24 Şubat 2007 01:00
Ekonomik gerçekleri Başbakan tahrif ediyor
GÜNÜN YAZILARI
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son günlerde, agresif bir tarzla her toplantıda ekonomideki başarılardan söz ediyor!.. Büyümeden, IMFye borçların ödenmesinden, yabancı sermayenin gürül gürül akmasından dem vuruyor ve herkesin gözünün içine baka baka ciddi tahrifatlar yapıyor. Seçime giderken medyayı fena halde rehin aldığı için de pek kimse çıkıp o öyle değildir, böyledir de diyemiyor; ya da diyenlerin de itirazı, bu laf kalabalığında kaybolup gidiyor.
Başbakan, yabancı sermayenin gümbür gümbür geldiğini söylüyor. Burada çok ciddi bir tahrifat ve devlet adamlığına yakışmayan ama daha çok kasaba politikacısına yakışan bildik tavır var. Gelen yabancı sermaye 2006 sonu itibariyle 19 milyar doları bulmuş. 2005te 8.7 milyar dolar, ondan önceki yıllarda da 1-2 milyar dolar kadarmış. Son iki yılda devasa bir artış var. Ama neden? Neden önceki yıllarda yok da 2006da var? Efendim güven, istikrar vs... İlgisi yok. Yakından analiz edilirse görülür ki 2005 ve 2006da gelen yabancı sermaye girişi, yabancı sermayenin yeni yatırım için girişi değil özelleştirmeler ve banka satışlarından giren yabancı sermayedir.
Telekom özelleştirmesi kendi başına önemli bir el değiştirmedir ve gelen yabancı sermaye, yeni bir giriş olarak takdim ediliyor. Bazı bankaların ve Petrol Ofisi gibi önceden özelleştirilmiş bir kuruluşun önemli bir hissesinin yabancılara satışı ile girmiş görünen yabancı sermayeye de olmadık payeler biçiliyor.
Özelleştirmeler ve yabancılara satışlar, Türkiye için bir başarı öyküsü olamaz. Bir kere bununla gelen yabancı sermaye; yeni yatırım, yeni istihdam, yeni katma değer yaratacak girişler değil eldekilerin devridir. Tapuların el değiştirmesidir. Bunları satmakla Türkiye kazanmış mıdır? Telekom gibi kâr üreten bir kuruluşu satmakla Türkiye ne kazanmıştır? Finansbank, Dışbank, Garanti, TEB, Akbank, PO, hisselerinin tamamını ya da bir kısmını yabancılara satmakla kendi adlarına başarılı operasyonlar yapmış olabilirler ama bu satışlardan Türkiye ne kazanmıştır?
Kaldı ki bu yolla gelen yabancı sermaye, bir kerelik gelmiştir; yeni Telekomlarınız mı var yeniden satılacak?
Sıcak para bağımlılığı
Yine de bu bir kerelik satışlarla gelen yabancı sermayenin, cari açığı hızla uçuruma götüren çarpık büyümenin, finansmanına yetmediği ortadadır. İthalata ve yine artan ölçüde ithalata dayanan büyüme, cari açığı 31 milyar doların üstüne çıkarmıştır. AKP iktidarının ilk yılının sonunda (2003) bu açık 8 milyar dolardı, 2006 sonunda 31 milyar doları geçmiştir. Yani yüzde 287 artmıştır. Bu açığın finansmanı tabii ki yabancı sermaye girişi ile olmamıştır. O yıllarda (2002-2004) yabancı sermaye girişine bakın; yılda 1-2 milyar dolar ve onun da neredeyse tamamı emlak satışlarından sağlanmış. Yani özelleştirme ve banka satışlarının başlamadığı yıllar. O zaman cari açığı finanse edecek tek kaynak, sıcak para olarak arzı endam ediyor. Sıcak para stokuna baktığımızda; AKP iktidarının ilk icraat yılı sonunda 16 milyar dolara yakın iken 2006 sonunda 65 milyar doları aşmış, yani yüzde 306 büyümüş... Bu para girdikçe ekonomi çarkları dönmüş, girsin diye de Türkiye, bu spekülatif sermayeye dünyanın en cazip reel faizini vermekten geri duramamaış ve bütçenin yüzde 30lara yakını, borç faizi olarak sıcak paracılara aktarılmış..
Borç ödenmedi
Bir diğer çarpıtma da dış borçlara yapılıyor. Başbakan, pek populist-kurnaz bir seçişle IMFye ödenen borçların azalmış olmasından söz ediyor.
Bir kere IMFye olan borçlar, Türkiyenin dış borç stoku içinde en yüksek olduğu zamanda bile yüzde 17yi bulmamıştır. Yıllara göre IMF borçlarının toplamdaki payı tabloda yer almaktadır. Görüldüğü gibi IMF borcu, daha çok sembolik bir borçtur. IMFden alınan krediler, sıfırın tüketildiği sırada, kimsenin borç vermediği bir zamanda IMFnin istikrar programı için açtığı, daha doğrusu kendisinin neden olduğu finans krizi enkazının kaldırılması için alınmış kredilerdi. Bu kredileri, belli bir kemer sıkma programının performansına bağlı olarak Arjantin ve Brezilya ile birlikte en çok kullanan ülke, Türkiye olmuştu. Hatta Türkiye, IMF kotasının üstünde kredi kullanımına mazhar olmuştu. Bu borçları da tabii ki ödeyecekti. Ödemezse IMF, dünya finans sermayesinin gözetlediği yeşil ışığı hiçbir zaman yakmayacak, sıcak parasından doğrudan yatırımcısına kadar kimse Türkiye kapısından içeri girmeyecekti. Burada önemli olan, IMF borcu ve ona yapılan ödeme değil IMFnin kemer sıkma politikalarını sadakatle yerine getirmek ve sermaye girişini sağlamış olmaktır.
Şimdi Tayyip Erdoğan kurnazlığı işte burada. Toplam borç stokunun içindeki payı yüzde 15lerde olan IMF borcunu, Türkiyenin esas borcu gibi gösterip bunu ödemiş olmayı da maharet saymak. Oysa ağacı bırakıp ormana bakınca ne görülüyor? Türkiyenin özellikle reel kesimin borçlanmasıyla dış borç stoku büyüdükçe büyüyor ve 200 milyar doları 2006 sonunda aştığı tahmin ediliyor. Bu toplamda IMF borcu, yüzde 17lerden yüzde 7lere düşmüş; hiç anlamı yok!.. Önemli olan şudur: AKP iktidarı döneminde dış borç stoku yüzde 39 artmıştır Elhak, kamunun dış borçlanma temposu düşmüştür ama kamu niye borçlansın ki? Ne yatırım yapıyor, ne kamu hizmeti sunuyor. Yatırımlar askıya, hizmetler piyasaya!.. Böyle olunca da borçlanmayı piyasa, yani özel sektör yapıyor. Ama borç, Türkiyenin dış borç stok hanesine yazılıyor. Ve evet, dile kolay; AKP iktidarı döneminde yüzde 39-40 büyüyerek 200 milyar doları aşmış bulunuyor. Çok ciddi bir kambur, çok ciddi bir risk, kırılganlık!..
Gerçek şudur!
Tahrifatlar baş aşağı edilip doğru okunursa, görünüm şudur: Türkiye, AKP iktidarı döneminde de yüksek reel faiz ile cezbedilen spekülatif sıcak para girişi ile büyümüştür. Dünyada hızlı bir sermaye birikimi sürecinin yaşanması ve likidite bolluğu yaşanan konjonktürün henüz sonuna gelinmemiş olmasının da etkisiyle, sıcak para girişi AKPnin şansı olmuş, çarklar bu para ile dönmüştür.
Ama bu hiç de hayırlı bir süreç olmamıştır. Yılda yüzde 6-7leri bulan bu dönemin büyümesi; istihdam yaratmayan, Türkiyenin üretim gücünü düşük döviz kuru karşısında eriten, küçük sermayedarını ezen, tarımını çökerten ve ileriyle büyük enkazlar taşıyan bir büyüme olmuştur. Doğrudan yabancı sermaye girişleri, başlangıçta emlak satışından başka bir şey değilken son iki yılda özelleştirme ve banka satışlarının etkisiyle kabarık görünmektedir ama izleyen yıllarda bunların bir atımlık barut olduğu anlaşılacaktır. Ne özelleştirme ne de varlıkların yabancılara satılması, Türkiye için övünülecek ve yarar getirecek icraatlar değildir. Türkiye, bunun bedelini bugün yoğun bir işsizlik ve yoksullaşma ile ödemektedir; gelecekte de çok ağır bedellerle yüz yüze gelecektir.
Mustafa Sönmez
Evrensel'i Takip Et