17 Şubat 2008 00:00
EKONOMİ ve POLİTİKA
GÜNÜN YAZILARI
Bu soru çok klâsik gibi gözüküyor. Böyle bir soruyu sokakta kime sorsak, gayet akıllıca sandığımız şu yanıtı alırız: Tabii ki türban tartışmaları, ekonomik sorunları örtüyor. Yâni, TEKEL gibi değerli kuruluşların elden çıkarılması, sosyal güvenlik yasasının çıkarılması vb gibi IMF destekli burjuvazi taleplerinin yasalaştırılması esnasında kamuoyunu uyutmaya yönelik olarak ortaya atıldı ve halkın kafasını bulandırarak, hatta bölerek, yerli ve yabancı sömürücülerin ve siyasîlerin Türkiye üzerindeki manevralarını rahatlıkla yerine getirmeyi amaçlamaktadır. Bununla da yetinmeyen çevreler, bu savlara şunları da ekleyebilirler: Türban tartışmaları, türban tasarısına karşı çıkan orduyu, muhalefeti, yargı organlarını, hatta üniversiteleri halkın gözünde küçük düşürerek, oy potansiyelini artırmayı amaçlamaktadır. Bunların hepsi, şu veya bu ölçüde doğrudur.
Ancak, tüm bu iddialara rağmen çok önemli bir gerçeğin gözlerden uzak tutulmaya çalışıldığını da hatırlayalım. Bir defa, şunu çok net olarak iddia edebiliriz ki, türban olayı, daha çok ekonomik kentsel merkezlerde yaşayan genç ve orta yaştaki kız ve kadınlarda yaygındır. İkincisi, türban olayı, son yıllarda artış göstermiştir. Üçüncüsü, türban olayı, bazı iç ve dış çevrelerin uzun ve basiretli çalışmaları sonucunda, giderek ekonomiden de beslenerek, günümüzde siyasal iktidarını da ele geçirmiştir. Dördüncüsü, eğer bu sosyal yürüyüş hattı doğru bir tanı olarak kabul edilirse, burada durulmayacağı ve daha ileri noktalara taşınacağı gün gibi ortadadır. Ve, nihaî tahlilimize geçmeden belirtilmesi gereken son bir nokta da, varolan siyasal erkin, bağlı olduğu sahte inanç sistemi gereğince, daima ve hemen her icraatte takiyye yapıyor olduğudur. Örneğin, beş yıllık iktidar süresince sessiz kalındıktan sonra, nereden emir alındı ise, son günlerde Alevilere kur yapmak bir takiyyedir. Ve, yine beş yıllık iktidar boyunca akıllara gelmemiş olan, üstelik de siyasal tabana ve muhalefetin işbirliğine hiç gerek duyulmayan anti-sigara kampanyası ve yasası, yine ne hikmetse ve hangi halkla ilişkiler kuruluşundan akıl alınmış ise, TEKELin satışının gerçekleştirileceği zamana denk düşürülmüştür. Şöyle ki, anti-sigara politikası ile, bir yandan TEKELin satış fiyatı kırılabileceği gibi, diğer yandan da TEKELin yabancıların eline geçmesi durumunda halkımızın sigara kullanımına itileceği yönündeki propagandanın da önü kesilmeye çalışılmaktadır.
Bu gerçekler duruyorken, üstelik sosyal baskıların önüne geçmenin olası olmadığı bilimsel olarak biliniyorken, başbakanın türbanın sadece üniversite ile sınırlı kalacağına garanti vermesi (!) komiktir ve sosyolojik hiçbir değeri olmayan tam bir aldatmacadır. Nasıl ki, Erbakan-Ecevit hükümeti döneminde imam-hatip meslek liselerinin klasik lise mesabesine çekilmelerinin sonucunun bugünlerde alınacağı gizlenerek, halkımız kandırıldı ise, aynı oyunla halkımız gelecek için de kandırılmaktadır. Geçmişin hesabını sormak için bugün Erbakan-Ecevit ikilisini karşımızda göremediğimiz gibi, bugünün sonuçlarının hesabını sormaya kalktığımızda Erdoğanı da karşımızda bulamayacağız.
Erdoğan ve ekibi, hiçbir hukuksal ve sosyolojik geçerliliği olmamakla beraber, eğer icraatlarında samimi ve vicdanlarında rahat iseler, türbanın sadece üniversitelerde geçerli olacağı konusunda söz vermeyi bir tarafa bırakıp, şu konularda söz vermeli ve meclisi bu konuda yasal düzenleme yapma yönünde göreve çağırmalıdır:
- Tarikatlar, cemaatlar kapatılmalı, söz konusu çağ dışı kurumlara yönelik malî ve sosyal destekler ortadan kaldırılmalıdır;
- Tarikat mensupları hiçbir şekilde siyasete girememeli, parti mensubu olamamalıdır;
- AKP ve diğer partiler içindeki tüm tarikat üyelerinin milletvekilliği düşürülmelidir;
- Okullardaki din eğitimi, din ve ahlak eğitimine dönüştürülmeli ve, tüm dinleri kapsayacak şekilde din ve ahlak konularını kapsayan, tarih ve felsefe niteliğinde seçimlik bir kültür dersi haline çevrilmelidir.
- Diyanet İşleri Başkanlığı ve devlet kadrolarında imam kökenliler konularında ciddî ve samimî dönüşüm gerçekleştirilmelidir.
AKP bu ve benzerî talepleri karşılayabilir mi, diye sorarsanız, yanıtım, kesinlikle hayırdır. Yanıtımın olumsuz olması salt AKPnin nitelikleri ile doğrudan ilgili olmayıp, toplumun devinim sürecinin doğal sonucudur. Sosyolojik açıdan din olgusu ekonomik alt-yapı üzerinde şekillenerek, onu meşrulaştıran ve bu temelde toplumu çimentolayan bir üst-yapı kurumudur. Batı Avrupa merkezli kapitalist dünyada Hıristiyanlığa karşı sekülarizmin yükselmesi ve din olgusunu bir anlamda geri plâna itmesi ekonomik alt-yapının devinimi ile ilgilidir. Türkiyeye baktığımızda, Batı Avrupadaki durumdan çok farklı bir oluşumla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz. Türkiyeye laiklik, alt-yapısı olmayan bir sisteme üstten empoze edilen bir doku görüntüsündedir. Bunun böyle olmasını, her devrim dönemlerinde olduğu gibi, Türkiye açısından da doğal kabul etmek gerekmektedir. Ne var ki, kapitalizmin eteğinde savrulan Türkiye, devletçilik dönemi hariç, hemen tüm diğer zamanlarda gerekli kalkınma ve sanayileşme hamlesini gerçekleştirememiş ve esnaf dokusu üzerine oturtulmuş imam-hatipleştirilmiş eğitim kültürüne hapsedilmiştir. 1950lerden başlayarak zamanla, büyük bir sabırla ve dış karıştırıcılarca da(!) beslenerek geliştirilen tarikat ağı toplumu teslim almıştır. Ekonomik hamlelerle beslenemeyen ve kişiliğini bulamadığından gerçek anlamda bireyselleşemeyen varlıklardan oluşan toplum, ekonomik alt-yapı üzerinde çimentolanamayıp, tam tersine ayrışıp savruldukça, tarikat ve cemaat ilişkilerinde yapay kimlik sanısına kapılmıştır. AKP, ekonomik olarak toplayamadığı toplumu bu kez dincilik tabanında kavrayabileceği zehabına kapılmıştır. Türbanlaştırma, gerçek özgürlükle yakından uzaktan ilgisi olmayan bu yönelişin aşamalarından biridir. Ekonomik alt-yapının gerçekleştirilememiş olması yanında, hemen her siyasal dönemde dinciliğin yedekte tutulmuş olması da, AKPnin dincilik yönelişi karşısında, maalesef, laikliği savunan siyasal veya sivil örgütlerin elini güçsüzleştirmektedir. Ekonomik alt-yapının yetersizliği ve burjuvazinin güçsüzlüğüne ilâveten, eğitim ortamında imam-hatipleşme, sosyal ortamda da geliştirilen tarikat ve cemaat ilişkileri, sömürücü kapitalizmin üzerine örtülerek, sistem götürülmeye çalışılırken, aslında yapıbozuculuk tüm hızıyla ilerlemekte ve toplum kamplaş(tırıl)arak, ayrış(tırıl)maktadır. Bu da AKPnin seçimlere giderken yüklendiği misyonun basamaklarından birisidir.
Şu sav da ileri sürülebilir. Türkiyenin dinciliğe savrulması, bir zamanlar komünizme karşı Yeşil Kuşak siyasetine benzer şekilde, şimdilerde de ılımlı İslâm tezini Türkiyeye yutturmaya, böylece Türkiyeyi diğer İslâm ülkelerine örnek ve onların denetçisi konumuna sürüklemeye çalışan ABD ya da Batının çabası sonucunda da hızlandırılmış olabilir. Eğer bu sav geçerli ise, Batının emeli ile Türkiyenin ekonomik alt-yapısının oldukça uyum içinde olduğu anlaşılır. Umarım yanılıyorumdur!
İzzettin Önder
Evrensel'i Takip Et