16 Eylül 2008 00:00
GÖZLEMEVİ
GÜNÜN YAZILARI
6. Kıbrıs Tiyatro Festivali ile ilgili olarak gittiğim Lefkoşadan dün döndüm. Cuma günkü köşemde altını çizdiğim gibi, izlediğim oyunların eleştirilerine tiyatro tiyatro dergisinin ekim sayısında yer vereceğim. Ama geçtiğimiz perşembe akşamı, Sivas Devlet Tiyatrosunun mükemmele yakın bir çalışmasına tanık olduğumu burada belirtmeden geçemeyeceğim.
Sivas Devlet Tiyatrosu, 2006-2007 sezonu oyunu olan ve geçtiğimiz sezon da sahnelemeyi sürdürdükleri Orhan Kemalin 72. Koğuşuyla gelmişti festivale. Orhan Kemalin sahnelenmiş beş oyunundan biriydi 72. Koğuş. İlk kez, Ankara Şehir Tiyatrosunda 1967 yılında (ışığı bol olası) Asaf Çiğiltepenin rejisiyle sahnelendiğini anımsıyorum. Orhan Kemalin bu eserinin sahnelenişinde, Asaf Çiğiltepenin katkısının öneminden çok söz edilmiş, ancak Orhan Kemalin tüm öykülerinde, romanlarında ve oyunlarında bulunan oyunlaştırmaya çok elverişli malzeme de göz ardı edilmemişti. Orhan Kemal, insan gerçeğini insanın sözlerinin ve davranışlarının dışa yansıyan yanından yakalamaya çalışıyordu. Ortaladığı gerçekler karmaşık fakat düzenliydi. Belli bir gelişimin tipik ve mantığa uygun halkalarıydı. Işıklar içinde yatsın Asım Bezircinin de dediği gibi: Gerçekçi oyun yazarı gözlemine serilen yalınlık, ardındaki karmaşıklığı, derbederlik arkasındaki düzeni, dağınıklık ardındaki bütünlüğü, dış görünümün gelişigüzelliğini, renkliliğini, canlılığını bozmadan iletmeye çalışıyordu. Roman ya da öyküde yararlanabileceği anlatım kolaylıklarından yoksundu. Sözü ve hareketi hem gerçekçi, hem işlevsel, hem de anlamlı kılmak zorundaydı. Her gelişigüzel söz, görünmez bir iplikle mantıklı bir nedene dayandırılmalı, her rastlantısal hareket bir nedenle, hiç de belli edilmeden açıklanmalıydı. Roman ve öykülerinde konuşmayı, hareketi böyle kullanıyor, yaşamsal canlılığı, renkliliği ve çocuksuluğu bozmadan onları anlamla donatıyordu. Bu roman ve öykülerdeki karşılıklı konuşmaya bolca yer verilmesinin oyunlaştırmaya kolaylık sağladığı kuşkusuz bir gerçekti. Gene Bezircinin dediği gibi, konuşmalarda yerel ağızların kullanılması, olayları belli bir yöreye mal etmekten çok, yaşamdaki canlılıklarını, renkliliklerini korumak içindi ve bu yönü ile de tiyatroda işlevsel olmuştu.
Orhan Kemalin öykülerinde, romanlarında ve oyunlarında işlenen hareketin, bazen bir oyunun devinimini sağlamaya yetmediği, oyunlaştırmada malzemeye yeni olaylar eklemek gereksinimi yarattığıysa pek bilinen bir gerçek. 72. Koğuş da bana göre böyle bir oyun. Roman adem babalar koğuşunun geçici varlık döneminden sonra eski yoksulluğuna dönüşü ve koğuşta oturanların baştaki bilinçsiz tavırlarını sürdürüşleri ile son bulur. Oysa hep düşünmüşümdür, oyunda Kaptanın ölümü koğuşta yaşayanların bilinçlenmelerini ve onları sömürenlere karşı direnmelerini sağlasa daha iyi olmaz mıydı diye. Bu güne değin 72. Koğuşu sahneye koyan yönetmenlerden herhangi biri finali böyle değiştirse kıyamet mi kopardı?
Gene de Sivas Devlet Tiyatrosu yapımı olarak izlediğim 72. Koğuşta Ustanın eserini eylemden çok söze dayandırdığı halde, devinim eksikliğini savsaklamadığına yeniden tanık oldum, alkışladım. Çünkü sözler iç devinimi yansıtıyordu. Kişilerin düşüncelerindeki değişmeler dönüşler, büklümler konuşmaları ile yansıtılmıştı. Fuat Çiğiltepe de güçlü oyunculuğu arkasına alıp, ritmi metronom titizliği içinde ele alınca ortaya keyifle izlenen bir çalışma çıkmıştı.
Cumartesi günü, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Kıymet Karabiber ve Dramaturg-Yönetmen Aliye Ummanel beni uzuuun bir yolculuktan sonra Kıbrıs Adasının kuzeydoğu ucundaki uzun dağlık buruna; Karpaza götürüyorlar. Sadece Kıbrısın değil bütün Akdenizin en güzel plajlarından biri sayılan Altın Kumsalı görüyorum. Kilometrelerce uzunlukta, çok ince altın sarısı kumdan oluşan dev bir plaj. Sadece Kıbrısta yaşayan bir eşek türü de yabani olarak serbestçe sürüler halinde burada yaşamakta. Karpaz Burnunun en uç noktasında Hristiyan Azizlerinin en önemlilerinden olan Apostolos Andreas adına inşa edilmiş manastırı da ziyaret ediyoruz.
Yazdığı hemen her oyun ülkesinde tartışmalara yol açan, Avusturya yazınının sıra dışı kalemi Peter Turrininin tek kişilik oyunu Nihayet Bittiyi festival kapsamında Girne Belediyesi Tiyatro Stüdyosu sahneledi. Derman Atikin, Sibel Arslan Yeşilayın güzel mi güzel çevirisinden yola çıkarak sahneye koyduğu, Cenk Gürçağın oynadığı, yaşamı boyunca başarıdan başarıya koşmuş, her istediğini başarmış ünlü bir gazetecinin silahı şakağına dayayarak bine kadar sayacağım ve kendimi öldüreceğim sözleriyle başlayan oyunu da Karpaz dönüşü ilgiyle izledim.
Nihayet Bitti, intihar etmek isteyen ünlü ve başarılı bir gazetecinin trajikomik tiradı niteliğinde bir oyundu. Bu oyun intihar üzerine alaycı bir gözlem mi, hiçbir konuda sınır tanımayan ve ölümü tek çözüm olarak gören insanın kendine yabancılaşması mı, zamanı mı konu almakta; yönetmen Derman Atik yorumunda bu incelemelere pek girişmemişti. Oysa metinde bireyin kendini medyatik bir yöntemle yok ederek ölüm özlemini gerçekleştirmesi de vardı, başarılı ve erk sahibi insanların karanlık yönleri hakkında acı alaycı bir sınıfsal konum incelemesi de Bana sorarsanız varoluşun anlamlılığı dahi sorgulanmaktaydı. Derman Atik, oyuna yorum katmadan olduğu gibi sahnelemeyi düşünmüştü ve bir iki aksiyon hatası dışında bu sahnelemede başarılı da olmuştu. Gazeteciye can veren Cenk Gürçağ da, Atikin çizdiği yolda görevini yaptı. Dekor Tasarımcısı Sertel Çetiner, gazetecinin yaşam öyküsü içindeki inişleri-çıkışları bir yaşam merdiveni biçiminde, yanları zor çıkılır darlıkta tasarladığı dekorla çok iyi yansıtmış; Zeynel Işık, ışık tasarımıyla oyuna ciddi katkı sağlamıştı.
Macit Koperin sahneye koyduğu Boytchevin Titanik Orkestrasını, Buhan-Barlow ikilisinin yazdığı Mehmet Birkiyenin yönettiği Kenter Tiyatrosu yapımı 39. Basamakı, Kıbrıs Türk Devlet Tiyatrolarının yaptığı Tuncer Cücenoğlunun Kadıncıklarını daha önce izlediğim için bu gezide zaman ayıramadım.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tiyatroları yapımı Canavar Sofrasının prömiyerinde bulunamayacağım için gerçekten üzgünüm. Vahe Katchanın yazdığı bir oyun Canavar Sofrası. Oyunu izleyemeyeceğim, ama tatlı mı tatlı, heyecanlı mı heyecanlı prova aşamalarına doğrusu dışarıdan da olsa tanık oldum. Oyunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının Kıbrıs doğumlu sanatçısı Hüseyin Köroğlu sahneye koyuyor. Bora Seçkin, Murat Bavli gibi İstanbullu oyuncular rol alacak. Dekor-kostüm tasarımları gene İstanbuldan, Zuhal Soy imzalı. Işık da öyle, yani Mahmut Özdemirin. Teknik koordinatör olarak Süha Volkan Sağırosmanoğlu oradan oraya koşuyor. Ta İstanbuldan gelen Dramaturg Dilek Tekintaş da, efekt tasarımını yapan Ersin Aşar da günlük prova yorgunları arasında yer almakta.
Hüseyin Köroğlu, bu oyunda seyircinin hüzünlerimizle, eleştirilerimizle, sevgilerimizle, nefretlerimizle, çelişkilerimizle, kısacası insanoğlunun bütün masklarıyla karşılaşacağını söylüyor. Bu arada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarının başarılı Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkayayı da kutlamam gerekmekte. Bir ilk imza bu İki belediye tiyatrosu, tam ve eşit bir ortaklıkla, uyumla bir yapım ortaya koyuyor. Amaçları da eşit: Barışın değeri Her gün izlediğimiz vahşetin sanal olmayışı, insanlığın can korkusuyla nasıl aşağılaştığı gerçeğiyle yüzleşeceğiz bu oyunda.
Ne zaman mı?
Ayın 26sında Lefkoşada ya da kasım-aralık aylarında İstanbulda
Üstün Akmen
Evrensel'i Takip Et