13 Mart 2007 01:00

Fanatizm ikiyüzlülüğü


Fanatik taraftarların şiddeti bu hafta başkentteydi. Günler öncesinden duyumları alınan olaylar gerçekleşti. Hayattaki varlık sebeplerini fanatik futbol taraftarlığı üzerinden anlamlandırmak peşindeki güruh, yapacağını yaptı yine ve alışıldık şiddet görüntülerine tanık olduk bir kez daha... Uçan koltuk parçaları, atılan taşlar, yarılan kafalar, inip kalkan coplar, acımasızca savrulan tekmeler, yumruklar... Maçı tribünden izleyen Spordan Sorumlu Devlet Bakanı M. Ali Şahin, maç sonrasındaki açıklamasında, verilen cezaların caydırıcı olmaması yüzünden futboldaki şiddet olaylarının önünün alınamadığından yakınıyordu.
İşin; kültür, anlayış, bakış, zihniyet boyutunu es geçip salt cezalandırmayla futbol şiddetini önleyebileceklerini zannediyorlar hâlâ. Ama tabii sorunun köküne yönelik gerçekçi çözüm yöntemlerini devreye sokmaları, futbolun büyük bir rant kaynağı olarak hüküm sürdüğü mevcut düzende olanaksız. Endüstriyel futbol, bu saatten sonra futbola bambaşka anlamlar yüklenmesine izin vermez. Bu zaten ne kulüplerin, ne yöneticilerin, ne medyanın ne de memleketi yönetenlerin işine gelir. Yoksa, “12. adam” misyonu biçtikleri taraftarlara forma, tişört, şapka, atkı, yağmurluk, mont vb. kulüpleri simgeleyen pek çok ticari ürünü nasıl pazarlarlar?
Bu “12. adam”ın rakipler üzerinde yarattığı baskıyı, sindirici gücü nasıl gözden çıkarırlar? Yalanda sınır tanımayan, kışkırtıcılığı ilke edinmiş spor gazetelerini taraftarlara nasıl satarlar? Yaşamın her alanındaki baskılar, sömürüler katmerlenirken, insanları futbolla nasıl uyutup avuturlar?
Endüstriyel futbolda fanatik taraftarlığın, -safiyane duygularla takım tutanların dışında- herkesin işine gelen bir olgu olduğu gerçeğini göz önüne aldığımızda, futbol şiddetinin önünün neden bir türlü alın(a)madığını anlamak kolaylaşacaktır.
Hep aynı terane
“Önemli olan 3 puandı” anlayışına uygun kalitede maçlar izledik yine. Gerek şampiyonluk, gerek Avrupa kupalarına katılma, gerekse de kümede kalma mücadelesi veren takımların teknik adamlarından, futbolcusundan yöneticilerine kadar herkesin dilinde şimdi bu laf var. Son 10 haftaya girilirken mücadele kızıştıkça, “iyi oyun” kaygısı iyice geri plana atılıyor. Tek hedef, ne yapıp edip sahadan 3 puanla ayrılmak olunca da maçların düzeyi belli bir çizgiyi geçemiyor. Oysa kör dövüşünü andıran itiş kakışla galibiyet peşinde koşmaktansa iyi oynayarak galip gelmeye çalışmak gerekmez mi? 3 puana ulaşmanın en uygun ve kolay yolu iyi oynamak değil mi? Teknik adamlar, sanki bu gerçeğin farkında değillermiş gibi konuşuyorlar. Diyelim ki iyi oynamadan kazandın; şampiyon, ikinci, üçüncü oldun, Avrupa kupalarına gitme şansını yakaladın. Peki orada ne oluyor sonra? Evet bu anlayış kafalardan silinmediği sürece orada neler yapılabildiğini yıllardır görüyoruz.
İyi oynamadan kazandın, kümede kaldın. Sonra ne olacak? Herhalde böyle bir anlayışla bir dahaki sezon şampiyonluğa oynamayacaksın. Oyununu geliştirmediğin ve “önemli olan 3 puandı” anlayışını aşamadığın sürece, yine kümede kalma hedefiyle ligin dibinde debelenip durmaktan kurtulamayacaksın. İyi oyundan asla ödün vermeme ilkesiyle yürüdüğün yolda küme de düşebilirsin ama uzun vadede eninde sonunda iyi oyunun karşılığını alır, hak ettiğin yere gelirsin. Yeter ki iyi oyun hedefinde ısrar edip bu yolda gelişme kaydet. Futbolun bu kadar kısır, yavan ve vasat kalmasında, “önemli olan 3 puandı” anlayışının payı az mı?
İstanbullular mutlu
Sergiledikleri vasatı pek aşmayan oyunlar bir yana, İstanbulluların yüzünün güldüğü bir haftaydı. Üçü de haftayı 3 puanla kapatıp ilk 3 sıradaki yerini korudu. Lider Fenerbahçe, artık bir şeyleri değiştirmeye kararlı düşüncelerle çıktığı maçta Konyaspor’u 3 golle geçti. İlk yarıda işler istedikleri gibi gitmez ve tribünlerde geçen haftadakine benzer homurdanmalar yükselmeye başlamışken, son dakikada gelen bir duran top golü maçın seyrini değiştiriverdi. Skor avantajıyla çıktıkları ikinci yarıda daha bir istekliydiler ve 3 farka ulaşmakta zorlanmadılar. Alex de uzun bir aradan sonra skora etki eden oyuncu rolünü üstlendi. Fenerbahçe’nin en yıpratıcı oyuncusuydu.
İkinci sıradaki Beşiktaş da zorlu Ankaragücü deplasmanını kayıpsız atlatmayı başardı ve Fenerbahçe ile arasındaki 6 puanlık farkı korudu. Siyah-beyazlı ekibin, berbat bir zeminde oynanan az pozisyonlu maçtan çıkardığı 3 puanda, yaptığı kritik kurtarışlarla Runje büyük rol oynadı. 3 puanın yanında Beşiktaş adına ayrı bir sevinç kaynağı da 6 ay sonra deplasman galibiyetine imza atılması ve bir fobinin aşılmasıydı.
Üçüncü sıradaki Galatasaray ise haftanın en kritik maçında Trabzonspor’a üstünlük sağlayarak 4 maç sonra galibiyet hasretini giderdi ve zirve yarışındaki iddiasını sürdürdü. Sarı-kırmızılı ekip, bu maçta yitireceği puanların şampiyonluk mücadelesinde telafisi olanaksız yaralar açacağının bilinciyle, önceki haftalara göre daha yüksek bir konsantrasyon ve motivasyona sahip göründü. Bordo-mavili ekibin ise bu yenilgiyle ligden beklentisi iyice azaldı. Avrupa için ellerindeki en uygun fırsat Türkiye Kupası. Artık, tüm güçleriyle oraya yüklenecekler.
Bu maçta da hakeme kızan bir tribün yaratığı sahaya bıçak fırlattı. Kimilerinin takım sevgisi(!) ne kadar da derin. Takımlarına karşı yapılan “haksızlığa” hiç gelemiyorlar ve hemen oracıkta hesap sorma eylemine girişiveriyorlar.
Mehmet Özyazanlar

Evrensel'i Takip Et