7 Mart 2007 01:00

Nefrete, kine karşı bir proje: Yaş-Ar


Müziğini “Irkım insan, dinim doğa, baharatlarım lezzetlerim Ermeni” sözleriyle tanımlayan Arto Tunçboyacıyan ile farklı lezzetteki baharatların müziği ve hayatı renklendirdiği ve zenginleştirdiği, binlerce yıl bir arada yaşayan kadim kimlikler ve Anadolu coğrafyası üzerine sohbet ettik. Hrant Dink’in öldürülmesinin kırkıncı gününde Yeni Melek Gösteri Merkezi’nde düzenlenen gece için Türkiye’ye gelen sanatçıya, gece ve “Nefrete Kine Karşı” adıyla Yaşar Kurt ile geliştirdiği proje ve gecede seslendirdiği şarkı üzerine sorularımızı sorduk. Denize kıyısı olmayan bir ülke için deniz orkestrası kuran, içindeki deniz için müzik üreten, gemisini toprak üzerinde sevgi ile yürüten insanların kalbine ulaşıp yol açan, ödüller alan, müzikte sınırsız bir yeteneğe sahip, enstrümanı araç olarak gören, yeri geldiğinde bedenini enstrüman olarak kullanan bu sıcak dünya insanıyla, farklı baharatlar, farklı lezzetler, kimlikler üzerine konuştuk.

Hrant Dink için düzenlenen gece hakkında düşünceleriniz nelerdi?
Gecenin manasını herkes biliyor. Neden orada olduğumuzu araştırırsan, iyi bir insan için oradaydık. Onno’ya da, Hrant’a da reaksiyon aynıydı, iyi bir insan oldukları için insanlar geldiler. Hrant’ı tanımayan tonla insan oradaydı, ama iyi bir insan olmanın karşılığını ve cezasını hayatınla ödüyorsun, ne kadar anormal bir durum. Tek farklı tarafı artık burada da reaksiyon verebiliyorsun. Bir şeyi sevmiyorsan 5 kişi olsun, istersen 500 kişi olsun tepkini gösterebiliyorsun. İşin anahtarı bu zaten, eğer bir problem varsa orada konuşarak halledelim. Hrant nefreti kini taşıyan bir insan değildi, nefrete kine karşı bir insandı. Gecede söylediğim parçayı uçakta Hrant için yazdım. Hrant kimdir, nedir, ne oldu... Onun için ayın 23’ünde şarkının melodisini Yaşar Kurt’a gönderdim. Bir proje başlattık, gecenin manası, herkesin hayatının manası oldu. Herkesin ihtiyacı olan bir şey, etrafındakiler ile güvenle yaşamak herkesin hakkı olan bir şey.

Halkların kardeşliği üzerine neler söyleyebilirsiniz? Bu konuda ortak bir çalışma yapmayı planlıyor musunuz?
Geçen sefer geldiğimde Yaşar’la tanıştım. Yaşar iyi bir insan. Onunla bir şeyler üreteceğimi hissettim. Doğal bir köprü oluştu aramızda, köprünün bir ayağı bende varmış, bir ayağı Yaşar’da, kendiliğinden gelişti bu köprü. Ben öyle herkesin evinde kalabilen bir insan değilim, Yaşar’ın evini kendi evim gibi benimsedim. Nefrete kine karşı, savaşlara, silahlara karşı, kimliklere düşmanlığa karşı, ne olduğumuzu göstermek için. İnsan olarak doğuyoruz, sonra, sonrasında bir şeyler rahatsız ediyor ki tepki gösteriyoruz.
Ben politika yapmıyorum, politikanın ne yaptığını görüyoruz, politikanın yarattığı hayat sistemi bu. Çıkarları için herkes, herkese her şeyi yapıyor. Biz de ona karşı, nefrete kine karşı -tabii silahlarımız yok, zaten silahlara karşıyız- yeni bir proje geliştiriyoruz, yeni bir grup oluşturuyoruz. Adını size açıklıyoruz “Yaş-Ar”, isimlerin hecelerinin arasını bir küçük çizgi ile ayırdık. Dürüst, kendisini kandırmayan, karşısındakini sevmese de saygı duyan, kabul eden bir proje geliştiriyoruz. Gerçekçi bir proje olduğu için bazıları rahatsız olabilirler, Hrant’ın da insancıl olması yüzünden hayatını feda etmesi gibi bir tepki olabilir. Tepkiye göre davranamayız, Yaşar ile ben ne yaptığımızı biliyoruz insanlık için. İçimizde kötü niyet taşımadığımız için dürüst kalabiliyoruz. Gecede söylediğimiz parça projeye ait.
Projenin temeli insanlık, insan olmak nedir? Zorlanmış bir ideal Türk olmak. Ermeni olmak genetik ırkın devamı demek ama Türk demek ise sadece ideal. Genetikler var burada, Kürt, Çerkez, Rum, Pontus, Süryani, Özbeki, Tatarı, Dağıstanlısı genetiğinin devamı... Onları çıkardığın zaman ne kalıyor geriye? Orta Asya’dan gelirken de ırk olarak geliyor. Özbek buraya geldiğinde burada bir ideolojiye tabi olup Türküm diyor. Buradan Amerika’ya Türk olarak gittiğinde orada ırk olmuyorsun. Amerika bir ideoloji, Almanya değil, Alman ırkı değil. Amerika’daki ideolojinin sana sunduğu bir imkan değişikliği var. Kim işini iyi yapıyorsa ona imkan tanınıyor, sistem sana yer açıyor.
Benim Türküm diyebilmem için beni olduğum gibi kabul etmesi lazım, eşit olmam lazım, fırsatların eşit olması lazım. Ben ilk defa Türkiyeliyim dedim Hrant’a yapılan reaksiyondan dolayı, daha önce ben Anadoluluyum diyordum. Tek sebebi, Anadolu’daki kültürleri kabul ettiğim için. Ben Türk ırkının kimliği nedir dediğimde aşağılamıyorum, yanlış anlaşılmasın, anlamaya çalışıyorum. İzah etsinler, soruyorum biri bana anlatsın. Irk olarak, ben araştırdım kendi kapasiteme göre. Neden bu ideolojiye sarılamıyoruz? Sistem seni ayırıyor. İnsanca yaşamanın tek anahtar yolu, birbirini sevmesen de olduğu gibi saygı ile kabul etmesi lazım ki herkes Türküm diyebilsin.

İstanbul’a Hrant Dink için düzenlenen gece için mi geldiniz?
Hrant’la birbirimizi bulmamızdaki tek sebep Hrant’la yapılan haksızlıklara karşı oluşumuz. İnsan gibi yaşamak, kine nefrete karşı oluşumuz bizi birleştiren, Ermeni olmamız değildi bizi yan yana getiren. Ben bütün Ermenileri sevmiyorum, merhaba diyorum kafama yatıyorsa seviyorum, ya da sevmiyorum. Olaydan sonra şarkıyı yazıp Yaşar’a göndermiştim sonra kırk olunca, geldim projeyi de toparlayacaktık, şarkı projenin merkezini oluşturuyor.
Projemizin adı “Kin ve Nefrete Karşı” bu arada, şarkımızın adı da. Derler ya “İnsan ölmez”. İnsan ölmez, Hrant da insan olduğu için Hrant ölmez.

Abiniz Onno Tunç için yapılacak karma bir albüm çıkarılacaktı, bu albüm hangi aşamada?
Bir iki ay içerisinde çıkacak. Büyük isimlerle çalışınca, programların çakışmasından dolayı uzadı.

Sizi Amerika’ya götüren sebep nedir? Sadece müzik mi?
Avrupa’da bir insanın içinde biriktirdiklerine, şahsi kimliklere izin veren bir sistem yok. Yabancı olduğunu anlıyorlar. Amerika’da bu yok, New York’a indiğinde dönüp kimse bakmıyor, kimsin diye. Senin fikrini sevmese de saygı duyan, kabul eden bir mantık var. Sen ne çalıyorsun diye kimse altında art niyet aramıyor. Beğeniyorsa dinliyor, yoksa İtalyan müziği vesaire umurlarında değil. İçinde biriktirdiklerin rahat bir biçimde dışarı çıkmaya, tecrübelerle içindeki ses yoğrulmaya başlıyor, doğal bir ses oluşuyor. Ama lezzeti nereden geliyor dersen, gene Anadolu’dur kökeni.

Türkiye’ye dair gözlemleriniz neler?
Eski problemler su üstüne çıkıyor. Süresini bilmiyorum, bir sürece gidildi geri dönüş yok. Umutsuz değilim yaşanan süreçten. Dönüş olursa, herkesin birbirini yemesi lazım, bu durumda bile daha iyi bir süreç yaşanacağını düşünüyorum. Bir de birbirini sevmeden, olduğu gibi kabul ederek, saygı duyarak, bir arada dürüst olarak yeni, temiz bir sayfa açarak sıfırdan başlamak var. (İstanbul/EVRENSEL)
Deniz olmayan ülkede deniz orkestrası

Sizin kurduğunuz “Armenian Navy Band” (Ermenistan Deniz Orkestrası) sürecini ve neden böyle bir orkestra kurma ihtiyacı duyduğunuzu biraz anlatır mısınız?
Ben Ermeni okuluna gittim, Ermeni okulunda Türk tarihi almanız gerekiyor. Türk tarihinde Ermenilerin ne kadar kötü ve düşman olduğunu öğreniyorsun. O anda, hayat duruyor, 6 yaşında donuyor. O Arto yok, kaldı orada. Biz burada insan olarak görülmüyoruz, sevilmeyen düşman olarak görülüyoruz. İnsan kendi kültürünü geliştiremeyince dışarıya atamayınca içinde toplanıyor her şey, Türkçe söyleyemiyorsun aksanın var, denetimden geçirmiyorlar, zaten Ermenice söyleyemiyorsun. Bu yüzden Arto’ca bir lisan geliştirdim. Sebebi bunlar. Kendi adına bir şey geliştiriyorsun, belki iyi bir şey. İçine attıkların bir zaman sonra seni rahatsız etmeye başlıyor, dışarı çıkarmak istiyorsun. Şahsi görüşe izin vermiyordu sistem, başka yerlere gidiyorsun, orada aradığının yarısı var, öteki yarısı nerede? Sen kimsen öteki yarısı o, başlıyorsun araştırmaya. En doğal yer Ermenistan oluyor.
Dağılmadan sonra Ermenistan’a gittim acaba içimdeki his doğru mu diye. Ermenistan’da Vahakn Hayrebetyan’la tanıştım, babası Garo Hayrebetyan da çok iyi keman çalıyor. Bir kulüpte üç kişi müzik yapıyorlar, dinledim anormal caz çalıyorlar, ağzım açık kalarak dinledim. Türkiye’de ilk olayları biliyorum caz çalındığında, Ermenistan’da birden bire karşılaşınca, aşağı yukarı aynı insanlar, görünümler aynı, bir melodi çaldığında form içeren ve solo olarak çalan neredeyse kalmadı, kayboldular. Bunlar form ile çalıyorlardı. Onların doğaçlamaya reaksiyonlarını merak ettim, gece saat bir gibi oturdum yanlarına, beş saat çaldım. Sonra projemi anlattım, orkestra kuracağımı albüm çıkarmak istediğimi. Onlar da arkadaşları topladılar. Bu şekilde kuruldu orkestra. Benim kafamdaki anlamı, Ermenistan Deniz Orkestrası’nın mantığı ne diye sorarsanız, içindeki idealde temizlik, dürüstlük varsa sevgi varsa, o insan gemiyi toprak üstünde de yürütebilir. Ne kadar zordur değil mi? İnsanlar sizi olduğunuz gibi saygı ile kabul ettiğinde kalplerini açınca, gemi esasında öyle yürüyor, sevgi ile. “Kin ve Nefrete Karşı” şarkısını Türkiye’de de söylüyoruz, bir sürü yere gittik, Kars’ta söyledik, büyük bir ihtimalle Diyarbakır’da Newroz’da söyleyeceğiz, bunlar güzel örnekler benim için.
Bir insan ırkıyla, diniyle doğmuyor, seçeneğin de yok, birileri sana söylüyor. Ama sonra insan olarak nasıl yaşıyoruz? Nefreti ve kini yeni nesillere taşımanın anlamı yok, bunları kırmaya, yıkmaya, insanlar arasında güven veren şeyler üretmeye çalışıyoruz. Ben spastik engelli insanlara, Amerika’da ayda bir iki kere konser veriyorum. Onların basit şeylerle mutlu olduklarını gördüğümde, kimin engelli olduğunu görüyorum. Beden değildi engel, insanın beynindeydi, mantalitedeydi engeller ve engelli olan bizleriz. İnsanlar var gözleri görür, sözleri dünyamızın ışığını söndürür. İnsanlar var gözleri görmez, sözleri dünyamıza ışık verir. Ben bunu Aşık Veysel’den örnek alarak öğrendim. Bir kitap yazıyorum, kitabın içinde böyle sözler olacak.
Anita Kazeroğlu

Evrensel'i Takip Et