23 Şubat 2007 01:00

ÖZGÜRCE


Barınma; beslenme, giyinme gibi insanın en yaşamsal gereksinimidir ve bir insanlık hakkıdır. Kapitalist sistemin gelişimiyle birlikte sanayinin ve çalışma olanaklarının kentlerde yoğunlaşması, buralara göç eden emekçiler için barınmayı, temel bir sorun haline getirmiştir. Sanayileşmenin ilk dönemlerinde emekçiler, bu temel sorunlarıyla baş başa bırakılmışlar ve son derece sağlıksız ortamlarda bulunan ve bizim “gecekondu” olarak tanımladığımız yapılarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Türkiye’de de 1950’li yılların ortalarından itibaren geçerli olan bu süreçte, barınmanın emek maliyetini artırıcı bir unsur olmaması için gecekondulaşmaya göz yumulmuş, belki de daha doğru bir ifade ile gecekondulaşma, devlet tarafından teşvik edilmiştir.
Önceleri kamu arazilerine iliştirilen barakalardan oluşan gecekondular, tüm sağlıksızlığına rağmen özellikle emekçilerin, kente ilk göç ettiği süreçte barınma ihtiyacını en masrafsız biçimde karşılamıştır. Ancak bir taraftan emekçilerin ailelerini daha sağlıklı ortamda yaşatma isteği, diğer taraftan da kentleşmenin yaygınlaşması ile birlikte gecekondunun da bir rant alanı haline gelmesi, emekçilerin barınma ihtiyacına yönelik bu çözümü geçersiz hale getirmiştir. Böylece kentlerdeki emekçiler için barınma, en temel sorun haline gelmiştir.
Türkiye’de emekçiler, barınma sorununun çözümünü; bir konutun mülkiyetine sahip olmak biçiminde görmüştür. Bu yaygın düşünce sayesinde artan konut talebi ise arsa ve inşaat malzemesi fiyatlarıyla birlikte konut edinebilme maliyetini artırmıştır. Böylece emekçilerin çok önemli bir bölümü, bir konuta sahip olabilmek için eğer varsa babadan, dededen kalan malı mülkü satmış; eğer o kadar şanslı değilse belki de tüm yaşamları boyunca kendilerinin, çocuklarının en temel ihtiyaçlarından bile kısarak bir konut edinmeye çalışmıştır. Pek çok emekçi için ise nereden nasıl kısarsa kıssın, bir konuta sahip olabilmek; bir hayal olmaktan bile çok uzakta olmuştur.
Birçok emekçi için yaşamın amacı haline gelen, on yıllarca yemeden içmeden, uğruna ter dökülerek edinilen bir konut ile sağlanmaya çalışılan barınma hakkı; aslında eğitim gibi sağlık gibi, devletin yurttaşına sağlamak zorunda olduğu bir sosyal haktır. Ancak Türkiye’de, gerek 1961 Anayasası gerekse 1982 Anayasası, barınma hakkını konut hakkı olarak ele almışlar ve devletin, kooperatifler veya toplu konutlar üzerinden bu hakkı sağlamasını öngörmüşlerdir. Oysa kooperatifler üzerinden konut sahipliği de yine düzenli bir işi ve belirli bir düzeyin üzerinde ücreti olanların yararlanabildiği bir düzenleme olmuştur. Kaldı ki bu düzenlemelerin uygulanmasında ortaya çıkan konutların ne denli sağlıklı ve güvenilir olduğu da son derece şüphelidir. Bu bağlamda, anayasalarla getirilen düzenlemeler ve uygulanan politikalar, Türkiye’de barınma sorununu çözememiştir.
Türkiye’de bugüne değin uygulanan konut politikaları, emekçilerin barınma sorununu çözememiştir ama Türkiye’de sermaye birikiminin sağlanmasına önemli katkı sağlamıştır. Bu politikalar sayesinde emekçilerin en temel hakkı olan barınma hakkı üzerinden birçok zengin yaratılmıştır. Şimdi küreselleşmenin gereği olarak emekçiden sermayeye kaynak aktarmanın diğer araçları gibi barınma hakkı da uluslararası sermayeye yeni bir kâr alanı olarak açılmaktadır. Bu amaçla, ulusal ve uluslararası sermaye kesimlerinin yıllardır talep ettiği Mortgage adıyla bilinen konut finansman sistemi, çarşamba günü Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilmiş ve yasalaşmıştır. Bu yasayla birlikte bir taraftan sermaye piyasası üzerinden sermayeye kaynak aktarılacak diğer taraftan da konut spekülatörlüğü, daha büyük sermaye gruplarına daha büyük kârlar getirecektir. Emekçiler ise bu sistemle konut edinmek bir tarafa, giderek yoksullaşmanın bir sonucu olarak tüm yaşamlarından fedakarlık ederek elde ettikleri konutlarını bile bu büyük spekülatörlere kaptırmak durumunda kalacaklardır.
Emekçilerin eğitim, sağlık gibi en temel sosyal hakkı olan barınma hakkına yönelik olarak getirilen işlevsiz ve sermayeye kaynak aktaran uygulamalar karşısında, emekçilerin temsilcisi olması gereken sendikaların hiçbir ciddi politikası olmamıştır. Hatta, özellikle 1970’li yıllardaki üyelerine yönelik kooperatif kurmak dışında bu konu, gündemlerine dahi girmemiştir. Son olarak getirilen Mortgage sistemi konusunda da yine hiçbir sendikanın görüşü, önerisi veya itirazı yoktur. Oysa Türkiye’de sendikaların, hiçbir dönem gündemlerine bile almadıkları barınma hakkı, sosyal devlet uygulamalarının gerçekleştiği birçok ülkede, diğer sosyal haklar gibi devlet tarafından karşılanmıştır. Bugün de emekçilerin, konut sorununa karşı talepleri bu noktadan olmalıdır.
Özgür Müftüoğlu

Evrensel'i Takip Et