19 Mart 2007 01:00

MEDYADA GEÇEN HAFTA


“Gazetecilik” gazeteciliğe karşı
Bizde meslek gruplarının genelde pek duyarlığı olduğu bilinir. Doktorlar ya da tellaklar olması farketmez, bazen abartılı olsa da, biri meslek aleyhine kötü bir söz söylediğinde, saldırıda bulunduğunda, bir başkasına yaptığı işten dolayı bir zarar geldiğinde, meslektaşlar ayağa kalkar. Aslında bunda şaşıracak bir yan yok, bazı insanlar kendi işlerine saygı duyarlar.
Gazetecilerin çoğu ise, ne yazık ki, duymuyor işte.
Geçen haftanın medya olayı andıç ile başlayan fişleme tartışmalarının ardından, çubuğu bu kez de medyadan yana bükmeyi deneyelim. Camiada “amiral gemisinin kaptanı” olarak nam salan, Hürriyet’in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök günlerce el atmadığı tartışma hakkındaki ilk yazısında gazetecilerin fişlenmesi uygulamasına dair en ufak bir olumsuz söz etmeyip faturayı yine andıçı eleştirenlere kesmeyi başarabilmişti: “Akreditasyon bütün ülkelerde, bu arada demokrasilerde de uygulanan bir sistemdir. Ama zihin akreditasyonu çok daha kötü bir şeydir.” (Hürriyet, 14 Mart)
Gündem adında bir gazete
Fişleme ile akreditasyonu birbirine karıştırmak bir Özkök operasyonu olsa da, bu sözler aslında söyleyenin de farkında olmadığı bir gerçeği işaret ediyordu. Akreditasyon, yani belli gazetelerin belli yerlere alınıp alınmaması uygulaması yalnızca devlet kurumları tarafından uygulanan bir şey değil, benzer bir şekilde basın kurumlarını fişleyip görüşlerine göre ayırmak ve buna göre kimi müeyyidelere maruz tutmak da öyle…
Biraz daha açalım. Evrensel okurları biliyor, ama olmayanların ne yazık ki pek azı duymuştur: Bu hafta içinde bir gazete kapatıldı. Üstelik defalarca, üst üste kapatıldı. En sonunda da, daha çıkmayan bir gazete kapatılarak, basın tarihine geçecek bir olaya imza atıldı. Önce Ülkede Özgür Gündem, ardından da Yaşamda Gündem gazetelerinin başına gelenden söz ediyoruz. Aslında, hepimizin, bütün basının başına gelen…
Buradaki pervasızlık, saldırganlık, yasanın ağırlığı kadar, medyanın vurdum duymazlığı da insanı isyan ettiriyor. Öyle ya, ülkenin bir gazetesi yayınlanmadan engellenmek gibi bir uygulamayla karşılaşıyor, gazete çalışanlarının başka bir gazete çıkarmasına ya da internet sitesi yayınlamasına da izin verilmiyor. Hepsi engelleniyor. Diğer gazetelerden ise, neredeyse çıt çıkmıyor.
Gazeteci ne yapar?
İşte, sözünü ettiğimiz “akreditasyon”un sınırları burada çiziliyor. Onun adı Gündem ya, Kürtler çıkarıyor ya, Öcalan’a “bölücü başı, bebek katili” demiyor ya, baldır bacak göstermek için yarışmıyor ya, bizden değildir…
Kurtlar Vadisi dizisi yayından kaldırıldığında “sansür” diye ayağa kalkanların, aynı günlerde yıllık kapatma cezalarına alışık Anadolu’nun Sesi radyosunun yayın lisansının tümden iptal edilmesinin sözünü bile etmemeleri gibi. Andıçta “Bizdendir” listesinde yer alanların fişlemeye tepki göstermemesi, genel yayın yönetmenlernin “Bir, bu olay bir andıç falan değildi. İki, adımın asker yanlısı, devlet yanlısı, şu veya bu yanlısı gibi laflarla anılması beni hiç rahatsız etmez” (Ertuğrul Özkök), “Birileri ortalığı karıştırmak için bir andıç hazırlayıp bunu sızdırmış” (Fatih Altaylı) ya da “Asıl konu sızdırılma olayıdır” (Serdar Turgut) diyerek tartışmayı kapamayı görev bilmesi gibi.
1990’lı yılların savaş ortamında icat edilmiş “Mehmetçik gazeteci” diye bir unvan vardı, geçen hafta ortaya çıkan “TSK yanlısı-TSK karşıtı” bölünmesiyle birlikte yeniden hatırlandı. Bir isim verilse de, verilmese de, görünüşe göre medyanın önemli bir bölümü kendisini gazeteci, yani mesleği gerçeği halka ulaştırmak olan kişiler olarak, bu işi yapan başka insanları da meslektaşları olarak görmüyor. Kendilerine başka bir misyon biçiyor, askere toz kondurmuyor, bunu yaparken haberin, gerçeğin ne olduğunu umursamıyor, haberinin ucu bir yerlere dokunanlara da “Bizden değildir” muamelesi yapıyor, görmezden geliyor. Gazetelerin, televizyonların büyük çoğunluğunun yalnızca birkaç medya tekelinde gruplaşması da bu “birbirine benzeme” işini çok kolaylaştırıyor.
Keyifleri bilir. Ama öyleyse, gazeteciliğin “gazetecilere” rağmen de savunulması gerekir.
Gladyo’ya akreditasyon
Aktüel dergisinin son sayısında, araştırmacı ve tarihçi Daniele Ganser ile yapılmış bir röportaj yayınlandı. Ganser, “NATO’nun Gizli Orduları” kitabıyla tanınan bir araştırmacı. Medyanın tehlikeli bularak dışında kalmayı tercih ettiği tartışmalardan biriydi konu, Gladyo, yani NATO tarafından kurulan “gizli ordu”, kontrgerilla tipi örgütlenmeler. Ganser, bu örgütlerin Türkiye’deki uzantısının çözülme sürecinin dışında kaldığını açıklayıp sebebi şöyle ilan etti: basın!
“Türk basını Gladyo’ya akredite” başlıklı röportaj oldukça ilgiyi hak ettiği için, buraya da bir kısmını alacağız. Daniele Ganser şöyle diyor:
“Gladyo’nun ortaya yeterince çıkmamasının ilk nedeni basındır! 1990 ve 1991 yıllarında Almanya, İspanya, İtalya, İsviçre, Hollanda’da gizli orduların askerleri ve parlamenterler ısrarlı bir şekilde bu ordular hakkında sorgulandı. Çünkü toplumun gerçeği bilmeye hakkı vardır! Yani diğer ülkelerdeki gizli orduları açığa çıkartmadaki medya baskısı Türkiye’dekinden çok daha fazlaydı. İkinci nedeniyse Türk parlamentosu Gladyo hakkında detaylı ve kamuya açık bir soruşturma yapmadı. Ama bu bağlamda Türkiye tek değil! Almanya, İspanya, İsveç, Lüksemburg, Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerde de parlamento tarafından soruşturma açılmadı. Demokrasinin olduğu her ülkede anayasaya göre milletvekillerinin yürütmeyi kontrol etmesi gerekiyor. Ancak sadece İtalya, İsviçre ve Belçika parlamentoları gizli orduları araştırarak bulduklarını kamuoyuyla paylaştı. Bu tarihsel gelişmeler şu gerçekleri ortaya çıkarıyor: Medya ve parlamento sadece askeri rejimin yaşandığı ülkelerde değil, demokrasinin yaşandığı ülkelerde de gizli örgütlerden çok daha güçsüz!
(…)
Gladyo’dan kurtulmak öyle kolay bir iş değil. Hele ki o örgüt hâlâ aktifse ve güçlü insanlar tarafından korunuyorsa! Gladyo’yu ortadan kaldırmak için güvenilir askeri, sivil güvenlik yetkililerinin çabası gerekmektedir. Herkes bilir ki güvenlik güçlerinin çoğunluğu dürüstlüğü değişmez bir ilke olarak görür ve güvenlik güçlerinin imajını zedeleyecek bir “gizli ordu” anlayışını istemez. Bu yüzden de gerek askerler gerek istihbarat yetkilileri, emekli ya da aktif olanlar Gladyo’nun çökertilmesinin önemini kabul etmeli. Aksi takdirde Gladyo asla çökertilemez. Bununla birlikte medya, politikacılar ve üniversiteler de gizli orduların araştırılmasında önemli rol oynayabilir; bu örgütün ne olduğunu ve nasıl çalıştığını anlamaya çalışmaları lazım. Toplum gerçekten gizli ordular hakkında dürüst bir tartışma isterse - yani 50 yıl önce ne yaptılar, bugün ne yapıyorlar diye - o zaman Gladyo’nun sonu getirilebilir.
(…)
Türkiye’deki örgütten daha tehlikeli gizli ordular var. Örneğin Kolombiya’daki örgüt. Bu ülkelerde herhangi bir demokratik kontrol yok. Ama Avrupa’ya baktığımızda gizli ordular bakımından Türkiye son derece karmaşık bir ülke. Çünkü mesela Danimarka’nın aksine Türkiye’de Soğuk Savaş boyunca bir seri askeri darbe oldu. Ayrıca Almanya’nın aksine Türkiye’de 1980’lerden başlayarak bir Kürt sorunu yaşandı. Bu çatışmada da Gladyo oldukça etkili oldu. Birçok insana göre Soğuk Savaş sırasında Gladyo’lar en çok İtalya’da aktif durumdaydı. Ancak yaptığım araştırmaya göre Avrupa’nın en aktifi Türk Gladyo’suydu!”
Çağdaş Günerbüyük

Evrensel'i Takip Et