24 Mart 2009 01:00

SAĞLICAK


Uluslararası şirketlerle birlikte yerel yönetimler, su krizini bahane ederek piyasadan pay kapma yarışındalar. 16-22 Mart arasında İstanbul’da yapılan Dünya Su Forumu’nda suyumuzu ticarileştirme girişimlerine zemin aradılar.
Önce endüstriyel atıklarla sularımızı, havzalarımızı kirlettiler…
Sonra ‘suda kriz’ tanımları yaptılar…
Şimdi de Dünya Su Forumu ile sözüm ona krize çözüm(!) üretiyorlar…
Gerçekte su pazarından pay kapmaya ya da krizden nemalanmaya çalışıyorlar…
Çıkar hesapları yaparken, yakın çevrelerinde o çok düşündükleri(!) halkın temsilcilerini görmemek için özel güvenlik önlemleri aldırıyorlar…
Hedefleri; kalan ‘temiz’ suları sahiplenerek “bu su paralı” diyebilmenin hukukunu oluşturmak…
Antalya Saklıkent’te, Adana Şekerpınar’da, Rize Ayder’de, Bursa Uludağ’da, Tunceli Munzur’da gümbür gümbür akan suları seyrederken içemiyorsunuz, daha doğrusu içirmiyorlar. Yığılı pet şişelerden satın alıp içmek zorundasınız. En çok da Munzur’un kaynağında-kenarında Munzur suyunu ‘Munzur’ markalı pet şişeden içmek zoruma gitti. Munzur’da o inanılmaz güzelliğinin içinde pet şişeler yüzüyordu. Öyle bir kültür oluşturmuşlar ki, hangi taşı kaldırsan su çıkan kendi kasabam Karaözü’nde artık insanlar pet şişede su satın alıyor.
Ankara’da evime kadar gelen suyu inceledim; Uludağ’dan akan bir kaynaktan alınmış. Onca yolu geçmiş, depolarda beklemiş, sonra evlere servis yapılmış. Bursa Tabip Odası Başkanı’na sordum markasını söyleyerek “Bu nasıl sudur?” diye. “Eskiden iyiydi” dedi. Şimdi? Türkiye’nin her tarafından gelen talep sonrasında kaynaklar yetmez olmuş, “Artık derelerden ne bulurlarsa topluyorlar” dedi.
Enfeksiyon korkusuyla, tedbir alma adına pet ya da damacana suyu içiyoruz. Ancak, pet, damacana ya da damacana pompasında tespit edilen bakterilerin hiç de masum olmadığı, hatta musluk suyundan çok daha tehlikeli olduğu da biliniyor.
Hangi çarpık zeminde nasıl gelişti bu kültür; pet-damacana bağımlılığı?
Ankara’da yaşanan içme suyu sorunu ve devamında ‘Kızılırmak Suyu’nun ahlaksız hilelerle halka 21 gün içirilmesi halkın güven duygularını yok etti. Önce halkı susuz bırakan Büyükşehir Belediyesi, mikrobiyolojik olarak arıttığını belirttiği suyun kimyasal yönden izahını yapamadı. Zaten böyle bir kaygısı da yoktu. Amaç topluma korku salıp, arkasından su piyasasını canlandırmak ve alım gücü olanları buraya çekmekti. Alım gücü olmayanların onlar için bir değeri de yoktu!
‘Ankaram Platformu ve Su Hakkı Girişim Grubu’ o günlerde Ankara’da su sorununu gündem yaptı ve halkın sağlık hakkını yok sayanları uyardı. Kimya Mühendisleri Odası, ODTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü ölçümler yaptı, suda kritik olan arsenik, sodyum sülfat ve klorür oranlarının tehlikeli boyutlarda olduğunu tespit etti. Ancak nafile! Belediye Başkanı Melih Gökçek cehalet simgesi “kimse ishal olmadı” sözüyle Kızılırmak suyunu “temiz” ilan etti. Gökçek’e inanmayan halk, korkuyla daha sağlıklı olduğunu zannettiği piyasa suyuna yöneldi.
Sorunun bir başka boyutudur kimyasallarla nehirlerin nasıl buluştuğu! “Bir litre atık suyun sekiz litre tatlı suyu kirlettiğini ve yeryüzündeki kirletilmiş su miktarının 12 bin kilometreküp olduğunu” biliyoruz.
Endüstriyel atıklar pervasızca akarsulara salınıyor…
Atıkların nereden karıştığı tespit edilmiyor…
İlgililer göreve çağrılmıyor ve sorun gündem yapılmıyor…
Kimyasallarla kirletilen suyun insan sağlığına uzun erimde etkileri sistemin sülüklerini ilgilendirmiyor...
Başkalarının kısa ya da uzun yaşaması onlar için bir anlam ifade etmiyor…
Çünkü tüm rant hesapları bu kirlilik üzerinden yapılıyor.
Tüm bu nedenlerden dolayı; ‘Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu’ suyun halkın ortak malı ve temel bir insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle “Su hayattır satılamaz” diye haykırarak toplumu duyarlı olmaya çağırıyor. Her bir insana verdiği zarardan dolayı ayrı ayrı yargılanması gereken Melih Gökçek, hiçbir şey yaşanmamış gibi halkın karşısına çıktı ve halkın oyunu istiyor. Halkın sağlığını daha da bozmak için!
CELAL EMİROĞLU

Evrensel'i Takip Et