8 Şubat 2008 00:00
GERÇEK
Davutpaşada bir iş hanında meydana gelen, 23 kişinin yaşamına mal olan patlamanın arkasındaki gerçekler, bir kenti, bir ülkeyi yönetenler için utanç verici, yüz karası bir durumdur.
Tuzla tersanelerinde bir işçinin iş cinayeti sonrası denize düşerek ölmesi, ancak bir gün sonra ailesinin başvurmasıyla öldüğünün anlaşılması ve sonraki olanlar (bunları gazetemizde okuduk) bir ülkeyi, bir kenti, bir işletmeyi yönetenler için utanç verici, yüz karası bir durumdur.
Kuşkusuz ki kazalar olur, bazı rastlantılar, teknik bilgi eksiklikleri, çalışanların bir yanlışı kazaya yol açabilir; bu kazalar can kaybına da yol açabilir. Ama önceden gerekli önlemler alınmış, bilimin ve teknolojinin sunduğu olanaklar sonuna kadar kullanılmış, her tür tedbir alınmışsa, kazadır denilip teselli bulunabilir ya da bundan dolayı ülkeyi, o kenti, o işyerini yönetenler suçlanmaz. Kaza sözcüğünün anlamı da budur zaten. Ama siz gerekli önlemleri almaz; kâr ya da başka gerekçelerle bilimin ve teknolojinin getirdiği güvenliği sağlamazsanız, gerçekleşen kaza değildir.
Ama gerek Davutpaşa gerekse tersanede olanlar; bırakın 21. yüzyılın teknolojik imkanlarını; 18. yüzyılın teknolojisiyle bile mazur görülemez. Çünkü, burada insani hiçbir değer umursanmamıştır, umursanmamaktadır. Burada kâr amacı gütmekten bile öte, keyfiyet, insan hayatının hiçe sayılması vardır.
Evet kapitalizmin temel dürtüsü kâr hırsıdır. Kârın olduğu bir yerde kapitalist her utanmazlığı, her fedakarlığı göze alır; her değeri unutmaya hazırdır. Ama Davutpaşada olanlar, Tuzla tersanelerinde son örneğini birkaç gün önce gördüğümüz iş cinayetleri ve bunların arkasındaki gerçekler, kâr hırsıyla bile açıklanamaz. Çalışma Bakanı denilen kişinin; Tuzla tersanelerini gezdikten sonra işçilere başsağlığı bile dilemden, sadece patronlarla konuşarak;Gelişmekte olan ülkemizde böyle şeyler olur demesi de kapitalizmle ve kâr hırsıyla yeterice açıklanamaz.
Dahası, her iki olay da, son tahlilde patronların kârlarını artırıcı değil, azaltıcı rol oynar; yani iş cinayetine uzandığında, patronlar da maddi ve manevi bakımdan zarar görür. Bu yüzden de kağıt üstündeki hesaplamalarda; iş güvenliği ve işçi sağlığına ilişkin önlemlerin alınmasının, uzun vadede patronlara daha ucuza mal olduğu görülür. Patronlar da bunu bilir ama bu önlemleri almaya yanaşmazlar. Çünkü onların gözünde işçi, kendisi gibi hakları olan, ailesi olan, duyguları olan bir varlık değil; makineler, binalar, alıp sattığı öteki mallar gibi bir maldır. Ama bir farkla ki; patron, işçiyi sadece sağlıklı olduğu ölçüde, işine yaradığı ölçüde elinde tutar; hastalığı ya da ölümü halinde de bir kayba uğramaz. Çünkü işçi; ortaçağ kölesi gibi doğumundan ölümüne kadar patronun malı değildir; saat başı kiralanmıştır ve çalışamadığı ya da öldüğünde de anlaşma bozulmuştur. Dolayısıyla yok olsa bile, bir kaybın olmadığı bir makine parçası olarak gördüğü için, işçi sağlığı önlemleri aldığında onu insan yerine koymuş olacağı için patronlar, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri almaya yanaşmazlar. Hele arkalarında yasalar karşısında (ki o yasalar işçi mücadelelerinin baskısıyla yapılmış yasalardır) sorumlu olmayacakları bir imkan varsa; patronlar, keyfi davranmayı, keyifleri uğruna işçiyi süründürecek koşullarda çalıştırmayı bir sınıf tutumu olarak hayata geçirir. Onun içidir ki tersane işçileri kurultayı sırasında işçiler, en çok patronların kendilerini insan yerine koymamasına, onurlarını kırmalarına içerlediklerini söylüyorlardı. Kısacası, patronların işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında bu kadar pervasız davranmasının arkasında, işçi karşısındaki bu ideolojik tutum vardır. Kâr hırsı ve açgözlülükle birleştiğinde, bu ideolojik tutum, onu açıkça cinayet işlemekten bile alıkoymaz.
Tersanelerde gördüğümüz ve Davutpaşa örneği ile bir kez daha yaşanan tablo budur. Oy ve popülizm uğruna her yere koşturan; örneğin Almanyada bir yangında ölen 9 Türk için başsağlığına gidecek olan Başbakan Erdoğanın, 23 emekçin trajik ölümü karşısında Davutpaşaya gitmemesi, aynı ideolojik tutumdan gelen bir reflekstir. Ya da sermaye gazetelerinin ve TV kanallarının Tuzladaki vahşeti aşan cinayeti görmezden gelmesi de aynı ideolojik tutumla bağlantılıdır.
Açgözlülük derecesinde bir kâr hırsının baskıladığı ideolojik tutum, işçilere önemli bir yükümlülük getirirken aynı zamanda mücadele imkanlarını genişletir; işçilerin ayrı bir sınıf olarak birleşmeleri konusunda ajitasyonun inandırıcılığını olağanüstü yükseltir.
Dolayısıyla bu durum, işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliğine ilişkin konularda daha duyarlı olmaları ve bunlara önem vermelerini dayatırken (eğer işçi buna önem vermezse, patronlar kendiliğinden bu konularda adım atmaz), işçiler bu taleplerle hareket ederlerse, aralarında daha kolay birleşir ve etkin sonuçlar alabilirler. Tersane ve öteki pek çok sanayi sitesinde bu doğrultuda yürütülecek istikralı bir mücadelenin kısa zamanda sonuç almaması için çok neden yoktur.
İ. Sabri Durmaz
Evrensel'i Takip Et