15 Şubat 2009 01:00
Aşıklar zamanı
Kimine göre Çingene, kimine göre Aleviliğin yayılmasında en önemli rolü üstlenmiş olan Aşıkların torunları, onlara göre ise Balaban Aşiretinin üyeleri Etnik köken olarak kim oldukları tartışması hep sürse de, ten renklerinden dolayı Tuncelide Asıq adı verilen insanların uğradıkları ayrımcılı belgesel film haline getirildi.
Hayatın içerisinde var olan gizli ırkçılığı özeleştirel bir şekilde aktarmayı tasarlayan Canerik, Tuncelinin Pülümür ilçesi Pindige (Doğanpınar) köyünde yaşayan asıqların göç etmeyip yaşamaya devam eden 4 kişilik Kopuz ailesinin yaşantısını aktardığı film, 48 dakika uzunluğunda. Filmde, bir dönem Aleviliğin yayılmasında çok önemli bir rol üstlenen, zamanla birlikte Aşıklık (halk ozanlığı) geleneğinin toplumdaki işlevini kısmen kaybetmesiyle de ekonomik sıkıntı yaşamaya başlayan ve süreçle birlikte de ırkçı ayrımcılığa maruz kalan bir ailenin hikayesini aktarıyor.
Aşıklıktan Asıqlığa giden yol
Film, Mehmet Kopuzun aşıklık tanımlamasının nereden geldiği konusundaki hikayeyi anlatmasıyla başlıyor. Giriş basit ve sıradan olsa da, onlar karmakarışık bir hikayenin, çok bilinmezli bir denklemin parçalarını oluşturuyor. Eski sahiplerinin terk ettikleri eski köyde yıkık dökük de olsa, sahibinin ölmeden önce ölünceye kadar yaşaması için kullanımlarına açtığı bir evde yaşıyorlar. Tüm köy halkı ise 1993 yılında meydana gelen Erzincan Depreminin ardından devlet tarafından yapılmış deprem konutlarında. Ayrımcılık olgusunun en somut göstergelerinden birisi olarak kabul edebileceğimiz bu ayrı dünyalardaki yaşam alanları, uğradıkları haksızlığın sadece bugüne dair olmadığı ve bir süredir var olduğunun da göstergesi aynı zamanda.
Bugün kendi köylerinde uğradıkları ayrımcılıktan dolayı 3-4 km ötedeki Bük köylülerinin verdiği iş ve köydeki cemevine gelen lokmalarla hayatlarını devam ettiren yurttaşlara neden asık dendiği konusunda cemevi dedelerinden olan Ali Rıza Büklü de Mehmet Topuzu destekler açıklamalarda bulunuyor. Büklü, Bunlar Asık (Çingene) değiller. Bunlara neden Asık denmiş biliyor musun? Dedeleri, Aşık (ozan) olduğu için eskiden Aşıklar deniyormuş. Ama sonra ş sesi düşer ve Asık olarak anılmaya başlarlar. İnanç ve itikat yönünden bizden hiçbir farkları yok. Çok güçlü inançları var. Rıza Büklünün tanımlamasını teyit eden bir diğer kişi ise köyün eski muhtarı ve yine cemevi dedelerinden olan Binali Büklü. Ancak o, Asıkların etnik kökenine dair farklı iddiayı dile getiriyor. İnanç olarak bizdenler, bizim gibi değerleri olan, Hak, Muhammet, Aliye inanan insanlar. Tarihi araştırmalar 12. yüzyıl civarında Horasandan gelip Malatyaya yerleşen ve oradan Anadoluya dağılan bir aşiretin üyeleri olduklarını gösteriyor. Aşiret olarak da Balaban Aşiretine mensuplar.
Ancak Asıkların Balaban aşiretine üyelikleri biraz tartışmalı bir durum. Çünkü bugüne kadar Balaban aşiretinin bu insanları mensubu olarak kabul etmedikleri, kendilerinden saymadıkları oldukça yaygın bir iddia olarak anlatılıyor. Binali Büklü, Balaban Aşiretinin bir bölümü, bölgenin ağalığını ele geçirdi ve çok zengin oldular. Diğerleri ise fakir olarak kaldı. Bu nedenle de isimleri asık olarak anıldı diyor.
Bizle ilgisi yok
Köylülerden Ali Doğanın 1980li yıllarda tanık olduğu bir olay ise Balaban aşireti ve Asıklar arasındaki uçurumu ve ayrımı çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. O dönemlerde Asıklardan bir genç gitti ve Balaban Aşiretinin üyesi bir kızı evlenmek için kaçırdı. Ancak, kızın babası gitti ve kızını geri getirdi, sonra da öldürdü. Neden öldürdü? Çünkü, o dönemler bugün töre cinayeti olarak bilinen ayrımcılık bizde de vardı ve kız Asık ile evlenecek diye kabullenmedi. Sonra da gitti 5 yıl hapis yattı ve af ile birlikte çıktı.
Bu konuda elbette ki uğradıkları ayrımcılığın genel olduğunu ve tüm halkın Asıqlara yönelik ırkçı tutumlar içerisinde olduklarını iddia etmek imkansız. Alevilik gibi 73 milleti bir tutan bir yaşam felsefesini benimsemiş insanlar arasında ayrımcılık yapanlar çıksa da, biraz sonra hikayenin devam eden bölümünde okuyacağınız gibi, ayrımcılık yapmayan ve buna karşı çıkan insanlar da mevcut. Ancak, köyde yaptığımız söyleşilerde çok net, bariz ırkçı yaklaşımlara sahip olanlara da rastlıyoruz. Köyün en eski ailelerinden birisine mensup olan Hıdır Mendi, söyleşisinde sert bir ses tonuyla, aralarına açık etnik ayrım koymaktan çekinmiyor. Onlara gezici diyorlar, Asık daha, çingene yani. Onların soyu çingene. Geldiler yerleştiler köyde çobanlık falan yaptılar. Burada kaldılar, şimdi buradan köyden gitmek istemiyorlar. Onların aslı çingene Onların bizimle bir ilgisi yok. Alevilerle hiçbir alakası yok.
Hıdır Mendinin bu ağır ithamına her iki cemevi dedesi de katılmıyor. A. Rıza Büklü, bugün fakirlikten dolayı çalışmak zorunda kaldıklarını ve ibadetlere fazla katılamadıklarını, ancak inançlarının gücü konusunda rahatlıkla güvence verebileceğini belirtirken, Binali Büklü, Onların da pirleri, rehberleri ve mürşitleri var. Onlar da bizim yolumuzda, Ehli Beyt yolunda yürüyorlar. 12 İmam oruçlarını, Hızır oruçlarını tutuyorlar. Cemevine ibadete geliyorlar.
Göçerlikten yerleşik hayata!
Bugün, Asık olarak tanımlanan insanların Alevilikteki Aşık -ozan- anlayışıyla ne kadar ilişkili oldukları, aşıklıklarında Aleviliğin ne kadar yer tuttuğu konusunda net bir bilgi maalesef mevcut değil. Dinsel aidiyatları ve meslek olarak ozanlığı seçmiş olmaları, bu bağlamda rol üstlendikleri sonucuna götürüyor bizi. Bu tezi destekleyen en önemli unsurlardan bir başkası ise gezici olmaları ve yerleşik düzeni benimsememeleri. Zayıf bir bağ da olsa, geçmiş dönemlerde halk ozanlığı yapan kişilerin yaşam şekliyle örtüşmesi bağlamında önem taşıyan unsurlardan birisi.
Bugün yaşadıklarının aksine, ilk yerleştikleri zamanlarda halkın kendilerine yönelik olumlu tavrı biraz rahatlamalarını sağlamış. Bunun karşılığında elbette ki, köyün yedek işgücü olarak tanımlayabileceğimiz bir şekilde, tüm çalışmalarına sembolik ücretler ve bağışlar, karşılıklı dayanışma temelinde katılmışlar.
Bir kaşığı bile paylaşıp birlikte yemek yiyen insanlar olduğu kadar, onları farklı gören ve evlerine hiç gitmemiş, hatır için bir kez geçerken uğrayıp çayını içmiş olanlar kadar onlar da kendilerini kötü hissetmesinler diye yapılan ziyaretler devam etmiş. Renkli kişilikleri ve dünyaya hep pozitif bakıp hiçbir şeyi dert etmeyen insanların bu tavrı, en çok gençler arasında rağbet görür. Ne yazık ki mutlu günler uzun sürmez ve gençlerin bu ziyaretleri bir süre sonra bedeli ağır olacak bir olaya sebep olur. Mehmet Kopuz anlatıyor: Bunlar da -çocuklar- burada büyüyüp yetiştiler. Burada çocuklar, -köy çocuklarıyla- şakalaşıp birlikte oynuyorlardı. Sonra ne olduysa tanrı bunlara küstü. Ne olduysa bu bizim soframızda yemek yerken benim oğluma saldırdı. Benim oğluma saldırınca, benim oğlum da Biz komşuyuz, birbirimizin kalbini kırmayalım. Yapmayın, biz burada kardeşiz, biz burada komşuyuz. Olmaz! Durun kardeşim! dedi. Çocuk ne kadar ısrar etse de Hayır! Kendilerini büyük görüyorlar, kasılıyorlar falan. Oğlum da bir tane vurdu ona. Buradan aşağı yuvarlandı. Taş falan alıp attı oğluma. Ne bardağım, ne tabağım kaldı ne başka bir şeyim sağlam kaldı. Baktım ki hayır, olacak gibi değil! Karakolu arayayım dedim. Oğlum da bana kızdı. Hayır baba dedi. Şikayet falan yok dedi. Biz bugün iki kardeşiz. İki kardeş dövüşür ve iki gün araya girmez yine barışırlar. Sen bir şey görmedin, bir şey duymadın.
Bu kavgayla birlikte ise bugüne kadar hiç karşılaşmadıkları, görmedikleri, belki de görüp de içlerine attıkları bir gerçeklikle, ırkçılıkla karşı karşıya kalırlar. Basit bir olay büyütülür ve tüm köyü onlara karşı etnik ayrımcılığa götüren kampanyaya dönüşür. Doğanpınar köyünde yaşayan bir tek milletvekili hariç insanlardan imza toplar ve ailenin köyden atılması için önce Pülümür Kaymakamlığına, ardından ise güvenlikten sorumlu olan jandarma yüzbaşıya imzaları götürürler. Ancak bu talepleri muhtarın onayı, imzası olmadığı gerekçesiyle reddedilir.
Görüştüğümüz köylüler böyle bir şey olmadığını, imza toplanmadığını, imza vermediklerini iddia ettiler. Aslında, bu inkara rağmen Evlerine ne zaman gittiniz, komşularınızın çayını en son ne zaman içtiniz gibi sorulara verilen yanıtlar bir anlamda tüm köyün kavgayı bahane ederek adeta ambargo uyguladıklarını; iş yaptırmak, çalıştırmak haricinde aileyle muhatap olmadıklarını açıkça ortaya koyuyor. Çok aleni bir şekilde Onlar pistir. Onların hiçbir şeyi yenilmez ki? Ben onların evine hiç gitmedim, gitmem de! ya da İşimiz düşerse gidiyoruz. Düşmezse neden gidelim ki? Zaten yolda karşılaşınca konuşuyoruz; Yok hiç gitmedim, çünkü bacaklarım ağrıyor. Aşağı mahalleye inemiyorum gibi on yıllardır birlikte yaşadıkları köylülerine neden gitmediklerini açıklamaları elbette farklı bir anlam çağrıştırıyor.
Caner Canerik
Evrensel'i Takip Et