22 Şubat 2009 01:00
SÖZ OLA TORBA DOLA
İki hafta önce yazarken geç kalmış olduğumu düşündüğüm o ünlü Davos olayı bugün bile gündemde. O derece ve öylesine ki Diyojenin eline, fener yerine mercek verilerek dedektif yapılması; adının önüne de Romen kondurularak ordu komutanı kılığına sokulması ve böylece üç kişinin bir bedende toplanarak eli mercekli Romen Diyojen yaratılması bile engellemedi Davos tartışmasını. Neyse ki, bir de Romen yerine Roman denilmedi de dört kimlikli bir kişilik çıkmadı ortaya.
Davosta çeviri konusuna takılmıştım ben bir de. Vardı ya çeviri simültane, dinlenirdi tane tane, yazılırdı yane yane. Ne de zordu bu simültaneyi anlamak; hele de söylemek. Başka bir şey deseler şuna. Anında çeviri gibi. Ya da kısaltıp ançev denilse, belgeç gibi. Biraz ana çocuk sağlığını mı çağrıştırdı ne!.. Bire bir ya da birbir çeviri olsa. Teke bir, tekbir denilse. Yok, bu sonuncusu hiç olmadı.
Her ne ad verilirse verilsin salona yapılmadıysa böyle bir çeviri, izleyicilerin konuyu anlamış olması, anladıktan sonra da yalan bulması fizik kurallarına düz gelse de eşyanın tabiatına aykırı düşer deyip kendi alanıma, yani topsuz alana dönüş yapayım. Vatanın çalışanlarından Hakan Yaşar da benim dediğimi demişti başka bir şey için. Bir karşılaşmada oyuncunun biri bir şut atmış ve Yaşar bunu Fizik kurallarına aykırı bir şut attı, top üst yan direkten eşyanın tabiatına aykırı şekilde oyun alanına döndü diyerek anlatmıştı. Yani, üst yan direk, fizik kurallarına, eşyanın tabiatına, ayaktopu oyun kurallarına, kalenin ölçülerine, yapısına, bölümlerine ve de tüm varlığına uygundu da topun buradan dönmesi aykırılık yaratıyordu. Bu aykırılığı çözebilmek için geçtim bir kalenin karşısına, sanki penaltı atacakmışım gibi, koydum ellerimi belime, diktim gözümü kaleye, bakıp duruyorum üst yan direğin olması gereken tüm yerlere. Yan direğin üstüne bakıyorum, üst direğin yanına bakıyorum, sanki orada, ikisinin arasında bir yerde üçüncü bir direk daha var da ben göremiyormuşum gibi baktıkça bakıyorum.
Daha önce de birisi kalenin alt direğinden söz etmişti de, o gün de tıpkı bugün gibi, Davos toplantısının gülümseyen adamı konumuna düşmüştüm. Şaşkın, şaşkın ve yine şaşkın. Fizik kurallarına aykırı, eşyanın olmasa da insanın doğasına uygun olarak.
Üst yan direk, kalenin alt direği gibi söylemler karşısındaki şaşkınlığımın beğeni ile karşılanacak bir durum olmadığını biliyorum, dudağımda gülümseme olmasına karşın. Tiyatro eleştirmeni Deniz Atam beyeni dese de benim beğeni dediğim sözcüğe, beğenilecek bir durum değil kuşkusuz. Atam, Birgündeki yazısında bir oyunu değerlendirirken Oyunculuğu ile beyeni toplayan, Bu sebeple oyuncudan büyük beyeni toplayan sözleriyle beğeni sözcüğüne yeni bir biçim kazandırıyordu. Belli ki Aziz Nesinin izinden gidiyordu. Aziz Nesin de kimi sözcüklerin söylendiği gibi yazılmasından yanaydı ya... Bi, bi şey gibi
Kimi sözleri doğru dürüst kullanmıyoruz, ağzımıza geleni söylüyoruz; hiç değilse sözcükleri katmasak bu işe. Ekmeğe kan doğrayıp duruyoruz örneğin. Özlü ve güzel söz olarak ulusal yazınımızda özel ve güzel bir yer edinmiş sözleri vites değiştirir gibi değiştirip duruyoruz. TRTnin Stadyumunda Hakan Şükürün gelmesiyle ileri ucun arkasına kaymak zorunda kalan Mehmet Demirkol da bu vites olayına demir gibi bir kol atıyordu yazısında ve Fenerbahçe 5 yıldır sürekli vites artıran diyordu. Benim bildiğim vites büyütülür, hız artırılırdı. Vites artırılmasından amaç, takımda vites görevini gören oyuncunun birden ikiye, üçe, dörde, beşe çıkartılarak viteste sayısal bir artış olduğunu söylemekse ona bir şey denilemez; ama hızı artırmak için kullanılıyorsa vites o zaman yükseltilmeliydi diye düşünüyorum.
Özgür bir ülkede, özgür insanlar olarak, özgürce düşünerek konuşarak yaşayıp gidiyoruz bu özgürlüğün eni boyu tartışılıyor olsa da. O nedenle herkes istediğince konuşabilir; ama anlaşmanın yolu da ortak noktayı bulabilmektir. Ya da eskilerin asgari müşterek, kimilerinin de askeri müşterek dedikleri ortak noktada. İkinci söyleniş orducu sosyalist bir ruhun ürünü değil, kendi çapında bir inceliğin sonucudur kuşkusuz. Ama kuşku götürmeyecek bir gerçek varsa o da eskilerin deyişine yenilerin daha başka bir incelikle bakmaya çalıştığıdır. Yağmur Sungar adlı bir gazete çalışanının şarkıcı, dansçı, eğitici, çevreci, hayvan dostu Yonca Evcimik ile yaptığı söyleşide, Evcimikin, Türkiyenin ortak müşterekte en doğru sesi Serdar Ortaçdır diye bir düşünce atması bunun bir örneğidir. Hem ortak; hem de müşterek. Ortaç bunların ortaç noktası mıdır, açı ortayı mıdır bilinemese de, Evcimikin hem kendini; hem de Ortaçı ortada bir yerde bıraktığı çok açık.
Davos un gülümseyen adamına dönüyordum yine. Şaşkın, şaşkın ve yine şaşkın.
ÜSTÜN YILDIRIM
Evrensel'i Takip Et