1 Mart 2009 01:00

Davos - Diyarbakır yüksek gerilim hattı


Davos’ta yaşananlar herkesin malumudur. Erdoğan - Peres polemiğinin özgünlüğü ise her iki ülkenin de seçim döneminde olması nedeniyle orada yaşananları seçim propagandası olarak kullanmalarıdır. İsrail, “daha çok Filistinli katletme” üzerinden politika yürütürken, AKP de sözüm ona “mazlumların hakkını savuma” adına “Davos Fatihi Erdoğan” gibi söylemlerle propagandalarını sürdürmekte ve bu süreç hala devam etmektedir.
İsrailli bir generalin Erdoğan’ı kastederek “dönüp bir aynaya baksın, siz de dün Ermenileri katlettiniz, bugün de Kürtleri öldürüyorsunuz” açıklamasından sorma polemik her iki ülke Genelkurmaylarına kadar uzamıştır.
Ermenilerin katledilme konusunu tarih bilimcilerine bırakarak kendi Kürtlerini öldürme konusunda İsrailli generalin hiç de haksız olmadığı düşüncesindeyim. Ülkemizde Filistin sorunu ile Kürt sorunu arasında ilişki kuranların sayısı hiç de azımsanmayacak ölçüdedir. Elbette ne Davos’ta efelenme ne de bir gazete makalesi tarihsel kökleri olan bu sorunları çözebilir; acı çeken bu halkların acılarını dindirebilir. Bölge halkları açısından derslerle dolu olan Filistin halkının kurtuluş mücadelesi tarihine kısaca değinmek istiyorum. Hem belleğimizi tazelemeye hem de bugünü kavramaya katkısı olacaktır diye düşünüyorum.
Filistin, 61 yıldır dünyanın her köşesinde emperyalizme karşı mücadele edenlerin yüreklerinin attığı bir odak olmuştur. 1948’de başlayan Filistin dramı da diyebileceğimiz bu 61 yıllık özgürlük mücadelesi satır başlarıyla şöyle bir seyir izlemiştir:
1948: İlk Arap-İsrail savaşı. İsrail savaşı kazandı, kontrol ettiği bölgeleri genişletti. On binlerce Filistinli TOPRAKLARINDAN SÜRÜLEREK Ürdün ve Lübnan’a göç etmek zorunda kaldı.
1960: Yaser Arafat sürgündeki 40 dolayındaki grubu birleştirerek El-Fetih’i kurdu.
1964: Arap Birliği’nin El-Fetih’le sürgündeki diğer grupları birleştirme kararı almasının ardından Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu.
1967: İkinci Arap-İsrail savaşı patlak verdi. Araplar ağır bir yenilgiye uğradı. Batı Şeria ve Gazze İrsal tarafından işgal edildi. İşgal edilmiş bölgedeki Filistinliler Ürdün’e sığındı.
1970: Ürdün ordusu, Kara Eylül örgütünün Münih saldırısını (olimpiyat oyunlarında İsrailli sporculara saldırı düzenlenmişti) gerekçe göstererek bu ülkedeki Filistin kamplarına saldırı düzenlendi. Bu saldırılardan kurtulabilen Filistinliler Lübnan’a sığındı.
1973: Üçüncü Arap-İsrail savaşı. Yine Araplar ağır yenilgiye uğradı. Sina, Golan Tepeleri ve Ürdün’ün bir bölümü İsrail tarafından işgal edildi.
1975: ABD, bölgede daha doğrudan girişimlere başladı. Arap ülkelerinin zayıf halkası Mısır üzerinde baskılarını yoğunlaştırdı. Baskılar sonucu 1977’de Mısır ve İsrail arasında Camp David Anlaşması imzalandı.
1982: İsrail Lübnan’ı işgal etti. Sabra ve Şatila kamplarındaki Filistinlileri katletti. Lübnan’dan sürülen Filistinli mültecileri Suriye kabul etmedi. FKÖ karargahı Tunus’a taşınmak zorunda kaldı. ABD FK֒yü yeniden TERÖR ÖRGÜTÜ olarak ilan etti. 1988: ABD’nin baskısıyla Arafat, FK֒nün İsrail’in varlığını tanıdığını ilan etti.
1992: İsrail İşçi Partisi, Filistinlilerle anlaşma vaat ederek seçimleri kazandı. Böylece FKÖ ile görüşmelerin ilk adımı atıldı.
1993: Şubat ayında İsrail parlamentosu Knesset, FKÖ ile görüşme yasağını kaldırdı. 1993 Nisanında Oslo’da FKÖ-İsrail görüşmeleri başladı. 13 Eylül 1993’de –Pax Amerikana adıyla da bilinen, barış anlaşması imzalandı.
2004: Yaser Arafat öldü. Arafat’ın ölümünden sonra El-Fetih’te ABD yanlısı uzlaşmacı Mahmut Abbas ve El Mustakbal (Gelecek) grubunun Önderi Mervan Barguti’nin başını çektiği ikili bir yönetim oluştu.
2006: 25 Ocak’ta Filistin parlamentosu seçimleri yapıldı. İran’ın kontrolündeki HAMAS seçimlere yanaşmamıştı. ABD ve Batı ülkelerinin girişimleri sonucu HAMAS seçimlere katılmaya ikna edildi.
Seçimlerde Merven Barguti son anda Mahmut Abbas’ı destekleme kararı aldı. Buna rağmen seçimlerin galibi HAMAS oldu. HAMAS parlamentodaki 132 sandalyenin 73’ünü kazandı. Seçimler Filistin’i bir kez daha böldü. HAMAS Gazze’de, EL-FETİH ise Batı Şeria’da konuşlandı. Artık Filistin’de ikili bir yönetim vardı.
2009 yılı başında İsrail Gazze’ye saldırdı. Dünya bu katliamları televizyonlardan naklen izledi.
Filistin halkının özgürlük mücadelesinin devrimci bir hattan böylesine uzlaşmacı teslimiyetçi bir çizgiye evrilmesinde iki ana neden etken olmuştur.
Birincisi; mücadeleye önderlik eden örgütlerin karakter olarak işçi sınıfına ve onun ideolojisine dayanmaması, sınıf niteliği bakımından daima tüccar ve küçük sanayici, toprak sahibi küçük ve orta köylülüğe dayalı Hıristiyan ve Arap burjuvazisinin hakim olduğu bir “ulusal örgüt” özelliği taşımasıdır.
İkincisi; dış dinamikler bakımından Ortadoğu politikalarının kaygan zemininde Filistin halkının yalnızlaştırılmasıdır. Başta dönemin revizyonist Sovyetler Birliği’nin oportünist tutumu, bölge politikalarını dönemsel çıkarlarına göre belirlemesidir. Bir diğer husus ise; ABD kuklası Arap şeyhlikleri ile Türkiye ve Mısır gibi ülke egemenlerinin ABD’nin politikalarına eklemlenmiş olmasıdır.
Özellikle 13 Eylül 1993’de Washington’da imzalanan “barış” anlaşması Filistin halkının mücadele tarihinin kırılma noktası olmuştur. Amerikan tarzı bir “BARIŞ”ın nasıl SARAYLARA BARIŞ, KULÜBELERE SAVAŞ olduğunu, yaşamın gerçekleri bize öğretmiştir.
ABD kaldığı yerden devam ediyor
Başta ABD olmak üzere diğer emperyalist güçler, bölgeye hakim olma ve egemenlik alanlarını genişletme mücadelesini kazanmanın temel koşulunu Filistin mücadelesinin kırılmasında görmüşler ve şimdilik başarmışlardır da. Ama MÜCADELE henüz bitmemiş, süreç içindeki çelişkilerini biriktirerek devam etmektedir. Bu nedenle ABD’li emperyalist güçler yorulan Cumhuriyetçi savaş atının yerine Demokrat Barak OBAMA savaş atını koşmuştur. Obama’nın göreve gelir gelmez İran’a karşı silahlı mücadele yürüten PJAK’ı “terörist” örgüt ilan etmesi Bush politikasının devam ettiğinin en somut göstergesidir,
ABD ve İsrail seçim süreçlerini tamamlamış sıra bunlarla müttefik ortak olmakla övünen ve geleceğini bu güçlerin işgal politikalarına bağlamış Türkiye gelmiştir. Her ne kadar adı yerel seçim olsa da yaratılan gerilimlere ve AKP’nin seçim mitinglerine bakıldığında bir genel seçim atmosferinde geçeceğini söylemek kehanet olmasa gerek. Başbakan Erdoğan, BU NEDENLE Diyarbakır halkı şahsında tüm bölge illerindeki Kürt halkından “tehdit ve şantaj”la oy istemektedir.
Seçim sonuçları ne olursa olsun Kürt siyasal hareketinin temsilcileri verdikleri ulusal mücadelelerini sınıf temeline dayandırmaları gerektiği gerçeğini Filistin MÜCADELE TARİHİNDEN öğrenerek dostlarını ve düşmanlarını buna göre belirlemelidir. Barış Meclisi Sekreteryası’ndan sayın Ayhan Bilgen’in söylediği gibi “ortak bir barış dili ve kültürü yaratarak; kendine güveni yitirmeyen, geçmişi ile yüzleşmekten çekinmeyen, yanlışlarını bilen hareketler için TARİH HER ZAMAN BİR FIRSAT VERECEKTİR”.
Celal Şenol

Evrensel'i Takip Et