2 Mart 2009 01:00

Yenilgiyi kabul etmemeli


Türkiye sinemasının uluslararası festivallerdeki macerası, hız kesmeden devam ediyor. 59’uncusu düzenlenen Berlin Film Festivali’nde Türkiye’den giderek izleyiciyle buluşan filmlerden biri olan Mommo’nun yönetmeni Atalay Taşdiken’le, filmi ve sinemamız üzerine sohbet ettik.
Berlinale adıyla bilinen Berlin Film Festivali’nde gösterilen Mommo, Atalay Taşdiken’in ilk filmi. Konya’nın Hüyük ilçesinde çekilen ve gerçek bir hikayeden yola çıkan film, Berlin’de büyük ilgi gördü. Atalay Taşdiken de 1964, Konya Beyşehir doğumlu. Uzun yıllar reklam sektöründe çalışan Taşdiken’in, “Güneş bile zor ayrılır bu şehirden” başlıklı bir belgeseli de bulunuyor.
Atalay Taşdiken’le, festivalin düzenlendiği Berlin’de görüştük.

Sinemayla nasıl tanıştınız?
Evimizin karşısı sinemaydı. Henüz okula başlamamıştım. Akşamları ailecek bir loca kiralanır ve gidip film izlenirdi. O büyülü dünyaya o zaman kaptırdım kendimi. Sonra reklam filmleri yönetmeni olduğumda fark ettim ki sinema, derdinizi dünyaya anlatabileceğiniz en etkili silah. Bunu erken keşfeden uluslar, görüyoruz ki dünyanın kanaat önderleri.

Mommo filmi projesi nasıl gelişti? Mommo’yla topluma nasıl bir mesaj vermek istiyorsunuz?
Mommo, benim çocukken tanık olduğum, çok yakınımda yaşanan bir olaydı. Yıllarca etkisinden kurtulamadım. Hikayenin gerçek kahramanları için bir şey yapabilmek istedim. Zaten filmimi de onlara ithaf ettim. Vermek istediğim mesajı kelimelere dökmenin filmime ve izleyenlere haksızlık olacağını düşünüyorum. Her izleyen kendi mesajını alacaktır.

Berlinale sürecini anlatır mısınız?
Filmi bitirip hemen Berlinale’ye başvuruda bulundum. Bu arada başka festivallerden de davet aldım. Ancak Berlin’den haber beklediğimi söyledim. Aralık ayı sonunda benim Generation bölümünde yarışmaya seçildiğimi haber verdiler. 32 yıldır düzenlenen Generation bölümünde yarışan ilk Türk filminin Mommo olması, beni ayrıca çok onurlandırdı.
59. Berlin film festivali’ni, ödülleri, filmleri, bir yazar ve yönetmen olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Berlin, dünyadaki hiçbir festivale benzemeyen bir duruş sergiler. Bu yıl da aynısı oldu. Marjinal dili olan ve provokatif filmler her zaman ön planda yer alır. Bu da Berlin’i, benzerlerlerinden ayrı kılan bir durumdur. Filmlerin tamamını izleyebilme şansım malesef olamadı. Ama izlediklerimle şunu söyleyebilirim ki, Berlin’in seçici kurulu kesinlikle bu işi çok iyi yapıyor.
Berlinale’deki Mommo’nun yeri, önemi ve yaşadığınız duygudan bahseder misiniz?
Mommo, Berlin’de 3 gösterim yaptı. Her gösterimi festival nezdinde olay yarattı. İzleyici ve basın ilgisi doruk noktadaydı. Dünyadan her millet insanın gösterim sonrası gelip paylaştıkları duygular, filmimin evrensel bir dili ve duygusu olduğunu doğrular nitelikteydi. Mommo, şimdi Alman okulları için de ayrı bir proje konusu olarak incelenecek. Yani etkileri sadece festival sürecinde değil, sonra da devam edecek. Ayrıca ödül töreninde jürinin Mommo’yu özellikle övgüyle anlatması da bizim için ödül kadar değerli bir durumdur.

Türkiye’deki sinema sanatına yönelik görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Türkiye’de kurumsal anlamda bir sinema oluşumundan söz edemeyiz. Son yıllarda çok konuşulan eserler malesef kişisel başarılardan ibarettir. Bütünlüklü bir sinema dilimizin ve evrensel anlamda kabul gören anlayışımızın olmadığını söyleyebilirim. Ama her şeye rağmen çok önemli bir kuşağın yetiştiği inkar edilemez. Daha önceki yıllarda diğer ülke sinemalarının yanlışlarına ve kendi içinde tekrara düşülmezse, sinemamızın çok daha iyi yerlere geleceği konusunda iyimserim.
Son yıllarda sinema adına olumlu gelişmeler konuşuluyor. Popüler ticari filmler gişe rekorları kırarken, neden toplumsal sorunları irdeleyen filmlere istenen yoğun ilgi oluşmuyor, oluşturulamıyor?
Bu iki anlayışın kıyaslanmasına ve birbiriyle rekabet etmesi gerektiği fikrine katılmıyorum. Sözü edilen durum, sadece Türkiye’ye has bir durum da değildir ayrıca. Ticari sinema her dönemde, her coğrafyada var olmuştur ve olacaktır. Buna karşı çıkmak yerine bunların niteliğini artıracak argümanların oluşturulması gerektiğine inanıyorum. En azından Türkiye için şunu söyleyebirim ki geçmiş yıllara bakıldığı zaman, bugün artık düşlediğimiz filmler en azından salon bulabiliyor. Ticari filmlerle kıyaslanamayacak kadar az sayıda da olsa seyirciye ulaşıyor. En önemlisi de ulaştığı nitelikli kitlenin sayısının gün geçtikçe artıyor olması. Bunlar azımsanacak şeyler değil bence.

Kapitalist bir dünyada, alternatif sanatın yaratılabileceğine inanıyor musunuz? Bunun için ne yapmalı?
Ben inanıyorum. En azından baştan yenilgiyi kabul etmiyorum. Bir film çekmek için beş parasız yola çıktım. Hiçbir arkam ve lobim olmadan Berlinale’ye seçildim. İnandığınız değerleri samimiyetle aktarırsanız bunun karşısında hiçbir gücün durması mümkün değildir.

Sinemaya ilgi duyan gençlere bir mesajınız var mı?
İnanın, samimi olun ve yılmayın!..
(Berlin/EVRENSEL)
Sinan Balta

Evrensel'i Takip Et