15 Eylül 2009 00:00
GÜNCEL
GÜNÜN YAZILARI
1982 yılında, İstanbul Metris Cezaevinde devrimci mahpuslara eziyet etmek ve onları teslim almak için çeşitli Pentagon yöntemleri uygulanıyordu. Pentagon yöntemi diyorum, çünkü daha sonra benzeri uygulamaların ABDnin işgal ettiği ya da askeri cuntaları aracılığıyla yönettiği bütün ülkelerde uygulandığını öğrendik. Şilide, Arjantinde, Vietnamda ve Türkiyede aynı işkence yöntemleri uygulanıyordu. Filistin askısı, elektrik verme, çarmıha germe, uykusuz bırakma, cezaevlerinde moral bozucu müzik yayını yapma, devrimci iradeyi kırmak için psikolojik savaş yöntemleri vb. Faşist zulüm ve baskılara karşı, 1983 yılında Metris Cezaevinde büyük bir açlık grevi başlatılmıştı. Cezaevi idaresi açlık grevini kırmak için itirafçıların konuşmalarını koridorlara koyduğu yüzlerce Wattlık kolonlardan yayınlıyor, Cuntanın Kurmay Başkanı Haydar Saltıkın tehdit dolu açıklamalarından medet umuyor ve koğuş mazgallarından ızgara köfte vb. güzel yemek kokusu yayıyordu.
Metris Cezaevinin koridorlarına yerleştirilen, benzerlerini ancak miting alanlarında gördüğümüz kolonlardan günlerce ve yirmi dört saat kesintisiz Mehter Marşı ve Müşerref Tezcanın Türkiyem, Türkiyem Cennetim şarkısı çalınıyordu. O dönem Metris Cezaevinin müdürü Adnan Binbaşı isimli biri idi. Adnan Binbaşı, Metrise gelmeden önce Davutpaşa Kışlasında devrimci mahpuslara Nazi işkenceleri yapmış ve bir mahpusun da ölümüne neden olmuştu. Daha 12 Eylül darbesi yapılmadan, sıkıyönetim döneminde, Adnan Binbaşının kötü ünü ülkede ve dünyada yayılmıştı. Can Yücel, Demokrat isimli gazetede, sıkıyönetimin sansür koşullarında, olaylar bir Latin Amerika ülkesinde geçiyormuş ve faşist binbaşının ismi Alfonzo imiş gibi güzel bir köşe yazısı yazmıştı. Bu faşist binbaşı daha sonra Metris Cezaevi müdürü oldu. 12 Eylülün sıcak günleri geçtiğinde ve Adnan Binbaşı emekli olduğunda, izini bulan bir devrimci onu Ortaköyde bir kahvenin önünde tavla oynarken yakaladı ve Binbaşı kendini, kafasından aldığı bir kurşun yarası ile zor kurtardı.
Adnan Binbaşının Metriste uyguladığı sürekli yüksek volümde müzik yayını yapma işkencesini Ebu Garip hapishanesinde de uyguladı işgalci ABD.
O günlerde, Metris Cezaevinde yatan mahpusların çoğunluğu Eğer çıkarsam bu Müşerref Tezcanı vuracağım diye kendine söz veriyordu. Elbette Müşerref Tezcanın bir piyon olduğunu herkes biliyordu. Kocası Mahmut Tezcan bu işi Cuntaya pazarlamıştı ve Mahmut Tezcanın da ne mal olduğu bir süre sonra ortaya çıkmıştı. Müşerref Tezcanın bu saçma sapan şarkısını eleştiren, alaya alan Gırgır dergisi Cuntanın sıkıyönetim savcıları ve mahkemeleri tarafından toplatılmıştı. Ki o Gırgır dergisi, o zamanlar 400 bin satıyordu. SSCBdeki mizah dergilerinden sonra dünyada en çok tiraja ulaşan mizah dergisiydi.
Radikal gazetesinde Ertuğrul Mavioğlunun haberinden öğreniyoruz ki; Cem Yılmaz isimli bir mahpus, o dönem Metris Cezaevinde yatmış ve Müşerref Tezcan hakkında diğer mahpusların düşüncelerini paylaşmış bir mahpus. Yılmaz, Metristen çıktıktan sonra müzik piyasasına girmiş ve Metris Cezaevindeki şarkı dinletme zulmünü unutmamış olacak ki, bu şarkının telif hakkı sahibini bulmuş ve Türkiyem Şarkısı nın haklarını satın almış. Böylece, satın aldığı şarkıyı kimseye söyletmeyerek, hem binlerce mahpus arkadaşının bu şarkıyı tesadüfen dinlediğinde kötü anılarının tazelenmesini önlemiş, hem de herkesi berbat bir şarkı dinleme zulmünden kurtarmış.
Henüz, 12 Eylülün işkencecilerinden, katillerinden henüz hesap sorulamadı ama Cem Yılmazın hikayesi, bunun da bir gün mutlaka gerçekleşeceğini, o günlerin asla unutulmayacağını düşündürüyor.
KAMİL TEKİN SÜREK
Evrensel'i Takip Et