27 Şubat 2007 01:00
Dağda bir süre kalırsınız sonra vadiye inersiniz
Heınrıch Böll Stıftung Derneği tarafından Bilgi Üniversitesinde düzenlenen geçmişle hesaplaşma konferansında Güney Afrika deneyimini anlatan Hakikatleri Araştırma Komisyonu Başkan Yardımcısı Alexander Lionel Boraine, Türkiyede de çok tartışılan tanıdık ifadeler kullandı: Dağın tepesinde bir süre kalırsınız, sonra vadiye inersiniz. Gerçekler vadisine. Dönüp geriye bakmadan ilerlememiz mümkün değildi.
Boraine, geçmişle hesaplaşmanın sadece elitlerin işi olmadığını, sokaktakilerin de buna katılmasının sağlanması gerektiğini de sözlerine ekledi.
Birinci gün daha çok bellek, hafıza, unutma, hatırlama ve geçmişle hesaplaşma gibi kavramlar üzerinde teorik tartışmaların yapıldığı Uluslararası Geçmişle Hesaplaşma Konferansının ikinci gününde, dünyadaki pratik örnekler masaya yatırıldı. Bu örneklerden en dikkat çekeni ise Güney Afrika deneyimiydi. Geçmişle ve ırkçı rejimle yüzleşmek için Güney Afrikada kurulan Hakikat ve Barış Komisyonunun başkan yardımcısı olan Alexander Lionel Boraine, son derece çarpıcı bilgiler verdi.
İşte Borainenin Güney Afrika deneyimiyle ilgili aktardıkları:
Hesaplaşma nasıl başladı?
Ağırlıklı olarak bir baskı politikası ve direnç politikası vardı. Giderek şiddetleniyordu. Sonunda bir müzakere süreci başladı. Savaş mantığının yerini barış mantığı aldı. Bir anayasa görüştüler. Ben seni nasıl yok edebilirim? söylemi yerine Birlikte nasıl başarılı olacağız? söylemi öne çıktı. Tabii tavizler yaşandı. Ama demokratik bir seçimle hükümet oluşturuldu. İnsanlar sokaklarda dans ediyordu. Daha önce hiç oy kullanmamış insanlar ağlıyordu, kahkaha atanlar vardı. Üstelik yağan yağmura rağmen vardı bunlar. Dağın tepesinde bir süre kalırsınız, sonra vadiye inersiniz. Gerçekler vadisine. Bizim dönüp geriye bakmadan ilerlememiz mümkün değildi.
Komisyon nasıl işledi?
Bizler, bütün Güney Afrikanın süreci sahiplenmesinden yanaydık. Geçmişle hesaplaşma, sadece elitlerin işi değildi. Sokaktaki insanlar da bunu konuşmaya yöneltilmeliydi. Hiç tahmin edemeyeceğiniz akil insanlar ortaya çıktı. Komisyon, celseleri topluma açık yapıyordu. Katılımcı olsun dedik. Radyoların, televizyonların, yazılı basının bu dönüşüm tecrübesine katılmasını istedik. Medyanın bu yolculukta katılımcı olmasını istemek çok önemliydi. 2.5 yıl bütün ülkede gazeteler, televizyonlar bizimle kalarak süreci izlediler. En katı gazeteler bile kendilerine danışmanlık yapıp yapmayacağımızı soruyordu.
Komisyonun yetkileri özerkti ve cezalandırma yetkisi vardı. Bizim için önemli olan kurumlardı. Komisyona çağırdık. Birinci sorumuz, Irkçı dönemde siz ne gibi görevler yapıyordunuz?, ikinci sorumuz ise Geleceği nasıl görüyorsunuz? şeklindeydi. İnanç gruplarını, işçi gruplarını çağırdık. Keşke o karanlık dönemde daha fazla bir şey yapabilseydik diyorlardı.
Af nasıl tartışıldı?
Bizim için en riskli ve zor konu af meselesiydi. Bu zaten vardı. Müzakereler sırasında, seçim öncesinde böyle bir madde konulmuştu. Bu af, seçimleri kazanması beklenen özgürlük hareketi tarafından eklenmişti ve harika bir şekilde ifade edilmişti. Af kelimesini duyanlar dehşet içinde bakıyorlardı. Şöyle ya da böyle bir af vardı. Çizgiyi nereye çizeceğiz? Bir şekilde seçici olmak zorundasın. Suçluların sesini ve mağdurların sesini birlikte duyuyorduk.
Aftan yararlanmak için bireysel olarak başvuruyorlardı. Başvuru sahipleri bir forum dolduruyordu. Tam bir açıklıkla işledikleri suçları anlatıyorlardı. Bir süre verilmişti. Bu süre içinde başvurmayanlar yararlanamıyordu. Politik eylemler için af vardı. 8 bin kişi aftan yararlanmak için başvurdu. Ancak daha fazla kişinin başvurması gerekiyordu.
Hakikate nasıl bakıldı?
Hakikate dört açıdan bakmaya çalıştık. Bir tanım koyduk. Objektif ve adli tıp verilerine dayanan...
İkinci olarak bireysel öyküleri ele aldık. Hem mağdurların hem de suçluların... Bu öyküler, medya aracılığıyla daha geniş kesimlere aktarıldı. Çoğu zaman kalbimiz buruktu ama geçmişimize ışık tutuyordu.
Üçüncü olarak diyalojik gerçeklik. Bir mağdurun özel bir şekilde ifadesini aldığımızda, onlar veri veriyordu. Bu tarihte öldürüldü, bu tarihte saldırıya uğradı diye... Ama hikayelerini komisyona anlattıklarında, daha renkli geldi söyledikleri. Biz mağdurla diyalog halindeydik.
Dördüncüsü ise iyileştirici ve iade edici unsurdur. İnsanların onurunun iade edilmesi öncelikliydi. (İstanbul/EVRENSEL)
Bir beyazdı ama siyahlara kayıtsız değildi
Yaklaşık otuz üç yıl boyunca baskıcı apartheid (ırkçı) rejimi altında yaşayan Güney Afrika, sonunda geçmişiyle hesaplaşmaya karar verdi. Apartheid döneminde yaşanan tüm ihlaller, bir Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu tarafından araştırılacaktı. Komisyon, geçmişi inceleyecek, faili meçhul cinayetleri aydınlatacak, meçhulleri tespit edecek ve failler suçlarını kamuoyu önünde itiraf ederse affedilecekti.
Alexsander Borainei 1990lı yıllarda böyle bir komisyon çalışmasının içinde yer almaya yönelten, bir beyaz olarak yıllarca siyahların yaşadıklarını içinde hissetmesi olmuştu. Boraine, bir beyazdı ama siyahların yaşadıklarına kayıtsız kalamazdı.
Yıllarca din dünyasının içinde yer alan Boraine, 1970te Güney Afrika Metodist Kilisesinin başkanlığına seçildi. Daha o zamanlarda bile apartheidle mücadele, hayatının en acil meselesiydi. Kilisenin apartheidle mücadele etmede güçsüz olması nedeniyle iş dünyasına geçti. İş hayatında rejimin acımasızlığını daha bir fark etmişti. Bir süre sonra kendi tabiriyle Bu rezaletin kalbine bakmak istediği için iş dünyasından ayrılıp doğrudan siyasete atıldı. Parlamentoda yer aldı. On iki yıl boyunca parlamentoda apartheidi eleştirdi.
Dink için hakikat komisyonu önerisi
Konferansın kapanış konuşmasını, Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Mithat Sancar yaptı. Sancar, Türkiyenin geçmişiyle yüzleşmediğini, geçmişin Türkiye ile yüzleştiğini ifade etti. Sancar, Türkiyenin geçmişi ile yüzleşmesi için mutlaka yeni bir dil yaratması gerektiğini vurguladı.
Geçmişle hesaplaşmanın soyut bir tarih merakı olmadığına vurgu yapan Sancar, yüzleşmenin bir aydın fantezisi de olmadığını söyledi. Siyasal kültürün demokratikleşmesi, yatay ve dikey şiddet ortamının sona ermesi ve hukuk devleti olabilmek için yüzleşmenin şart olduğunu vurgulayan Sancar, Türkiyenin geçmişiyle yüzleşmeyi, acıyı ve yası ortaklaştırarak gerçekleştirebileceğini dile getirdi. Yeni bir dil yaratılmadan yeni bir dünyanın yaratılamayacağına işaret eden Sancar, Türkiyenin geçmişinin adeta bir özeti olarak Hrant Dink cinayetini örnek göstererek Dink cinayeti ile yüzleşmek için araştırma komisyonu kurulması gerektiğini, komisyonun, zamanla dalga dalga yaydırılarak diğer konulara da altyapı oluşturabileceğini söyledi.
Almanya Naziyle nasıl hesaplaştı
Konferansa Almanya Jena Üniversitesinden katılan Prof. Dr. Norbert Frei, Almanya, Nazi geçmişiyle nasıl hesaplaştı? sorusuyla başladı konuşmasına.
Almanyanın Naziyle hesaplaşmasını, Temizleme ve arınma politikası, Geçmişle hesaplaşma ve Uzlaşma olarak üç döneme bölen Frei, özetle şunları anlattı:
Temizleme ve arınma
1945 yılında Almanlar, müttefikleri tarafından sorumlu tutuldu. Adli arınma, Nazi partisiyle sınırlı kalmamıştı. 5 bin suçlu mahkemeye çıkarıldı. 800ü ölüm cezası aldı. Bunun üçte biri uygulandı. Savaş sonrası ciddi bir temizlik yapıldı. 80 bin Alman tutuklandı.
Geçmişle hesaplaşma
1950lerin başında bu politikalar revize edildi. Bu sürecin özelliği, aslında Nazi geçmişiyle hesaplaşmadır. Yeni bir demokratik ortam var. Temizlenmişsin, Nazi geçmişinle ayrışmışsın. Ama bireylerin topluma tekrar entegre edilmesi düşünülmüştü. Almanlar, bu konuda uzun süre dünyayı ikna etmeye çalışmıştı. Hitler mağduru, savaş mağduru, daha sonra müttefiklerin mağduru oldu. Bunun artık son bulması gerekiyordu. En azından kültürel bakımdan Naziyle yüzleşme yaşandı. Gazeteler halen Nazi döneminde yaşananları anlatmaya çalışıyor.
Son olarak uzlaşma
1960-70, hatta 80lerin başında, soykırımı konu edinen bir televizyon dizisi çok önemli oldu. Kişisel olarak kendisini sorumlu gören insanlar, bulundukları konumları terk etti. Azalmaya başladılar. Bu, aslında bir uzlaşmaydı.
Şahin Bayar
Evrensel'i Takip Et