1 Mart 2009 01:00

MİNERVANIN BAYKUŞU


Oscar ödülünü almış bir film, sadece o yıl çekilmiş filmlerin en iyisi olduğu iddiasına hak kazanmaz, iyiliğini bütün zamanlar için de tescil ettirmiş olur. Bir film, ödül alanlar listesine girmişse “ebediyyen iyi”lik payesini kendiliğinden edinir. Bu, Oscar alan filmlerin her zaman geçerli, değişmez belli standartlarının olduğunu düşündürtür. Halbuki Oscar ödülünün böyle sabit bir ilkesi yoktur; ödül, dönemin ruh halini en iyi yansıtan filmlere verildiği gibi ödül alan filmlere bakarak ABD’nin o sıralar dünyayı nasıl tarif ettiğini anlamak da mümkün olur.
İster tarihsel bir konuyu ele alsın o film, isterse güncel... Belki de Oscar’ın değişmeyen tek estetik ilkesi, ilkenin politik bağlama göre değişkenlik gösteriyor oluşudur.
Bu yıl Oscar ödülleri ABD’nin iyice itibarsızlaşmasıyla, krizin giderek derinleşmesinin yol açtığı karamsar ruh haline başkanlık koltuğuna oturan Obama’nın ilaç gibi geldiği koşullarda verildi. Oscar’a damgasını vuranın Obama’nın eski dönemin bittiğine, artık yeni bir dönemin başladığına ilişkin yaydığı hava olduğu söylenebilir. Yeni bir dönemin başlayabilmesi için de eskisiyle yüzleşmek gerekiyor; Oscar ödüllerini alan filmlerin toplamının alt metninde işte bu, yüzleşme isteği okunuyor.
Yoksulluğun insana öğürtü veren sahnelerle anlatıldığı Milyoner, en iyi film ödülünü aldı. Mahalleye gelen ünlü pop sanatçısından bir imza alabilmek için kilitli kaldığı bahçe tuvaletinin altındaki pisliğe dalarak kurtulan ve üstünden o pislik aka aka koşturan çocuğun kokusunu hissetmemek mümkün değil. Dilendirilmek için, bayıltıldıktan sonra gözü bir kaşıkla çıkarılarak kör edilen çocukların korkunç teslimiyetine içinizin kalkmaması da. Film, onu pornografi olarak değerlendirenleri haklı çıkaracak biçimde seyirciyi yoksulluğun en ağır halleri aracılığıyla yüzleştiriyor. Boşuna değil; yönetmen İngiliz olunca, ülke de Hindistan; uzak topraklardaki bu yüzleştirmenin metropol ülkelerdeki yoksulluğu katlanılabilir kılmaya bir yararı olabilir. “Bundan daha ötesi olamaz, iyi ki biz böyle değiliz” dendiği ve böylece öteki insanların kendi yoksulluklarını önemsemeyebileceği bir nokta bu. Seyirlik yoksulluk bu kadar ağır dozla verilince gerçek yoksulluk, yoksulluk olmaktan çıkabiliyor.
En iyi aktör ödülünü alan Sean Penn’in oynadığı, 70’li yıllardaki eşcinsel hareketini anlatan Milk, Milyoner’in onca yoksulluğa rağmen bir isyan ile bitmemiş olmasını ödünlüyor. Çünkü dünyanın her yerinde isyanlar yaşanıyor gerçek hayatta. Hollywood, 70’lı yıllarda doruğa çıkmış bir hareketin önüne, yıllardır susturulan, bastırılan muhalif hareketleri temsil etsin diye dışbükey bir ayna yerleştirmiş; orada eşcinsel isyanının görüntüsü büyüyerek kendisinden başka şeylerin de temsili gibi görülebiliyor. Amerika’nın yöneticileri o aynada görülen imgeyle yüzleştiğinde sanki bütün huzursuz toplumsal kesimlerle, bütün muhalefetle yüzleşmiş ve uzlaşmış oluyor.
Ve nihayet The Reader; Kate Winslet’in en iyi oyuncu ödülü aldığı film 40’lı yıllarda 30’lu yaşlarında iken 15 yaşında bir çocuğu baştan çıkararak başlayan öyküsü, durup dururken Nazi saflarına katılışıyla devam eden bir kadının 300 Yahudi’nin ölümünden sorumlu görülerek ömür boyu hapse mahkum olmasını anlatıyor. Hollywood okuma yazma bilmez Nazi kadınının yaptıklarından sorumlu olup olmadığını tartışırken şimdiye kadar gecikmiş bir risk alıyor burada. Aşık olunan, unutulmayan bir kadının insani zaaflarıyla karışmış tuhaf öyküsü aracılığıyla Nazizmle yüzleşme biçimi Hollywood’un yüzleşmesinin de seyirciden, çoklu yorumları, yorumların göreceli olduğunu hesap etmesini beklediğini gösteriyor. Öyle ya herkesin kendi beklentisine uygun bir Obama’sı var.
Bu yüzleşmelerin bize vaat ettiği ne diye sorulursa, gerekli Freudien yanıtı Benjamin Button verebilir: Vaat, ABD’nin, yükselirken çürüdüğü tarihini temize çekmek için ana karnına dönmekten ibaret. Tazelenmiş bir canavar olarak doğmak için kendi halkının kanıyla canıyla beslenmesi; iktisadi ve politik krizini böyle atlatması gerekiyor ABD’nin.
Hollywood ABD’nin kendini düşünme biçimidir bir bakıma; Oscar ödülleri gene ıskalamıyor.
NURAY SANCAR

Evrensel'i Takip Et