2 Mart 2007 01:00

Sis ve Gece güncelliğini koruyor


Turgut Yasalar Leoparın Kuyruğu’ndan sekiz yıl sonra ikinci filmi Sis ve Gece’yi çekti. Bu sürecin ilk dört senesini ilk filminden kalan borçlarını ödemek için birçok televizyon dizisi yazarak ve çekerek geçirdi. Kendi deyimiyle aralarında “haysiyetli” olanlar da vardı, sadece para için çektikleri de... Geriye kalan dört senede de ikinci filminin finans sorunlarını çözmeye çalıştı. Ve sonunda Ahmet Ümit’in Sis ve Gece adlı romanını beyazperdeye uyarladı. Bundan sonraki filmi için bu kadar ara vermek zorunda kalmamayı uman yönetmenin umudunu paylaşmak düşüyor bize de. Yönetmen filmin bir polisiye gerilimden çok bir aşk ve gizem öyküsü olduğunu söylüyor. Kaybolan bir kız; Mine (Selma Ergeç) ve kaybolan sevgilisini bulmakta güçlük çeken bir gizli servis elemanının (Uğur Polat) öyküsü… Filmin diğer rollerini paylaşan oyuncular arasında İlyas Salman, Ayten Uncuoğlu, Ümit Çırak, Yetkin Dikinciler, Sara Meriç Cinbarcı da bulunuyor. Yönetmen Yasalar’la geçtiğimiz hafta vizyona giren filmini konuştuk.

Ahmet Ümit’in romanı “Sis ve Gece”yi sinemaya uyarlamaya nasıl karar verdiniz?
Bir gün Taksim’den 4. Levent’e gidiyordum. Metronun girişinde yeni yayınlanan romanı Kukla’yla ilgili tanıtıcı bir fasikül dağıtıyorlardı. Okudum ve çok ilgimi çekti. Sonra döndüm Taksim’e romanı aldım. Sis ve Gece ile Kar Kokusu’nu almıştım evde duruyordu. Okurum diye bekliyordu. Patasana’yı, Kar Kokusu’nu Sis ve Gece’yi Kukla’yı yazılış sırasına göre okudum. Ama aklımda Sis ve Gece kaldı. Ahmet’i o zamanlar tanımıyordum, bir ortak dostumuzu aradım. Ahmet’le buluştuk. Rakı içtik, sohbet ettik. Ahmet ihtiyatla karşılamış, bir sürü adam gelip gidiyor Turgut nereden çıktı demiş. Fakat o zamanlar anlatmamıştı, bugünlerde anlatıyor. Romanın üzerinde konuştukça romanın şifresini çözdüğümü söyledi ve oradan başlayarak aramızda bir sıcaklık başladı. Fakat o sırada romanı opsiyonladıkları için benim bir süre daha beklemem gerekiyordu. 2003 yılında kontrat yaptık ve ben romanın üzerinde çalışmaya başladım. Bir yandan da finans aradığımız için bugünlere geldik.

Romanda sizi en çok ne etkiledi?
Roman çok katmanlı bir roman. Birincisi bugün de güncelliğini koruyan birçok meseleye değiniyor. Filmin başında bir yargısız infaz meselesi vardır, sonra o döner bumerang gibi kahramanımızı vurur. Hukuk dışılığın aslında bir gün dönüp bizi de vurabileceği meselesine değinir roman. Azınlık meselelerine değinir. Güncel ve yakıcı bir hikayedir. Hikaye 1996’da geçiyor olmasına rağmen, romanda ve filmde ne anlatılıyorsa bugün için aynısı geçerlidir. Her şeyi orada bulabilirsiniz. 2007’de geçiyor olabilirdi ve hiç de şaşırtmazdı bizi. Çok sayıda insan hikayesi vardır. Mine’nin annesiyle babasının hikayesini çıkarın romandan, dört başı mağrur melodram çıkar. Cuma’nın hikayesini alın çıkarın muhteşem bir hikaye çıkar. Fahri’nin Sinan’ın hikayesini alın o taraftan bakın bambaşka bir hikaye çıkar. Çok güzel bir kurgusu vardı. Çok sinematografik bir romandı. Çok sağlam bir finali vardı. Bir polisiyede olması gereken en temel meseleler orada vardı. Dolayısıyla romanı senaryolaştırmak ve bir film haline getirmek için şiddetli bir arzu duydum diyelim. Benim sevdiğim meselelere değiniyordu. O yüzden senaryo yazımında da çok zorlanmadım açıkçası.

Finans bulma sıkıntısı yaşadığınız için filmi dört yıl sonra çekebildiniz. Bu süreçte neler yaptınız?
Bütün bu süre içerisinde senaryo üzerinde çalıştım. Bir versiyon yazıp bırakıyordum. Birkaç ay demleniyordu. Sonra tekrar alıp okuyordum. Ahmet’e gönderiyordum ne diyorsun bir bak bakalım diye. Onun değerli hoş katkıları oldu gerçekten. Böyle böyle şekillendi. Aslında her sene geçişte yine filmi çekemedik, hay Allah diye canım sıkılıyordu, üzülüyordum. Ama bugünden baktığımda iyi ki bu üç yıl geçmiş çünkü bu üç yıl sonra onuncu versiyonuyla sete çıktım. O versiyonları yazma şansım oldu.

Romanda faili meçhuller, yargısız infazlar ve teşkilat içi çatışmalar yaşanıyor. Ama siz aşk hikayesini daha ön plana çıkartmışsınız. Nedenini öğrenebilir miyiz?
Kahramanımız Sedat’ın filmin başındaki yargısız infazın ve hukuk dışılığın gelip onu vurması meselesi finaliyle çok bağlantılı... Filmin finalini açık etmeyelim ama izlendiğinde anlaşılır. Filmin başıyla sonunu düşündüğünüzde aşkın mutlak öne çıkması gerekiyordu. Teşkilat içi sivil-asker çatışması ve diğer o yan öyküleri de ön plana çıkartmak mümkündü ama o zaman başka bir yapı çıkardı. Biraz romana da sadık kalmak istememden kaynaklanan da bir şey bu. Aşk da sonuçta çok evrensel bir şey.

Romana sadık kalmak istediğinizi söylediniz. Sizce bir yönetmen bir romana ne kadar müdahale etmeli ya da bir yazar filme ne kadar katılmalı?
Ahmet Ümit’le bu film için geliştirdiğimiz işbirliği çok özel bir durumdur. Bu romanın kendisinden kaynaklanıyor öncelikle, çünkü romanın hakikaten çok sinematografik bir yapısı vardı. Bizim Ahmet’le bu filmle ilgili el sıkışmamızın arkasından onun Şeytan Ayrıntıda Gizlidir adlı öykülerinden yola çıkarak TRT’ye bir dizi yaptık. Onun senaryolarını ben yazdım. Ama her bölümün hikayesini oluştururken bir tredman grubumuz vardı ve Ahmet de onun içindeydi. Biz o işbirliği sırasında egolarımızı birbirimizi ezmek için kullanmadığımızı gördük. Ego sorunu yaşamadık. Çok zordur bir yazarla yönetmenin yan yana gelip hiç kavgasız gürültüsüz bir iş yapıyor olması. O yüzden ben yazdığım her senaryoyu ona götürüp gönül rahatlığıyla verdim. Çünkü biliyordum ki o sadece filme hizmet etmek için bir şey yapacak. Romanın edebi bir değeri vardır onu ben değerlendiremem ama iyi bir roman olduğunu biliyorum. Oradan yola çıkarak başka bir sanat yapıtı ortaya koymaya çalıştım. Dolayısıyla romandan yola çıkarken o yaşanan süreç istediğiniz gibi değerlendirilebilir. Bambaşka bir şey de yapılabilirdi. Zaten pek çok edebiyat uyarlamasında da böyle yapmak mecburiyetinde kalıyorsunuz. Cümlelerle, kelimelerle ifade edilmiş bir edebi yapıt var. Siz onu plastiğe dönüştürürken ister istemez bir sürü şeyi eğip büküyorsunuz, çok gölgede kalmış bir karakteri ön plana çıkartıyor, bazı karakterleri öldürüyor, yeni karakterler ekliyorsunuz. Geniş bir özgürlük alanı var aslında. Yarın öbürsü gün başka bir edebiyat uyarlaması yaparsam ve böyle davranırsam hiç şaşırmamak lazım. Burada Ahmet’in romanına sadık kaldım diye ömrümün sonuna kadar böyle bir sadakat sözü veremem. Vermemem lazım, kimse veremez.

Filmin bütün oyuncuları çok olumlu eleştiriler aldı. Ama özellikle 16 yıl sonra ilk kez bir sinema filminde oynayan İlyas Salman’ın performansı çok beğenildi. Oyuncu kadrosuna nasıl dahil ettiniz?
Hiç unutmuyorum bir pazar günü senaryo üzerine çalışıyorum. Televizyonda gördüm öfkeyle konuşuyordu, çok kızgındı. Muhteşem bir surat... Bir sene sonra da senaryoyu götürdüm kendisine. Dedim ki üstat böyle bir rol var, rol küçük ama ben seni burada görmek istiyorum. Ertesi gün senaryoyu okudu ve ben varım dedi. İyi ki de birlikte çalışmışız çok memnunum. Filmden çıkan herkesin aklında özel olarak İlyas Salman kalıyor.

Sonuçta iyi bir iş yaptım diyebiliyor musunuz?
Ben kafamdaki filmi çektim. İyi bir iş yaptığımı çok rahatlıkla söyleyebilirim. Film eleştirmenlerine yaptığımız basın gösteriminde aldığım tepkiler, onların yazdığı yazılar çok olumluydu. Arada olumsuz şeyler söyleyenler de var ama hani tartışır mıyım onlarla tartışmam, ama yazdıklarına katılıyor muyum, katılmıyorum. Onlar benim filme baktığım yerden bakmıyorlar. Başka yerden bakıyorlar. Böyle bir hakları da var tabii. Seyircilerden önemli bir kısmından özellikle kadın seyircilerden enteresandır çok pozitif şeyler alıyorum. Romanı okumuş olup da filmine gelen, hatta bir kez daha taze taze romanı okuyan insanlar var. Biz romanı çok sevdik ama filmi sevmedik diyebilirlerdi. Ama demediler. O yüzden çok keyifliyim.

Roman çok okundu, peki filmin de aynı ilgiyi yakalayacağını düşünüyor musunuz?
Çok satmış bir roman. Kitabı okuyanların da merak ettiğini düşünürsek belli bir gişe yapacaktır. Milyonlara ulaşmasını beklemek ham hayal ama önemli sayıda insanın seyredeceğini düşünüyorum.
(İstanbul/EVRENSEL)
Televizyonda ağır bir sömürü var

Keşke sinema sektör kelimesinin içini doldurabilecek bir olgunluğa erişse. Ama ağırlıkla televizyon dizileri üzerinden gidiyor. Yani eski Yeşilçam bugün televizyon üzerinden yürüyor. Yılda 80 tane dizi çekiliyor. Bunların her biri 80 dakika ki bir uzun metrajlı film demek. Haftada 80 tane film çekiliyor gibi bir durum var ortada. Arkadaşlarım çok yoğun çalışıyor. Ayrıca bir parantez açmak gerekirse orada da ağır bir sömürü var. Haftada 80 dakikalık bir film çekmek neredeyse imkansız. Bu nasıl oluyor bilmiyorum. Ben iki senedir dizi işlerine bulaşmadım. Ama yazması, çekmesi, oynaması, kameramanlığını yapması da zordur. Ama o tezgahtan da bir sürü insan pişiyor. Orada çalışan bütün arkadaşlarımın hayali uzun metrajlı bir sinema filmi çekmektir. Kameramanlığını yapmaktır, oynamaktır. Bu sene üretkenlik artarak devam ederse biraz daha taşlar yerine oturacaktır. Sinema biraz daha sektörleşecektir. Ama bugünden çok sağlıklı bir değerlendirme yapamam açıkçası.
Ulaş Emre

Evrensel'i Takip Et