8 Mart 2009 01:00

NOT


Silopi’deki ‘ölüm kuyuları’nın açılmasından vazgeçtiler...
Aptalların bile inanmayacağı bir gerekçeyle:
“Provokasyon olma ihtimali nedeniyle güvenlik sorunu yaşanabilir”miş!
Kim provokasyon yapacakmış?
Kimin güvenliği tehlikeye girecekmiş?
Tam da faili meçhulcülere yakışır gerekçeler...
O cinayetler de “özel” bir “güvenlik konsepti”nin gereği olarak işlenmemiş miydi zaten!
Güvenlik tehlikeye girecekmiş!
Kastedilenin, binlerce insanını faili meçhullerde kaybeden, ısrarla o kuyuların açılmasını talep ederek örnek bir mücadele veren ve “ölülerimizin kemikleriyle yüzleşeceksiniz” diyen halkın güvenliği olmadığı kesin.
Olsa olsa, o kuyular açıldığında karşılaşılacak tablodan sorumlu olanların güvenliğidir söz konusu olan.
Eski MİT’çi Mahir Kaynak, “15 bin faili meçhul yapıldı. Bunlar bilinsin, ama ortaya çıkarılmasın, devlet için iyi olmaz...” derken, boş konuşmuyordu.
Devlet aklı da aynen böyle çalışmış ve işlenen suçların sorumluluğunu üstlenenler yerel yargıyı etkileyip geri adım attırmıştır. Böylece, Ergenekon davasının ‘Fırat’ın ötesine’ geçmemesi yönündeki devlet mutabakatı bir kez daha sergilenmiş olmaktadır. Savaş ve savaş suçları sahipleniliyor, ‘dava’ sınırları dışında tutuluyor.Sadece, geçmişi sahiplenmek durumu da değil bu. Savaşı sürdürme ısrarının da yansımasıdır aynı zamanda. Savaş sürdürülecek, savaş suçları işlenmeye devam edilecek demektir. Bu ısrar sürdükçe ve zorlayıcı bir toplumsal baskı olmadıkça, savaşı sorgulamayacakları, savaş suçlarını yargılamayacakları açıktır.
Yetkili ve sorumlu mevkilerdeki Ergenekon paşalarının birer birer “hastalanarak” cezaevinden çıkmaları da bunu göstermiyor mu. Eruygur ve Tolon paşa paşa evlerindeler şimdi; diğerleri de “yatay geçiş”le gönderildikleri GATA’da zaman geçirmekte...
Özetle, Hükümet ile Genelkurmay arasındaki uzlaşmanın gölgesi davanın seyrini belirlemektedir.
Öyle ki, söz konusu uzlaşma sürdüğü sürece, bütün bu gelişmelerin siyasi sorumluluğunu taşıyan AKP hükümetinin, kendisine yönelik darbe planlarını bile yeterince sorgulamayacağı, bir şekilde hasıraltı edebileceği kuvvetle muhtemeldir.
Yani, demokrasi meselesinin can yakıcı olduğu ülke manzarası ortada durmaktadır... Demokrasi mücadelesinin AKP ile yanyana anılmayacak bir şey olduğu gerçeği ortadadır... “Muhalefet” diye ortalıkta laf tüketen Baykal’dan ise söz etmeye bile gerek yok zaten...
Şimdi, krizin giderek ağırlaşan yükünün fakir fukaranın sırtına yüklenmesini de ekleyelim bu demokrasisizlik durumuna..
İşte memleket gerçeği budur. Ve bu gerçek bir tarafta dururken, “dürüst adam”, “dürüst aday” rolleriyle memleket insanını tavlamaya çalışmak dürüstlük müdür gerçekten?
İktidar ya da muhalefet partilerinde olsun, ne farkeder; ülkenin gerçek gündemlerine dokunmayan, dert etmeyen, örneğin Botaş kuyuları meselesinde vicdanı sızlamayan, itiraz etmeyen bir “dürüstlük” sorgulanmaya açık değil midir?
Sözgelimi CHP’nin İstanbul adayı Kılıçdaroğlu...
Şu bahsi geçen konularda ne düşünüyor acaba? Ağzından tek söz duyan var mı? “Ergenekonun avukatıyım” diyen bir liderle kader birliği yapmak, TRT Şeş’e bile “bölücülük” diye itiraz edecek kadar milliyetçi batağa saplanmış bir partide itirazsız bulunmak!..Çalıp çırpmamak, yolsuzluk dosyaları açıklamak elbette güzel hasletlerdir. Ama yeter mi? Ya memleketin diğer dosyaları? JİTEM’den faili meçhullere, savaştan Kürt sorununa... Daha ne dosyalar var...
Peki “en dürüst adam” Kılıçdaroğlu ne diyor bunlar hakkında? Mesele değil mi bunlar; ya da bir belediye başkan adayının ilgi alanına girmeyecek konular mı? Ama biz biliyoruz ki, doğusundan batısına, en sade vatandaşı bile bir şekilde etkileyen sorunlar bunlar... Ülke halklarının kaderinin bağlı olduğu demokrasi, özgürlük davasının en önemli dosyaları... Bu dosyalar ilgi alanınıza girmez değil mi? Peki, demokrasiyle, özgürlükle işi olmayan bir “dürüstlük”le bizim ne işimiz olur ki!
VEDAT İLBEYOĞLU

Evrensel'i Takip Et