14 Şubat 2009 01:00

KUŞATILAN ÇEVREMİZ


Aklımızın almakta zorlandığı rant uygulamalarının en yoğun olduğu yer kuşkusuz İstanbul’dur, sevdamızın ve kavgamızın şehridir. Taşı toprağı altın denilen bu metropolün her karış toprağında bir tahsis ve satış furyası sürüyor, altınlarımızı resmen bozduruyorlar. İktidar ve belediyeler, kamunun elindeki tüm değerli arsaları hunharca dağıtıyor, işler artık iyice zıvanadan çıkmıştır. Öylesine bir tezgah kurmuşlar ki, kimin eli kimin cebinde o da belli değil. Bazen CHP’li ilçe belediyeleri dinci sermayeye rant sağlıyor, bazen de AKP’li belediyeler AKP’li olmayan müteahhitlere arazi dağıtıyor. Bunun açıkça iki nedeni vardır; birincisi her grubun kendi cemaati dışında bir rüşvet kapısı yaratma ihtiyacıdır, ikincisi ise gelen rüşveti gruba dağıtmayıp kendi başına kapma çabasıdır. Gruba gelen rüşveti tek başına kapanı bu memlekette hemen yutarlar; yakın tarihte bunun örneklerini çok gördük, özellikle ANAP iktidarı zamanında böyle alıp da kaçanı büyük patron kesinlikle affetmezdi, bilenler bilir.
İstanbul’daki rant tezgahı çok yönlüdür, bünyesinde vakıfların, belediyelerin ve kamu kurumlarının bulunduğu bu çarkın dişlileri dönüp dururken ortaya plazalar, iş ve alışveriş merkezleri, rezidanslar birbiri ardına dikiliyor. Kamu bankalarının yardımlaşma sandıkları veya bağlı vakıfları, vaktiyle çalışanlarının katkıları ile sahip oldukları değerli arazileri şimdi yap-işlet yolu ile otel ve iş merkezi yapılması için sermayeye devrediyorlar.
Kadıköy’de yapılacak mitingler için bir toplanma yeri vardır, ünlü bir alışveriş merkezinin önündeki boş arsadır, bilirsiniz. Yakında o arazide toplanıp mitinge gidemeyeceğiz, çünkü o arazinin sahibi olan İş Bankası’na ait bir vakıf, 2006 yılında bir protokolle orayı şirketlere dağıttı. O arazi üzerinde çok katlı otel, alışveriş merkezi, rezidanslar ve iş merkezi yapılacak. Yapacak olanlar ise biri Türk, diğeri yabancı iki şirkettir. Altında Marmaray sistemine bağlı transfer merkezi yer alan bu arazinin tam ortasında ise bir kültür merkezi kurulacak. Onun adı da “Kadir Topbaş Kültür Merkezi.” TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin bu arazinin imar planı değişikliğine haklı bir itirazı var, ama itirazı dinleyen yok ve iş yakında başlayacak. Mitingler için toplanma alanı da elden gittiğine göre, korsan miting yapma hakkı meşrulaşmıştır, artık kabahat bizde değildir.
Birkaç örnek daha vereyim, yakın zamana kadar Küçükyalı’da bir otobüs firmasının terminali olarak kullanılan ve kamuya ait olan bir arazi de yakında ihale edilecek, oraya da iş merkezi ve otel yapılacak. Çekmeceler’in birisinde, aslan sosyal demokrat belediye, elindeki çok değerli kıyı şeridini mutaassıp bir sermaye grubuna, bir Anadolu kaplanına veriyor, oraya da benzer şeyler yapılacak. Kamu bankalarına ait olan kent merkezindeki en değerli araziler büyük-küçük demeden otel yapılmak üzere sermayeye hibe ediliyor, bunlar artık basında bile yer almıyor.
Yapılan bu tahsis ihalelerinin, devir sözleşmelerinin prosedür gereği birer şartnamesi mutlaka bulunur ve o şartlara hiçbir zaman uyulmaz. İmar koşulları, emsal alan değeri, kat izni gibi kavramlar her sözleşmede yazar ama bunların takibini yapan yoktur. İş yapılır biter, bir de bakılır ki toplam inşaat alanı izin verilenin epey üzerinde. Bizde ölmüşe değil, olmuşa çare bulunur ve meşru zeminde çare tükenmez. Kamuoyunda son günlerde süren, Kağıthane Belediyesi sınırları içindeki gökdelenle ilgili yasal inşaat alanı tartışmasının özü budur; devletin gözünde, yapılanın yıkılacak hali yoktur. O zaman yapılan öylece kalacaktır, yapan ise her zaman kurtulacaktır.
Üretim araçlarının kamulaştırılması gibi talepler ve hedefler hayalci görünse de özünde doğrudur. Ama bu işi o kadar uzun vadeye yaymaya hiç gerek yok, son yirmi yılda özelleştirilen kamu mallarının tekrar kamulaştırılması hem daha yumuşak bir geçiştir, hem de halkın hakkıdır. Seksenli yıllarda ANAP iktidarının ve onun ikibinli yıllardaki versiyonu olan AKP iktidarının satıp savdığı, sermaye sınıfına dağıttığı kendi malımızı geri toplayabilsek, malımızı kurtarabilsek dahi o bize yıllarca yeter.
Geriye taşımızı, toprağımızı, altınımızı bozdurup satan siyasi iktidardan hesap sormak ve malımızı satanların kemiklerini dahi yargılamak kalıyor; o hesabı sandıklarda sormak yetmiyor, alanlarda sormak gerekiyor.
Ertuğrul Ünlütürk

Evrensel'i Takip Et