2 Eylül 2009 00:00

UFUK


İçişleri Bakanı Atalay’ın, önceki gün Kürt sorunuyla ilgili yaptığı açıklama, bu konuda çözüme dair alınacak mesafelerin, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da ciddi ve çetin bir mücadeleyi gerektirdiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Bir ay önce “Kürt açılımı”ndan söz eden hükümet, bugün artık “Milli birlik projesi” söylemine gelmiş bulunuyor. Başbakan’ın ‘Ulusa Sesleniş’ konuşmasında zikrettiği bu ifade önceki gün de, yaptıkları çalışmayı adlandırırken İçişleri Bakanı Atalay tarafından kullanıldı. Bu basit bir söylem değişikliğinden daha fazla şeyi ifade ediyor. Meseleyi böyle adlandırdığınızda artık, “Yeni bir anayasa ve af gündemimizde yok” demeniz de sürpriz olmuyor. MHP-CHP ve Genelkurmay’dan gelen baskılar sonrası, hükümetin söylemindeki “liberal” ton yerini “güvenlikçi” bir tona bırakmış bulunuyor.
Atalay’ın hükümetin bu projeden ne anladığını ve ne yapmayı amaçladığı anlatırken kullandığı ifadeler, aslında bu sürece ortak etme adına görüştüğü kesimleri bile basit bir demokratik ritüele dönüştürme niyetini ele veriyor. Atalay’ın görüştüğü kurumlardan birçoğu kendisine gerçekçi önerilerde bulunmuştu. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın kendisine sunduğu raporda “Temel özgürlüklerde mutabakat aranmaz” vurgusu yaptığını, yeni bir anayasa ve siyasal affın da aralarında olduğu önemli önerilerde bulunduğunu hatırlatalım. Benzer öneriler pek çok kurum temsilcisinden de geldi. Bakan Atalay’ın görüştüğü kurum temsilcilerinin katkılarını fazlasıyla önemsediklerine dair vurgularının, hükümetin demokratik kamuoyunu desteğini arkasına almak için kullandığı içi tamamen boş bir üslup oyunundan öte bir anlamı olmadığını söylemek abartılı bir değerlendirme sayılmamalıdır. Şunu da vurgulamak gerekiyor ki, Bakan Atalay, bu görüşmeleri bire bir yapan kişi olarak, siyasette risk alma cesaretinin de çok gerisinde olduğunu göstermiştir. “Kimse afaki önerilerde bulunmamalı” derken Bakan’ın kast ettiği, sorunun çözümü için gerçekçi düşünen herkesin dile getirdiği önerilerdir. Ama Atalay’ın tonlamasına bakılırsa, Orgeneral Başbuğ’un çizdiği kırmızı çizgilerle çelişen ve hükümeti bu anlamda zora sokacak her şey “afaki öneri”dir hükümet açısından.
Hükümet bu tavrıyla Türkiye demokratik kamuoyunu, onu oluşturan odaları, partileri, sendikaları, aydınları yürüyen bir merdivene tersten binmeye davet etmektedir. İleriye gittiği duygusunun tamamen bir yanılsamadan ibaret olduğu bir yolculuktur bu.
Ancak, politikayı vicdanlı, insaflı ve doğru bir temelde yapma kaygısı olan herkes, liberal bazı aydınlar ve gazeteciler dışındaki kesimlerin hükümetin bu son adımını, temkinli karşıladığını teslim edecektir. Hatta 2005 yılında Başbakan’ın aydınlarla görüşmesi ve Diyarbakır konuşması karşısında ciddi bir beklentiye girmiş olan DTP’nin de, -uzun süre kendileriyle görüşmemekte ısrar eden- Başbakan Erdoğan’ın kendileriyle görüşmesinden sonra bile, “temkinli iyimserlik” mesajı verdiği hatırlanmalıdır.
Kürt sorununun çözümü için bugüne kadar ciddi bir çaba göstermeyen politik kesimler ise, bu süreci “ABD ve AKP’nin oyunu” olarak yorumlama “yaratıcılığının” (!) ötesine geçemedikleri için, bugün ortaya çıkıp, “Biz hükümetin samimi olmadığını söylemiştik” demelerinin de bir ciddiyeti olmayacaktır.
Kürt sorununda çözüm için mücadele eden kesimler, bu sürecin, hükümetten samimiyet beslemekle ilerleyemeyeceğini, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da, hükümete adım attırmanın ciddi bir mücadele işi olduğunu dile getiriyorlardı, bundan sonra da getirmeye devam edeceklerdir.
Bundan sonra yapılması gereken de, hükümetin davet ettiği yürüyen merdivende tersine yolculuğu reddederek, kendi yolumuzdan yürümek, kendi gücümüze güvenmektir.
Kürt halkının özlediği barış da böyle gelecektir ancak. Bu duygu ve düşüncelerle, halklarımızın 1 Eylül Dünya Barış Günü kutlu olsun.
FATİH POLAT

Evrensel'i Takip Et