23 Şubat 2007 01:00

GÖZLEMEVİ


Ünlü Alman besteci Richard Strauss'un (1864 -1949), opera repertuarının en gözde eserlerinden biri olarak tanımlanan "Elektra" adlı operası, neredeyse yüz yıl sonra Türkiye'de ilk kez, İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından oynanmakta.
"Elektra"nın M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış büyük sahne yazarı Sophocles'in sayısı yüzü aşan yapıtlarından biri olduğunu elbette bilmekteyiz. Aynı konunun Euripides, Aeschylos gibi büyük tragedya yazarları tarafından işlendiği de mıh gibi aklımızda… Viyanalı şair Hugo von Hofmannsthal, yüz yıl önce işte bu konuyu almış, opera metni haline getirmiş. Richard Strauss da, metni kendine özgü şarkı söyleme tekniği ve zengin orkestrasyonuyla bezemiş. İstanbul Devlet Opera ve Balesi Müdürü, aynı zamanda Sanat Yönetmeni Kerim Soysal cesaret edip 2006-2007 repertuvarına katmış, eseri sahneye koyan Aytaç Manizade de intikam duygularının baskısı altında hem öz benlikleriyle, hem de birbirleriyle kıyasıya uğraş veren ve neredeyse delilik noktasına vararak tükenen üç kadın karakterin ekseninde sahnelemeyi kurgulamış.

Kadın sesinin kullanımı
Bildiğim o ki, "Elektra"da kadın sesinin kullanımı uç noktalara ulaşmakta. Metindeki kadınların ruhsal bozuklukları hiç kuşkum yok ki ses materyalinin kullanımını da ciddi anlamda etkiliyor. İkiden çok sesin birlikte oluşturdukları, armoninin bulunmadığı müzik, elbette solistleri olamazcasına zorluyor. Elektra'nın mutluluğundan ve coşkudan kendinden geçmiş halini yansıtan ölüm dansı da, sadece operaya özgü, eski tarihsel metinlerde dahi pek rastlanılmayan bir öğe. Müthiş bir tablo… Elektra, aşırı sevinciyle vahşi bir dansa başlayacak, sürekli artan hızını durduramayacak ve birden gücünü yitirerek yere düşüp ölecek. Uzmanlar, kendini ölüme sürükleyen Elektra'nın bu dansını, artık yaşaması için hiçbir nedeninin bulunmadığı yolunda yorumluyorlar. Bana sorarsanız, Starauss'un daha önce kullanmadığı motiflerden oluşturduğu bir sentez içinde, zevkten çatlamaktır bu. Ya da benim görüşüm, duyuşum böyle kabul edile… Neyleyim!..

Konunun merkezinde üç kadın karakter
"Elektra" operası her şeyden önce çeşitli ikilemleri, şiddeti, tutkuyu içinde barındıran bir yapıt. Yönetmen Aytaç Manizade, eserin bu tarafını doğrusu ciddiye almış. Strauss'un Elektra tragedyasını yapı bakımından bütünlüklü ve dramatik açıdan aşırı uç noktaları zorlayan nitelikte bulduğunu ve öylece işlediği gerçeğini de asla kulak ardı etmemiş. Konunun merkezindeki üç kadın karakteri, bu karakterlerin birbirleriyle bağlantılarının genel anlamda konunun genel çerçevesini oluşturacağını iyi hesap etmiş. Kocasını aşığına öldürten Agamennon'un karısı Klytamnestra ile babasına takıntılı bir şekilde bağlı olan kızı Elektra'yı istenildiği gibi iki karşıt karakter olarak çizmiş. Annesi ve kız kardeşi Elektra'ya oranla daha ılımlı ve sakin bir karakter olan Chrysothemis'i de iyi biçimlendirmiş.

Manizade nasıl pişirmiş
Şimdiii… Aytaç Manizade'nin böyle bir eserde simgesel anlatım yollarını denemesine hiçbir diyeceğim yok. Ölüme ilişkin temalarda, Öncel Kandemir'in sahnede tasarladığı saraya giden köprüsünü Metin Koçtürk'ün ışığıyla kan kırmızısına boyamasına, Ayşegül Alev'in Klytamnestra'nın arkasındaki ölümlerin, cinayetlerin simgesi olarak tasarladığı metrelerce uzunluktaki kıpkırmızı pelerine, aynı pelerinin Klytamnestra'nın öldürülme sahnesinde akan kan olarak kullanılmasına, keza Elektra'nın da o pelerine sarılarak ölmesine gıkım çıkmıyor da, "'Elektra'yı hem de bilinçsizce modernize etmek neden" diye sormak hakkını kendimde buluyorum. Hatta, Yekta Kara'nın "Macbeth"ini ters yüz etmek neden diye de sorumu değiştirerek yineleyebiliyorum. Ayşegül Alev'in kostümlerindeki uzaylı çizgileri ne öyle ayol? Kel alaka? Pardösü içine çelik yelek ne ola ki! Aegisth'e o pelüş kürk yakışmış mı? Birinci tabloda hizmetçilerin Elektra hakkında konuşurlarken kırmızı yün örmelerine ne gerek var? Arkadan geçenler… Tavuklar… Marslılar… Pilli el fenerleri… Ne onlar?

Orkestranın katkısı
Büyük orkestra kullanımına bu yapıtında da yer veren Strauss, esasında konunun tüm dramatik noktalarını, en ince detaylarıyla Hofmannsthal'le birlikte tasarlamış, müzikte karakterlerin iç yapılarını yansıtmaya yoğunlaşarak konunun ötesine geçen bir anlatım hedeflemiş. Önemli olan, işte bu hedefin uygulanması. Alexandru Samoila yönetimindeki orkestra hedefi harfiyen uyguladığı gibi, Elektra'nın annesine ve aşığına karşı dinmeyen nefretini, saplantısını belirten ve eser boyunca sıklıkla çeşitli biçimlere büründürülerek duyurulan ana temanın altını incecik çizmeyi başarmış. Gerçekte olmayan (metinde ölü olan), ancak anısının her zaman yaşatıldığı bir ortamı betimlemek için kullanılmış Agamemnon temasını da, hiç mi hiç abartmadan icra etmiş.

Öncel Kandemir'in kansız cansız dekoru
Metin Koçtürk'ün ışık tasarımı oldukça sert ışıklardan oluşmuş diyeceğim, ama belki de bunu dekor zorunlu kılmıştır diye de ekleyeceğim. Ayşegül Alev'in kostümleri kendi içinde kötü değil, kötü değil ama yukarıda da söylediğim gibi yoruma hiç mi hiç katkısı yok. Öncel Kandemir'in dekorunda da, sanırım yönetmen bir köprü istemiş, o da bir köprü yapmış. Gerisi beyne yönelmeyen, seyircinin hayal gücünü didiklemeyen, uyarmayan, estetiği olmayan, yorumun aktarılmasına en küçük bir katkısı bulunmayan vıttırıvızzık bir saray tasarımı. Saray bu yahu, modern de çizilse hiç mi gizemi olmaz?
Sonracığıma, Genç Uşak'ın: "Yolumdan çekilin! / Kim bu kapının önünde duranlar?" diye soldaki kapıdan çıkmasını da anlayamadım. O, oyun boyunca sadece bir kez kullanılan kapı, ne kapısı? Yaşlı Uşak'ın da: "Ahırdan ne isteniyor," diyerek dışarıdan gelişini ise Manizade'ye sormak isterim doğrusu. Genç Uşak: "Kim bu kapının önünde duranlar?" diye hesap sorarken, hangi kapıyı kast ediyor ve de kapının önünde duranlar kim ya da neredeler?

Sesler
Geleneksel klasik tonalitenin armoni çerçevesine çıkan seslerde, solistlerin ciddi anlamda zorlandıklarını söylemiştim. Yoğun modülasyon, arada sırada görülen salkım akorlar ve politonalite… Bestecinin becerisi de, işte bu armonik karmaşa içinde bu leitmotivleri kullanmasında elbette. Ayrıca, Wagner etkisi taşıyan motifler ve tonal sistemi zorlayan armoniler bu operanın değerini oluşturmakta. Böyle zor, çetrefilli bir opera eserini izledikten sonra, Beş Hizmetçi Kız'dan özellikle kontralto olanı kutlarken, kırk beş saniyelik rolleri içinde Orest'in Dostu'nda Bas Zafer Erdaş'ı, Yaşlı Uşak'ta Bas Göktuğ Alpaşar'ı ve Genç Uşak'ta Tenor Caner Akın'ı övmek isterim. Orest'te Bariton Önay Günay iyi şancı olduğunu bir kez daha kanıtlamakta. Koray Damcıoğlu, Aegisth'de görevini yapmış. Lynn T. Çağlar'ı, Klytamnestra'da, atonal müziğin, ruhunu kendinden önce asla kavrattırmayan, varoluşunun her saniyesinde muğlaklığını koruyarak daimi olarak meçhule doğru giden, dinleyici ile uzlaşmayı yadsıyan bir müzik türü olduğunu pek kabullenememiş bulduğumu açık yüreklilikle söyleyebilirim. Yanlışım varsa af ola!.. Chrysothemis'de Ayşe Sezerman çok iyi, Elektra'da Sema Tüzün çok çok iyi.
Ha… Sahi… Program dergisinde "cast" verilirken, tanımlamaların Almanca yapılması, örneğin "Bir Genç Uşak" yerine "Ein Junger Diener", "Gözcü Kadın" yerine "Die Aufseherin" yazılması yapıtın modernleştirilmesine dahil mi sayılıyor, yoksa zaten ağdalı olan eser iyiden iyiye anlaşılmasın mı isteniliyor?
Bir bilen var mı?
Üstün Akmen

Evrensel'i Takip Et