasyonu merak edenler ve en küçük bir kuşku yok, tetikçinin arkasında mutlak bir örgüt var diyenler, ancak, bu faaliyetteki ortak pay ve role bakarlarsa doğru yapmış olurlar.
Her ülkenin derin devlete ihtiyacı vardır
Kuşkusuz sistemin safında ve hizmetinde de olsa her gazeteci-yazar ve politikacının kendi özgünlüğü de vardır; hepsi E. Çölaşan, Ö. İnce, E. Özkök, C. Ülsever ya da M. Ali Birand olarak görülemezler. Her birinin, örneğin Hrant Dinkin öldürülmesine duyulan tepkinin ürünü olarak ve şoven-ırkçı ayrımcılığı protesto etmek üzere haykırılmış Hepimiz Ermeniyiz sloganına yaklaşımı farklılık içerebilirdi. Ne var ki, aralarında çok küçük bir kesim bir yana bırakılırsa, etnik ayrımcılığın sona ermesi gerektiğine yönelik bir istemin ifadesi olarak ortaya çıkan bu slogana karşı çoğu ulusal seferberlik ilanına giriştiler. E. Özkök, tam da böyle bir zamanda milliyetçiyim diye bir kez daha ilan ederek, işlenen cinayetlerin milliyetçi duyarlılıkla izah edildiği bir dönemde körükleyiciliğe soyundu. Hrant Dinki öldüren tetikçi, Emniyet binasında Türk bayrağı ve Atatürk resmi önünde ve korunmaya muhtaç vatan iması desteğinde kahramanlık taslarken, Özkökün, Her ülkenin derin devlete ihtiyacı var. Her ülkenin gizli kahramanlara ihtiyacı vardır ve devlet bu gizli kahramanları gerektiğinde korumayı bilmelidir (14.08.04) sözleri bir kez daha sayfalara düştü. T. Çillerin kurşun atan kahramanlarına Özkökün iltifatlarıydı bunlar ve Hayal, M. Ali Ağcaya hayran olduğunu açıklamaktan kaçınmıyor, ülkücü tetikçilerin genel tutumuna uygun olarak, polis ağabeylerinin kolunda Orhan Pamuk akıllı olsun, akıllı! diye tehditler savurmaktan çekinmiyordu.
Tetikçi Türk ülkücüleri hiç de bilinçsiz psikopatlar değillerdi; JİTEMin, Özel Harp Dairesi elemanlarının, polis ve jandarmanın kontrolündeki sahalarda ellerini kollarını sallaya sallaya atış talimleri yaptıklarını açıklamaktan da kaçınmayacak kadar cesurdular! Ve, Hepimiz Türküz! slogan, pankart ve bağırışları yeniden yükseltiliyordu Hürriyet-Tercüman başta olmak üzere sermaye gazetelerinin destekleyici yorumları ve dizi tefrikaları eşliğinde. Logosunda Türkiye Türklerindir! yazan gazetenin, milliyetçiliğiyle övünen genel yayın yönetmeni ve çoğu koyu Türkçü yazarlarının elinde, milliyetçi duygularla işlenmiş cinayet tartışmalarını yapması, tüm bu nedenlerle büyük fotoğraftaki yere uygun düşüyor!
Madem ayrım gözetilmedi ve cumhuriyet kuşakları düşmanlıktan uzak, sevgiyle yetiştirildiler, o halde azınlıklara Varlık Vergisinin konması, 6-7 Eylül 1956 olayları, Tan Gazetesinin yakılması, Kürtlerin ulusal varlığı ve hak eşitliği için sürekli taleplerinin inkarı neyin nesiydi, nereden geliyordu? Kim tarafından politika haline getirilmiş ve uygulanmıştı? Ya her fırsatta tekrarlanan Yunan oyunu söylemi, bir dönemler Bölge Valiliği de yapmış olan Ünal Erkan gibi devlet temsilcilerinin sıkça dile getirdikleri üzere Ermeni dölü aşağılamaları neyin nesi? Peki Milli Eğitimin ders kitaplarında ve yardımcı kitap olarak okutulmasını önerdiği kitaplarda binlerce örneği gösterilebilecek farklı etnik kökenlerden insanların varlığını dışlayıcı söylemler ve tarihin çarpıtılmış-bölücü vatan düşmanlarının eylemleri ve isyanları üzerinden kurgulanmış haline ne demeli? Çuvalınız hayli yırtık Bay Ekşi ve kafadarları, neresinden dikseniz olmuyor!
* * *
Estirilen milliyetçi-şoven rüzgarın körükleyicileri kimlerdir diye sorulduğunda, karşıdan bayrak sallayanlar arasında devlet kurumlarının temsilcileri, kapitalist parti fraksiyonları ve sözcüleri, sermaye basın yayın organlarının yönetici ve başlıca sözcüleri, misyoner gazeteciler, akılları çöplükte yazar ve tarihçiler ve kızılelmacı güruh önde görünmektedir. Dün olduğu gibi bugün de çözümsüz bırakılmış ulusal sorunlarla etnik ya da inançsal konuların istismarı üzerinden politika yürütenler sadece emperyalist büyük güçler değil, işbirlikçi gericilik ve bu sorunları içerde şoven gerici politikayı malzeme edinerek güç toplamak isteyen sermaye partileri ve öteki kurumlarıdır da. Bunlara karşı mücadele ve gerçeklerin açıklığa kavuşturulması ise işçi ve emekçilerle onların ileri kesimlerine ve ülkenin bağımsızlığıyla demokratik bir siyasal sistemin kurulmasından yana olan aydınlara düşmektedir. Bunun ezen-ezilen;sömüren-sömürülen kavgasından bağımsız olmadığı açıktır. Toplumsal gelişme safları daha net hale getirirken, sınıfların ve kesimlerin çıkarlarına uygun düşen politik mevzi tutmalar da daha net olarak gündeme gelmektedir. Konuşanlar kendi sınıflarının cephesinden konuşuyor, ona uygun tutum alıyorlar. İşçi ve emekçilerin geniş kesimlerinin bu saflaşmada burjuva basın-yayının yerini daha net olarak görmesi kendi çıkarları gereğidir. (BİTTİ)
Hazırlayan: A.Cihan Soylu
Evrensel'i Takip Et