19 Ağustos 2008 00:00

SAĞLICAK


Osmanlı’da bir Maarif-i Umumiye Nazırı (Milli Eğitim Bakanı) “Ah, şu okullar olmasa, ben bu bakanlığı çok güzel idare ederdim” demiş.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik göreve geldi ve kendini Tuzla ‘ölüm tersaneleri’ içinde buldu. Konuyla ilgili yaptığı her bir incelemeden sonra her şeyi öğrendiğini zannetti ve kendince uygun ‘çözümler’ üretti. Ancak olmadı, yaşanan her yeni cinayet ona yanıldığını bir kez daha anlattı, ama o anlamadı, yeni ekipler, yeni incelemeler, yeni kararlar… Derken Bakan’ın son sözü “Tuzla mutlaka tahliye edilmelidir” oldu.
Aslına bakarsanız Tuzla tersanelerinin tahliyesi hükümetin boyunu aşar. Hükümet Tuzla’daki tersanelerin bir kısmını Yalova’ya aktarırken; yaptırım gücünü kullanıp işvereni karşısına almak yerine, işyerini kapatıyormuş gibi gösterip taşınmaya zorlamak istiyor.
Dünyada tersanecilikte 4’üncü sıraya yükseldik, tersane sayısı 86’ya, taşeron sayısı 1000’e, işçi sayısı 40 bine çıktı. Gemi teslimleri yüzde 89 büyürken, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri yerinde sayıyor. Yılda 100 bin dolar kazanan tersane patronları “ölümler yaşanıyor ama yıllık 2,5 milyar dolar döviz girdisi sağlanıyor” diyorlar. Onlara göre işçiyi korumak ‘Türkiye’nin parlayan yıldızı’ diye tabir edilen sektörü yok etmek anlamına gelebilir; kaybedecek vaktimiz yok, hele önce şu paraları kazanalım, sonra sağ kalanları koruruz! İşsizliğin kol gezdiği ülkede işçiden çok ne var!
Can pazarında ‘kan emiciler’ hesaplar yaparken inanılması zor olaylar yaşanıyor. Kimse bakanı ya da bakanlığı takmıyor ve tersanelerde iş cinayetleri daha da artıyor.
Asli görevini hatırlarcasına bakanlık ‘denetim’ dedi olmadı, becer(e)medi. Bakan kızdı ‘ceza’ veririm dedi, takmadılar; kazanılan paranın yanında para cezaları komik kaldı. Bir ara “sorunlar ‘taşeronlaşma’ kaynaklı” dedi, ancak taşeronlaşma sisteminin partisi döneminde yasalaştığını hatırladı ve sustu. Bakan’ın sürekli gündemde tuttuğu ‘mesleki eğitim’ bazı kesimlere göre en önemli sorun; madalyona tersten baktığımızda da iyi bir pazar. Yakında ‘işçi eğitimi dershaneleri’ açılırsa hiç şaşırmayın. “Tersanelerde alt işverenlerde çalışmakta olan işçi kardeşlerimizin mesleki eğitimden yoksun olduğu açıkça ortaya çıkmıştır” ifadesini kullanmak; “İşçileri eğitirsem taşeronları adam ederim” anlamına mı geliyor?
Bakan Çelik ‘‘1 Ocak 2009’dan itibaren ağır ve tehlikeli işlerde mesleki eğitim alınmadan çalışılmayacak’’ diyor. Herkese bir sertifika iş tamamdır! İşçinin psikososyofizyolojik olarak işe uygun olup olmadığını denetleyecek, iş hijyeni, iş güvenliği gibi önlemleri alacak uzman bulunmasına ne gerek var. Bakan işçilere yaptığı konuşmasında; ‘‘Bu eğitimlerde kişisel koruyucu donanımlarınızı kullanma konusunda edineceğiniz bilgileri mutlaka kullanın... Eğer siz kullanmıyorsanız bu vahşete hepiniz ortak oluyorsunuz demek’’ diyor.
GİSAN Tersanesi’ndeki tankerin filikasında ağırlık denemesinde işçilerin kum torbası olarak kullanılarak ‘test’ yapılması; Bakan Faruk Çelik tarafından sürekli konu edilen ‘güvenlik kültürü’ konusunun nasıl algılandığına örnektir. Muhasebeyi hep para üzerinden yaparsanız; işyeri hekimi ve işgüvenliği uzmanı istihdamını ‘işverene yük’ olarak görürseniz; işveren, 15 metre yüksekten filika düşerken camlarının kırılacağını, içindeki emniyet kemerleri ile bağlı 16 işçiden 3 işçinin boğulup diğerlerinin yaralanacağını bilse de zorla filikaya bindirilen ‘canlı denekler’in kum torbasından daha ucuza geldiğini hesap edecektir. Sıkıysa binmesinler sırada canlı denek olabilecek o kadar çok işsiz var ki…
Gemi İnşaat Sanayicileri Birliği (GİSBİR) tezgahı kurmuş; yaralanan işçiler GİSPİR Tıp Merkezi’ne kaldırılıyor, kayıtlara geçip geçmediği bilinmeyen kaza geçirenler burada ‘tedavi’ edilerek tekrar işyerine gönderiliyor. 2005 yılından bu yana faaliyet alanı tam olarak bilinmeyen(!) Tıp Merkezi’nin kayıtları ilgili bakanlıklar ve Tabip Odası tarafından incelenmiyor. Eğer işçi ölürse başka bir prosedür işliyor; işveren ‘kan pazarlığı’ ile cinayetin üstünü örtmeye çalışıyor. Olay yargıya intikal ediyor ya da etmiyor; uzun süren yargı süreci, baskılar ve yoksulluk nedeniyle çok kez manevi tazminat davaları açılmadan, mağdurun yokluk içerisinde kıvranan yakınlarına verilen paralarla konu kapatılıyor. İş cinayetlerinin takibinin Bakanlık tarafından ne kadar yapıldığı, bunca ölümlü vakadan sonra açılan davalardan kaç tanesine yaşanmışlıkların önüne geçebilmek adına hukukçularla müdahil olunduğu bilinmiyor.
Sosyal güvenlik, ücret, iş güvencesi, işsizlik, kayıt dışı çalışma gibi hayat standardı göstergeleri kötüye giderken; sendikal örgütlenmenin önüne fiili engeller konurken; ağır ve tehlikeli işlerde 7.5 saat yerine 15 saate varan günlük çalışma sürerken; işyeri sağlık ve güvenlik hizmetleri piyasaya yönlendirilirken; tersanelerde veya başka bir yerde çalışma koşulları düzelir mi?
Devletin ‘sosyal’ fonksiyonlarının sözünün dahi edilmediği, denetim görevinin işveren lehine kullanıldığı, bakanlık tescilli vahşetin kol gezdiği ortamda; Bakan Faruk Çelik tarafından yapılması gereken; hemen, hiç vakit kaybetmeden istifa etmek olmalıdır. İşletme ve İslam enstitüsü eğitimi almış olmak işçi sağlığı ve iş güvenliği için maalesef yeterli değil.
Celal Emiroğlu

Evrensel'i Takip Et