9 Ağustos 2008 00:00

Dersim coğrafyasından bir kesit: Pirdesur


Pirdesur filmini yapmaya neden karar verdiniz?
‘90’lı yıllardan itibaren Türkiye’de baş gösteren “düşük yoğunluklu savaş” sürecinde gayriresmi rakamlara göre 3 milyona yakın insan köyünü, kentini bırakarak ağırlıklı olarak batı’ya göç etti. Gerek bu sürecin etkisi, gerekse ekonomik nedenlerle gerçekleşen göçlerin en çok yaşandığı yerlerden birisi, kuşkusuz ki Dersim oldu. 1938 yılında gerçekleştirilen harekatın ardından yapılan sürgün ile neredeyse eş büyüklükte olan bu göç, bir anlamda ildeki tüm değerleri de alıp götürdü. İl nüfusunun yüzde 10’a yakın bir bölümü köyünde kalmayı seçerken yüzde 90’ı göç etti ya da ettirildi. Göç edilen bölgelerdeki insanların yaşadığı sıkıntılar türlü nedenlerle medya tarafından kamuoyunun gündemine geldi, getirildi. Ancak göç etmeyip de köylerde yaşayan insanların yaşadıkları çok fazla gündeme gelmedi. 1994 yılında köyden üniversite eğitimi için ayrıldıktan sonra bir daha geri dönme şansım olmadı. Bu zaman dilimi içerisinde değim yerindeyse büyük şehirlerdeki o kalabalıklardan birisi olduk ve geride bıraktığımız değerlerle çok fazla bağlantımız kalmadı. 2006 yılında ilk kez geri geldiğimde, geride bıraktığımız değerlerin önemli ölçüde kaybolduğunu ve insanların büyük bir trajediyle karşı karşıya kaldıklarını fark ettim. Çok kısıtlı imkanlarla bu durumu yansıtmaya çalışsam da, maalesef pek başarılı olabildiğim söylenemezdi. Bunun üzerine insanların gerçek yaşamlarını gösterebilmek amacıyla yakın arkadaş, akraba çevresinden giderleri karşılayabilecek bütçe oluşturduktan sonra Ocak ve Şubat 2008 tarihleri arasında tekrar Dersim’e geldim ve çalışmaya başladım.

Belgeselin çekim sürecinde neler yaşadınız?
En büyük avantajım tanıdığım insanlarla çalışmam oldu. Bu nedenle çekimler sırasında aramıza hiçbir zaman kamera girmedi diyebilirim. Bununla birlikte insanların kış sürecinde metrelerce karın altında kalan bir coğrafyada, özellikle kış mevsiminde konuşmaya ve paylaşmaya ihtiyaç duymaları, adete soru sormadan sıkıntılarını dile getirmeleri en büyük avantaj oldu. Elbette ki birkaç kez çığ tehlikesi ve bir çekim sırasında yakalandığımız tipi ve ölüm korkusu, sanırım ki en unutulmaz anlardı. Buradan sanırım ki şu çıkarımı yapabiliriz; bölgede insanlar kış mevsiminde kaderleriyle baş başa. Göç etmeyen üç beş kişi hayatta kalmak için birbirlerine tutunarak yaşayabiliyor. Bunun dışında zorlu şartlarda kendilerine destek olan ne bir kurum, ne de bir kuruluş var. Bu insanların birçoğunun türlü fiziksel ve ruhsal engeli olunca iş daha da zorlaşıyor.

Filmin asıl amacının göç olgusunun yarattığı tahribat olduğunu belirttiniz. Ne tür tahribatlardan bahsediyorsunuz?
Bölgenin diğer illerinden çok farklı olarak bugün Dersim’de göçün ekonomik ve sosyal yapıyı neredeyse tamamıyla yerle bir ettiğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Binlerce yıl önce kurulmuş olan yapılar tamamen çökmüş durumda. İnsanlar artık tek başlarına hiçbir şey üretemez duruma gelmişler. İhtiyaçların önemli bir bölümü dışarıdan yapılan yardım ve desteklerle karşılanıyor. Genel anlamda nüfusu 10 binin altında olan tüm yerleşkelerde, dış bağımlılık bariz bir şekilde artmış durumda. Bu da bir kilo domates alımının bedelini on katına kadar artırıyor. Devlet yardımlarının atanan yöneticilerin bireysel tercihleriyle yönlendiriliyor oluşu, “devlet politikası” ötesinde, atanan kişinin tercihlerinin ön plana çıkması, bunun getirdiği çelişik, tutarsız durum, ciddi bir dönüşüm yaratmayı engelliyor. Ekonomik, sosyal yapıdaki bu tahribatın kendini gösterdiği bir başka alan ise kültürel değerler alanında ortaya çıkıyor. Çok çarpıcı olmakla birlikte, belgeselde yoğun tepkiler nedeniyle yer verilmeyen bir unsur var. Kış mevsiminde bir grup insanın domuz eti yemesi, en çarpıcı sahnelerden birisiydi bana göre. Elbette ki yaşamın dinsel normlarla yönlendirilmesi yanlısı değilim. Kişilerin bireysel tercihlerine saygı duyarım ama inançlı kişilerin yokluk nedeniyle domuz eti yiyerek et ihtiyaçlarını karşılaması, bir anlamda inançlarını yemeye başlamaları, içerisinde bulunulan trajik durumu yansıtan en önemli veriydi.

Politik bir ortamda politik olmayan bir belgesel film çekimi mümkün mü?
Elbette ki değil. Filmin temel referans noktası olan göç olgusu, politik şiddetten kaynaklıdır. Mağduru olan insanların yaşadıkları da elbette ki politik olacaktır. Ama klasik “devrim” ya da “devletçi” jargonlardan uzak, sıradan ve basit cümlelerle yapılmış ince bir politik eleştiri söz konusu.

Pirdesur filmi Kürtçe-Zazaca çekilen bir film. Kürtçe film yapmanın zorluklarından bahsedebilir misiniz?
Bugün belgesel sinema alanında Kürtçe film yapmak, yapmaya çalışmak, Şirin’e ulaşmak kadar zor bir süreç. Kurumsal destekler çok düşük ve neredeyse yok denilebilecek düzeyde. Bununla birlikte bu düşük desteğin pay edilmesi sürecinde feodal ya da siyasal tercihlerin, ilişkilerin ön plana çıkması, altı çizilip sonuna ünlem eklenmesi gereken bir nokta. İnsanların “belgesel” anlayışlarının farklılığı ve verdikleri destekler maalesef en azından benim gibi sıradan, basit olaylar üzerinden birtakım noktaları vurgulamak isteyen kişilere karşı. (Tunceli/EVRENSEL)
Şerif Karataş

Evrensel'i Takip Et