19 Şubat 2007 01:00

GÜNDÖNÜMÜ


12 Eylül 1980’deki darbeden hemen sonra darbeci generaller, bir yandan özgürlükçü gibi görünecek ama hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getirecek, kendilerine yargı bağışıklığı sağlayacak yeni bir Anayasa siparişi verdiler. Önerinin iletildiği hukuk profesörü, K. Evren’e “Sizin istediğiniz Anayasa’yı ben yapamam, benim yapacağım Anayasa’yı da siz beğenmezsiniz. Başka birini bulun” diyerek öneriyi reddedince görev, Prof. Orhan Aldıkaçtı’ya verildi.
O. Aldıkaçtı başkanlığındaki komisyon, bugünkü Anayasa’yı yaptı. Anayasa silahların gölgesinde halkoyuna sunularak kabul edildi. Anayasa’nın mimarı Aldıkaçtı Hoca daha sonra “Biz Anayasa’yı özgürce yapmadık, böyle bir Anayasa yapacaksınız dediler, yaptık” demişti. 12 Eylül’ün hemen sonrasında o zaman TİSK Başkanı olan Halit Narin, bir televizyon programında “Şimdiye kadar işçiler güldü. Bundan sonra biz güleceğiz” diyerek o dönemde yapılan Anayasa ve yasaların patronların çıkarlarına yapıldığını tarif etmişti.
O günleri, işçilerin her gün bir haklarını kaybettikleri, özelleştirmelerin arttığı, en önemli kuruluşların haraç-mezat satıldığı günler izledi. Nihayet yeni Aldıkaçtı’lara İş Yasası sipariş edildi. Yeni İş Yasası yüzünden işyerleri parçalandı, çalışma esnekleşti, işçiler köleleştirildi, taşeron uygulaması yaygınlaştı, işçi sağlığı ve iş güvenliği tamamen yok oldu, sağlıkta dönüşüm ve sosyal güvenlik reformu ile sağlık ve sosyal güvenlik hakları paraya bağlandı. Eğitim bir kâr alanı olarak özelleştiriliyor...
Bu olanlar bile patronları ve siyasi temsilcilerini doyurmamış olacak ki TİSK ve Türk-İş’in ortaklaşa düzenlediği “Yerel Düzeyde İşgücü Piyasasını İzleme ve Yönlendirme Mekanizmalarının Etkinleştirilmesi Projesi” tanıtım toplantısında, Çalışma Bakanı; “işverenlerin istihdam maliyetlerinin indirilmesi, kreş açma zorunluluğu, eski hükümlü ve engelli çalıştırma zorunluluğunun esnekleştirilmesi vb. çalışmalarla işverenlerin yükünün azaltılması, rekabet engellerinin kaldırılması” için çalışma yaptıklarını açıklamış.
Patronlara bu kadar cömert olan bakan, sıra işçi ve emekçiye gelince yokluktan dem vuruyor. Anayasa Mahkemesi’nin kısmen iptal ettiği SSGSS için “Kamu çalışanlarını ayrı tutarsak sorun yok, o zaman da norm ve standart birliği olmaz” diyor. Mahkeme kararının önlerini kapattığından yakınıyor. Gazeteciler; “Size açık kapı bırakıyor, SSK ve Bağ-Kur’luları memurlar düzeyine getirebilir, norm ve standart birliğini o noktada sağlayabilirsiniz” deyince de “Olsa dükkan sizin” diyor.
Sermayeye olanaklar sağlama amacıyla yapılan düzenlemelerde emekçiler, elbette daha iyi olanaklarda değil mümkünse kölelikte eşitlenmek istenecektir. Bakan da patronların temsilcisi olduğu için işçilerin, emekçilerin durumu ile değil patronların kârlarının nasıl artırılacağı ile ilgileniyor. İşçilerin bu olumsuz gidişe karşı birleşerek mücadele edebilecekleri örgütlerinin sendikalar, en etkin mücadele silahlarının da grev olduğu bilinmektedir.
Patronlar, Sendikalar Yasası ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nda yapılacak değişikliklerde mevcut durumu koruyan ve hatta bazı alanlarda geriye götüren düzenlemeler yapılmasını sağlamaya çalışıyorlar.
Yeni taslaklarda, sendikaların yetki sorunu aynen sürmektedir. Ülke barajı yüzde 10’dan yüzde 5’e indirilmekte, ancak işkollarının birleştirilmesi sonucunda çoğu işkolunda, bugünkü üye sayıları yüzde 5’in de altında kalmaktadır. Yetki itirazı halinde mahkeme yolu devam etmekte, referandum yöntemi benimsenmemektedir. Bakanlar Kurulu’nun grev ertelemesi, hak grevi, dayanışma grevi, genel grev yasakları, grev bölgesinde afiş, pankart, döviz, yazı bulundurma, toplu halde bekleme, çadır, baraka kurma yasakları sürüyor. Resmi arabulucu ve Yüksek Hakem Kurulu uygulamaları sürüyor. Grev hakkı kullanılamaz hale getiriliyor.
Sendika bürokratları ise işverenlerin sorunları nasıl çözülebilir diye kafa yoruyorlar.
O halde iş başa düşüyor. İşçiler, hem kendilerini hem sendikalarını patronların yönetiminden kurtarmalı, iktidarı da elde etmeliler!..
Hasan Hüseyin Evin

Evrensel'i Takip Et