16 Şubat 2007 01:00

GERÇEK


Piyasacılar; salatalığı da, silahı da, ilacı da, kamu hizmetini de aynı “mal” olarak görüyor ve dolayısıyla bunların üretimi ve alım satımının aynı koşularda oluştuğunu; aynı sonuçlara yol açtığını savunan bir mantığı savunuyorlar. Devletin, sınıf çıkarının, ülkeler ve onların çıkarlarının olmadığı koşullarda böyle bir ticaret olsaydı; liberallere bir şey denemezdi. Ama kazın ayağı öyle değil. Dünyada sadece mallar satılmıyor; hatta mal alıp satılırken bile aslında ticarete, bölgelere, dünyaya egemen olma alınıp satılıyor. Dolayısıyla salatalık alıp satmak bile ülkelerin, tekellerin, tekelci grupların dünya hegemonyasının mücadelesine bağlanan ve herkese eşit olarak uygulanmayan kriterler, uluslararası kurallar, dayatmalar tarafından belirleniyor.
Ancak Türkiye’yi yöneten güç odakları, bunun farkında değilmiş gibi “Ah ne güzel! Bir milyar dolara mal ettiğimiz bankayı 3 milyar dolara sattık. BOTAŞ’ı devreden çıkarırsak doğalgaz dağıtımını ve alımını liberalize edersek, uluslararası kredibilitemiz şu kadar artar. TPAO devre dışı bırakılırsa, yabancı sermaye yatırımları yükselir” diye ortalıkta dolanıyorlar.
Bu propagandayı yapanlar cahilliklerinden, piyasa dedikleri şeyin onların dediği gibi işlemediğini bilmediklerinden yapmıyorlar. Ama bunlar; büyük patronların, uluslararası tekellerin çıkarlarına ya da emperyalist güçlerin çıkarlarına bağlanan bir stratejiyle kendi arkalarındaki güçlere hizmeti esas aldıklarından ve çıkarları bunu gerektirdiğinden böyle davranıyorlar. Başka bir söyleyişle; “Türkiye’nin çıkarları” derken bir tek Türkiye yok; bir; büyük patronların, tekellerin, vurguncuların, çıkarlarını uluslararası sermaye güçleriyle ortaklaştıranların Türkiye’si var; bir de emekçilerin, halkın, emeği ile geçinenlerin Kürtlerle, Araplarla, Ermenilerle, İranlılarla düşmanlıktan bir çıkarı olmayanların, halkların kendi içinde kardeş olmasından çıkar umanların Türkiye’si var.
Ancak Türkiye’de birincilerin borusu öttüğü için özelleştirme yapılıyor; onun için gümrük duvarları kalktı; onun için OECD, IMF, Dünya Bankası Türkiye’nin ekonomisini başına geçirdi.
Yani özelleştirmeci takımı özeleştirme yaparken; bugünkü yol açacağı sonuçları bilmiyor değildi. Tersine onlar, özelleştirmeyi bugün; işçilerin, sendikacıların, halkın yakındığı sonuçlara yol açsın diye yaptılar.
Onun içindir ki dün Petrol Yasası’nı eleştiren Emek Platformu’yla üç gün önce BOTAŞ’ın çökertilmek istendiğine dair raporu açıklayan Petrol-İş’in gerçeklere dikkat çekmesi; elbette gerekli ve zorunludur. Ama yetmeyeceğini de bilmemiz gerekir.
Burada Petrol-İş’in, uzunca bir zamandır neredeyse tek başına sürdürdüğü özelleştirmeye karşı mücadelesini, elbette ki herkese örnek göstermeliyiz ve Emek Platformu’na da belki “Günaydın!” demek gerekir. Ancak sorun daha ileridendir. Çünkü Petrol-İş’in, Emek Platformu’nun söyledikleri gerçektir. Çağrıları da yerindedir. Ama rapor hazırlamak yetmediği gibi “Gelin mücadele edelim!” diye çağrılar yapmanın yetmediğini de biliyoruz. Tersine, bugün mücadelenin; işyeri işyeri, sektör sektör, tüm emekçi kesimler içinde örgütlenmesi gerekir. Emek Platformu’nun bunu yapacak imkanları vardır. Ama eğer Türkiye’de yaşıyorsak; bilmeliyiz ki Emek Platformu’nda birden fazla çıkarın, görüşün olduğu da bir gerçek. Kimi sendika ve emek örgütü temsilcilerinin piyasacılarla, özelleştirmecilerle, BOTAŞ’ı çökertenlerle, Petrol Yasası’nı çıkaranlarla çıkar ve ideolojik bağlantı içinde olduğunu biliyoruz. Öyle olunca da bu mücadelenin örgütlenmesinde asıl rolün, daha çok yerel platformlarda, sendikaların yerel örgütlerinde (şube ve temsilciliklerde) olduğunu da bilmemiz gerekir. Onun içindir ki çağrıların yukarıdan yapılmış olması; işlerin, örgütlenmenin, mücadelenin de “yukarıdakiler”le “yukarıdakiler”in mücadelesi biçiminde olacağı anlamına gelmez. Tersine; emeğin, işçilerin, gücü “aşağıda” doğrudan yığınların mücadeleye çekilmesindedir. Bu yüzden de başlıca illerdeki emek platformu, şubeler platformu gibi “birliklerin” ve birer birer sendika, şube ve temsilciliklerinin yukarıdan çağrıları da kendilerine dayanak yaparak mücadele zeminlerini genişleten ve güçlerini artıran bir çalışmaya girmeleri; taşların yerli yerine oturmasının tek yoludur.
İ. Sabri Durmaz

Evrensel'i Takip Et