28 Şubat 2009 01:00

YENİ DÜNYA


Geçtiğimiz haftalarda ABD senatosunda onaylanan 787 milyar dolarlık Ekonomi Teşvik Paketi, yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. Paket, bazı vergi indirimleri ve işsizlilik yardımının genişletilmesinin yanı sıra devlet aracılığıyla altyapı yatırımlarına hız kazandırarak ekonomiyi canlandırmayı amaçlıyor. Krizin ilk aylarından beri ABD ve AB’deki kurtarma operasyonlarının serbest piyasa söylemlerinin ikiyüzlülüğünü ortaya serdiğini sıkça dile getirmiştik. Devlet kasasından, daha da doğrusu halkın vergileriyle dev yatırım bankalarının bilançolarını toparlamaya çalışan, batık yatırımlarını devralan ABD hükümeti, bu son adımla birlikte reel sektöre de kaynak aktarmayı amaçlıyor. Paketten ayrılacak parayla yapılacak okul, yol, demiryolu inşaatı gibi altyapı yatırımları aracılığıyla devletin ekonomide daha aktif bir rol üstelenmesi ve başta krizin en ağır şekilde hissedildiği demir çelik sektörü olmak üzere üretimi canlandırması hedefleniyor. Kriz sürecinde seçim yenilgisinin yaralarını sarmaya çabalayan Cumhuriyetçiler ise faydası kendinden menkul serbest piyasa ilkelerine vurgu yaparak, devletin ekonomideki rolünün büyümesiyle krizin derinleşeceğini, aksine, şirketlerin vergi yükünün düşürülmesi gerektiğini öne sürüyorlar. Kısacası o cephede fazlaca değişen bir şey yok. Cumhuriyetçiler zaten bunu büyüme dönemlerinde de tekrarlıyorlardı. Bush döneminde uygulanan vergi sisteminin yarattığı eşitsizlik, dünyanın en zengin üçüncü adamı Warren Buffet tarafından dahi sorgulanmış; Buffet, sekreterinden ve temizlikçisinden daha düşük oranda vergi verdiğini itiraf etmişti.
***
Teşvik paketinin uluslararası kamuoyunda en çok tartışılan yönü ise “yerli üretimi” korumaya yönelik hükümler oldu. Altyapı yatırımlarında kullanılacak demir, çelik ve imalat sanayi kaynaklı girdilerin yerli üreticilerden sağlanmasına yönelik hüküm, özellikle ülkedeki çelik üreticilerinden büyük destek bulurken, ABD’nin ticari ortaklarından büyük tepki gördü.
Öyle ya, bunca sene Dünya Ticaret Örgütü’nde ahkam kesen ABD, kriz döneminde serbest ticaretten ilk çark eden oldu. Elbette soracaklar “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” diye. Soracaklar sormasına da perhizden cayan ABD olunca yaptırım uygulamak pek mümkün olmuyor. Geçmişte de özellikle tarım kesiminde, ABD’nin benzer korumacı politikaları DT֒yü hiçe sayarak uygulamaya koyduğuna şahit olmuştuk.
Paketin imzadan önceki son halinde, bu hüküm biraz makyajlanarak NAFTA gibi önceden imzalanmış karşılıklı serbest ticaret anlaşmalarını kapsamadığı vurgulandı. Bu durum, Meksika ve Kanada’daki ihracata yönelik sektörleri kısmen rahatlatsa da ihracata dayalı Doğu Asya ülkelerinde geleceğe yönelik bir endişe yarattığı kesin. Herkesin merak ettiği soru şu: Krizle birlikte ABD ekonomisinde korumacılık artar mı? Şu anki uygulama her ne kadar yalnızca teşvik paketiyle sınırlı olsa da, yakın gelecekte bu eğilimin güçlenmesi kuvvetli bir ihtimal. ABD ekonomisinde imalat sanayi ve genel anlamda üretimin payı 1980’lerden bu yana hızla azalmakta, üretim emek maliyetlerinin daha ucuz olduğu ülkelere kaydırılmakta. Son olarak otomotiv sanayi de büyük bir hızla eriyor. Servis sektörü dahi bu süreçten nasibini alıyor. Bugün pek çok dev şirketin müşteri servisleri denizaşırı ülkelerden sağlanıyor. Üretimin ülke ekonomisindeki payının azalmasıyla oluşan boşluğu ise hızla büyüyen finans sektörü dolduruyor. İmalat sanayinin ABD GSYİH’si içindeki payı, geçen 50 yıl içerisinde yüzde 30 seviyesinden yüzde 12’lere gerilerken, finans sektörünün payı ise yüzde 11 seviyesinden yüzde 21’e tırmandı. Hızla gelişen menkul kıymetler piyasası (başta ipoteğe dayalı menkul kıymetler) bu süreçte büyük rol oynadığı gibi ülkenin en önemli ihracat kalemi özelliği de taşımakta. Kısacası içeride üretim erirken tüketim dışarıya menkul kıymet ihraç edilerek fonlanmakta. Böylesi bir ekonomik yapı, uzun vadede sürdürülemeyeceği gibi krizle birlikte büyük darbe aldığı da aşikardır.
MURAT BİRDAL

Evrensel'i Takip Et