13 Eylül 2008 00:00

ZEUS SUNAĞI


On yıl süren Troya savaşından sonra on yıl daha geçmesine karşın kral Odisseus, karısı Penelopeya’nın ve büyüyüp delikanlı olmuş oğlunun yanına hâlâ dönemedi... Bu arada onun öldüğünü düşünen asalak egemenler de gelip onun sarayına yerleştiler. Artık Odisseus’un ve halkın birikimi olarak neyi var neyi yoksa yiyip içiyorlar, sonra da sözde dul Penelopeya ile evlenebilmek için yapmadıkları yüzsüzlük bırakmıyorlardı!... Sonunda Telemahos; halkı ve asalak egemenleri kentin meydanında topladı... Kürsüye çıkıp durumunu anlattı. Anasının talipleri asalak egemenlerin hemen saraydan ayrılmalarını istedi...
Onun ardından Odisseus’un can dostu Mentor ayağa kalkıp Telemahos’a hak veren bir konuşma yaptı... Buncasına güçlü halkın isyan etmemesine bir türlü akıl erdiremediğini de ekledi sözlerine... Mentor’un daha konuşması bitmeden, saraya yerleşmiş taliplerden Leyekritos kürsüye fırlayıp; “Amma da sapıttın be, moruk! diye bağıra bağıra konuşmaya başladı...”Kulağın duydu mu o ağzından çıkanları? Bizi yola getirsinler diye halkı kışkırtmaya kalkıyorsun, ha? Ne kadar kalabalık olursa olsun senin şu halk dediğin; onlar bize karşı gelemezler... Odisseus çıkıp gelse şimdi, onun da elinden bir şey gelmez! Çünkü bizim de ona hazırladığımız tuzaklar var... Haydi, söyle de herkes işine gücüne gitsin artık! Burada kuru kalabalık etmesinler!... Telemahos’un gemiyle yolculuk işine gelince... Bu yolculuk hiç olmayacak... Kimse bu adadan dışarı çıkamayacak!...”
Leyekritos (Leiekrithos) bunları söyledikten sonra halk kısa sürede dağıldı... Talipler de gene saraya dönüp şaraplı yemekli eski alemlerine yeniden başladılar... Evine dönmeyen, dönmek istemeyen yalnızca Telemahos’tu... O da tek başına denize doğru yürüdü düşünceli düşünceli... Sahile varınca da hışır hışır salınan dalgacıklarla yıkadı elini yüzünü. Sonra da bir gün önce babasının bir dostu kılığına bürünüp yanına gelen tanrıça Atena’yı anımsadı... Hemen ayağa kalkıp; “Bak tanrıçam,” diye dert yanmaya başladı. “Sen değil miydin bana denizlere açıl, baban Odisseus’u sor soruştur, diyen? Görüyorsun işte; o asalak egemenler benim yolculuğumu engelliyorlar!”
Ve Olimpos ülkesinden Telemahos’u izleyen tanrıça Atena da, Mentor kılığına girip yıldızların arasından süzüle süzüle doğruca Telemahos’un yanına indi... “Sen bundan böyle ne akılsız olursun, ne de ödlek, sevgili Telemahos!” diye söze başladı hemen. “Baban bir iş yapmaya kalktı mı, ne eder eder, mutlaka sonunu getirirdi!... Senin de denizlerdeki yolculuğun başarılı olacak, hiç üzülme! Odisseus’la Penelopeya’nın oğlu olmasaydın doğrusu bu işin üstesinden gelebileceğini pek ummazdım!...Sonra sen şu asalak dediğin adamları kafana takma! Onlar başlarına geleceklerin ayırdında bile değiller... Ben senin baba dostunum, bundan böyle de artık can yoldaşın olacağım... O yüzden az sonra gemiyi hazırlatacağım. Denize birlikte açılacağız... Şimdi sen doğruca eve git... Ananın taliplerine bir gözdağı ver... Bir yandan da yollukları hazırlat: Şarabı iki kulplu testilere koysunlar. Buğday ununu da sağlam tulumlara doldurup ağızlarını diksinler... Ben de halktan gönüllü kürekçiler toplamaya gidiyorum...Ülkemiz İtake adasında istediğin her çeşit gemi var... Birini hemen donatır, denizlere açılırız!...”
Mentor kılığındaki gök gözlü tanrıça Atena böyle konuştu. Telemahos da hiç karşılık vermedi ona... Biraz içi tedirgin de olsa, doğruca saraya gitti... Gene eskisi gibi anasının şımarık talipleri deliler gibi gülüşüp eğleniyorlardı... Birkaçı da avluda kestikleri keçilerin derilerini yüzüyordu... Telemahos’un geldiğini gören taliplerden Antinoos hemen yanına gidip elini tuttu. “Bak Telemahos,” diye söze başladı. “Bırak şu öfkeyi de yanımızda otur, eğlen. Denizlere açılma sevdasından da vazgeç!... Gerekirse ilerde gidersin. O zaman halk da sana istediğin gemiyi verir zaten...” Telemahos, elini Antinoos’un elinden kurtarıp; “Bırak Antinoos bu türden boş sözleri!...” dedi öfkeyle. “Siz bunca yıldır evimdekileri yiyip içmekten bıkamadınız mı daha! Bu hakkı nereden alıyorsunuz? Evet önceleri çocuktum; olup bitenleri anlıyamıyordum... Ama şimdi herşeyi açık seçik görüyorum... Babamı sorup soruşturmak için deniz ötelerindeki Pilos kentine gitsem de gitmesem de, kafama koyduğum şeyi yapacağım! Ölüm tanrıçalarını salacağım üstünüze!... Bir gemim olsun istemediniz, ama ben gene de denizlere açılacağım!... “
Bu sözleri dinleyen taliplerden bazıları; ”Şuna da bakın hele! Pilos’a gidip fedailer getirecekmiş buralara!” diye alay etmeye başladı... Birisi de; “Bakarsınız fedai getirmez de zehir getirir; şarap küplerimizin içine atar! Biz de toptan zıbarır gideriz!” deyince hepsi de kahkahalarını koyuverdiler... Bir başkası da, babası Odisseus gibi Telemahos’un da deniz ötelerinde zıbarıp gideceğinden söz etti!..
Asalak talipler böyle böyle eğlenirlerken; Telemahos da babasının bodrum katındaki hazine odasına çoktan inmişti. Bu geniş oda; sandık sandık kumaşlar, külçe külçe bakır ve altınla doluydu. Kocaman karınlı küpler; odanın duvarları boyunca dizilmiş; içlerindeki çeşit çeşit şaraplar da yıllardan beri Odisseus’un özlemiyle tatlanıp mayalanmışlardı... Ve bütün bunları, yirmi yıldır hep kahya kadın Eurikleya koruyordu bütün titizliğiyle. Üstelik başına birşey gelmesin diye Telemahos’un da üstünde titriyordu gece gündüz.....
İşte Telemahos’un bu hazine odasına indiğini görünce, Eurikleya da hızla süzülüp onun yanına geldi...
Yaşar Atan

Evrensel'i Takip Et