25 Şubat 2007 01:00

MERCEK


Kısa bir süre önce yapılan kongresinde ÖDP Genel Başkanlığı’na delege çoğunluğunun desteğiyle yeniden seçilen Ufuk Uras, kongre akabinde katıldığı bir televizyon programında, aktüel politik gelişmeler üzerine açıklamalarda bulundu ve sosyal-iktisadi durum hakkındaki görüşlerini özetledi. Yeni bir seçim yılına girilmiş olmasından olmalı, Uras, biraz da “seçmene selam” babından bir belagatla, partilerinin “birleştirici misyonu” ve “önde görünmeden iş yapma özelliği”nden söz ederek politik-sosyal ve iktisadi alanlarda emekçilerin durumunun iyileştirilmesi amacıyla “solun birliğinin taşıdığı önem”e değindi. Uras, ÖDP adına açıklamalarında, demokratik bir ülke için ‘sol’un “siyasi iradeyi birlikte oluşturma” ve “ortak akım oluşturma”sının gerekliliğine değindi ve bu kapsamda sorulan sorulara yanıtında, Kürt sorununa yaklaşımlarını “kimliğin özgürce ifade edilmesi” “şiddete fırsat verilmemesi” bağlantısı içinde ortaya koydu. Hümanist söylemin kavramları etrafında geliştirdiği açıklamalarında, “insanlar nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşamalı” türünden nereye çeksen gidecek yaklaşımlar gösteren Uras, antidemokratik siyasal sistemin, sömürü düzeninin ve Kürt sorunuyla genel olarak azınlıklar sorununda devlet ve hükümetin ısrarla sürdürdüğü baskıya dayalı ve inkarcı şoven politikayı “insanı sevmek” merkezli bir yaklaşımla eleştirdi! Uras’ın açıklamalarına biraz daha yakından bakalım.
Uras’ın açıklamalarını ve belagatlı söyleminin üzerine oturtulduğu hümanist yaklaşımını, açıktır ki bir televizyon programının kısıtlı süresindeki açıklama ve yaklaşım olarak almak gerekiyor. Bunun getirdiği “boşluklar” olabilir! Uras’ın “insanı sevmek”; “insanlar nasıl istiyorlarsa öyle yaşamalı” türünden anlayışları da popülist bir belagat sayılarak geçiştirilebilir. Bu söylem tarzı çünkü, “insan”ı, emperyalist politikayı uygulayanı ve kapitalistiyle ezilen ve sömürüleni ayırt etmeksizin genel bir kategori içine sokmaktadır. “İnsanlar”ın “nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşamaları” ise, sömürü sisteminin ve onun baskıcı-bürokratik kurumlarının her türden bağlantı ve etki alanı dışına çıkmalarından soyutlanarak savunulduğunda, “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” Keynesçi anlayışını çağrıştırır ve mevcut düzen koşullarında böylesi bir yaklaşım üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanların işine yarar. Emekçiler ve ezilenlerin, bugünkü sistem içinde nasıl isterlerse öyle yaşayabilecekleri sanısı yaratmak aldatıcılık olur. Bunu bir yana bırakalım.
Ufuk Uras’ın özellikle partilerinin “istisnaları” olarak sıraladığı “özellikler”i sayarken aşırı abartıya gereksinim duyması ve olmayanı olmuş gibi göstermesi ise üzerinde durulmayı gerektiriyor. Çünkü Uras “birlikte hareket”ten söz ediyor. Sorun bu olunca da, her şeyden önce, ÖDP’nin özellikle de U. Uras’ın ilk genel başkanlığı döneminde ve bugüne gelen süreçte, işçi ve emekçilerle emekçilerin çıkarlarını savunan parti, örgüt ve çevrelerin birlikte hareket etmeleri konusunda, “birleştirici misyon”a sahip olması bir yana, “sol’un birliği” adına “sosyal demokrasiyle birlik” ve Kürtlerin politik örgütlerinden uzak duruş tutumunun gözden geçirilmesi gerekiyor. Buna karşın, eğer bugün Uras ve ÖDP, yakın geçmiş dönemdeki bu tutumun yanlış ve hareketi zaafa uğratıcı işlevini görmüş olarak bundan böyle sermaye karşıtı güçlerin birliği için daha kararlıca ve emekçilerin çıkarlarını “parti çıkarları”nın önüne alarak çalışılacağını söylüyorlarsa, bu, kuşkusuz olumlu ve önemli bir tutum olacaktır. Ülkenin içinde bulunduğu durum ve içinden geçtiğimiz dönemin özellikleri, sermaye saldırılarına karşı işçi ve emekçi hareketini geliştirme sorumluluğunu artırmıştır. Bu durum kendilerini “sol güçler” olarak tanımlayanlar da içinde olmak üzere işçi sınıfı ve emekçilerin; Kürtlerin ve öteki milliyetlerden tüm ezilenlerin bir demokrasi ve bağımsızlık mücadelesi cephesinde bir araya gelmelerini acil bir ihtiyaç haline getirmiştir. Bunun için örneğin “Türkiye Barışını Arıyor” Konferansı’nın ‘sonuç bildirgesi’ne de yansıyan talepleri de içeren bir dönemsel mücadele programı etrafında birleşilebilir ve halkın iktisadi-sosyal ve politik bakımdan daha iyi duruma geleceği bir değişimi sağlamak üzere bir “siyasal irade” oluşturulabilir. Şoven milliyetçiliğin ve antidemokratik siyasal sistemin ürünü baskı ve cinayet politikalarına set çekmek üzere bir “ortak akım” geliştirilebilir. Bütün bunlar mümkün ve gereklidir. Ancak, bu çabayı yürüteceklerin, Uras’ın yaptığı türden böbürlenmelere ihtiyacı olmamalıdır. Dahası, ÖDP’nin, kamu emekçileri sendikalarında ve öteki bazı kitle örgütlerindeki “taktikler”iyle geçmişte ve hâlâ mücadelede ilerici-“sol”-devrimci parti-örgüt ve kesimlerin “ortak siyasal iradesi”nin “birlikte oluşturulması”(!) konusunda “birleştirici misyon”a sahip olmadığı görmezden gelinerek bu “misyon” yerine getirilemez! Uras yönetiminin önünde her şeyden önce, partisinin bu tutumunu değiştirmesi sorumluluğu durmaktadır. ÖDP, CHP-DSP ile mi birlik yapacak yoksa emekçiler ve örgütleriyle mi, önce buna karar vermelidirler.
A. Cihan Soylu

Evrensel'i Takip Et