11 Ekim 2009 00:00

Kalipso da bütün tanrılar gibi mutsuzdu

Kral Odisseus; Troya savaşı sonrasında başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının güzel prensesine, dinlene dinlene anlatıyordu... Arkadaşlarıyla birlikte gemiyle sürdürdükleri bu dönüş yolculuğu sırasında, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramışlardı... Daha sonra Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı bir adada mola vermek zorunda kalmışlardı... Ne var ki bu adada Güneş’in sığırlarına dokunmamaları gerekirdi.

Paylaş
Kral Odisseus; Troya savaşı sonrasında başından geçenleri, savaş nedir bilmeyen Fayaklar halkının güzel prensesine, dinlene dinlene anlatıyordu... Arkadaşlarıyla birlikte gemiyle sürdürdükleri bu dönüş yolculuğu sırasında, Ölüler Ülkesi’ne bile uğramışlardı... Daha sonra Güneş’in sığır-koyun sürülerinin yaşadığı bir adada mola vermek zorunda kalmışlardı... Ne var ki bu adada Güneş’in sığırlarına dokunmamaları gerekirdi.*******Güneş’in birkaç sığırını kesip yediler“Bütün tembihlerime karşın” diye anlatıyordu Odisseus; “benim bir sürelik yokluğumu fırsat bilip adamlarım Güneş’in sürülerinden birkaç sığırı kesip yemeye başlamışlar... Bunun üzerine bu adada oturan ayağı gümüş halhallı perikızı güzel Lampeti, doğruca babası Güneş tanrısı Helyos’a gidip durumu anlatmış. Adamlarımın bu densizliğine çok öfkelenen Güneş tanrısı da hemen Zeus Baba’ya gidip ‘Benim başıma gelenleri duydunuz mu?’ diye yakınmaya başlamış... ‘Biliyorsunuz, evrenin yaratıldığı ta ilk günden beri her gün dört atın çektiği arabada güneşi ben koşturuyorum gökyüzünde... Böylece bütün aydınlık günleri, mevsimleri, haftaları hep ben yaratıyorum. Topraktaki tohumları uyarıp çatlatıyor, onları filizlendiriyorum. Kısacası dünyadaki yaşamı ben tutuşturuyorum ışığım ve sıcaklığımla... Ama artık bundan böyle Yeraltı Ölüler Ülkesi’ne gidip orayı aydınlatacağım... Oradaki ölüleri yaşama döndüreceğim yeniden... Ama onların yerine sizleri karanlıklar içinde bırakacağım!..’ Bunun üzerine Baştanrı Zeus;, ‘Sevgili Helyos, sen bu dünyadaki tanrıları ve insanları ısıtıp aydınlatmaya bak! Ben senin öcünü alacağım, hiç tasalanma!’ demiş ve denizde yol alırken salacağı yıldırım ve fırtınalarla gemimizi batırıp bizi boğacağına söz vermiş... Ben bunları daha sonra adasına sığındığım tanrıça Kalipso’dan öğrendim... Her neyse, gene konumuza döneyim... Benim akıllı adamlarımla birlikte bir yandan sığırları kesip kesip yerken, öte yandan da gemimizin yelkenlerini şişirecek uygun rüzgarları beklemeye başladık. Bir ay kadar sonra da rüzgarlar esmeye başlayınca, apar topar denize açıldık... Doğrusu ben de bütün savaşlar gibi o lanetli Troya savaşı yüzünden yıllardır ayrı kaldığım çoluk-çocuğuma ve halkıma kavuşacağım umuduyla, olup bitenleri unutuverdim... Bir süre böyle sakin sakin yol aldıktan sonra Zeus, gemimizin tam tepesindeki gökyüzüne kocaman ve kapkara bir bulut kümesi astı bir sabah. Bulutun altındaki deniz karardı da karardı. Sonra da ürkünç bir gürültüyle Zefiros yeli patladı ve şahlandırdığı dalgalarla gemimize saldırmaya başladı... Bocalayan gemimiz tersyüz oldu ve direkleri kırıldı. Kırık bir direk parçası da dümencimizin kafasını paraladı!.. Ardından Baştanrı Zeus’un kendisi yağmur oldu, yağdı da yağdı; kasırgalara dönüşüp denize dökülen yoldaşlarımı ta ötelere savurup attı(*)... Ben de ters dönen geminin üstünde dik durmaya çalışıyordum bin bir güçlükle... Daha sonra patlayan bir başka kasırga, geminin omurgasını alıp götürdü; geminin orta direği de suların üstünde dalgalanmaya başladı. Gözüme ilişen bir deri kayışla, direği geminin omurgasına bağlayıp bir çeşit sal oluşturdum. Hemen üstüne oturup dalgaları savuşturmaya başladım. Bereket, bir süre sonra Zefiros’un azgın yelleri dindi... Bu kez başka bir fırtına esmeye başladı dile gelmez bir öfkeyle... O da beni o korkunç Haribdis (Kharybdis) canavarının yaşadığı bir kayalığa sürükleyip götürdü. Orada dokuz gün dokuz gece Haribdis’e görünmemeye çalıştım... Daha sonra da tanrılar beni, tanrıça Kalipso’nun yaşadığı Ogigiye (Ogygie) adasına sürükleyip götürdü. Güzel belikli tanrıça Kalipso tek başına yaşıyordu bu güzel ama ıssız adada. Gerçekten de beni çok sevdi tanrıça... Elinden geldiğince çok iyi ağırlamaya başladı... Üstelik bana aşık olduğunu söyledi birkaç kez... Bana ölümsüzlük bağışlamayı ve o ıssız adada sonsuza dek birlikte yaşamayı öneriyordu durmadan... Ben ölümlü hemcinslerimle birlikte olmadan, onların sorunlarını çözmek için savaşımlar vermeden nasıl sonsuza dek yaşayabilirdim?.. Zaten insan ölümsüzleştiği ve her şey elinin altında olduğu an, ne bu dünyanın ne de yaşamın bir anlamı kalırdı... İnsan; verdiği savaşımlarla hem kendine, hem dünyaya bir renk ve anlam katıyor, böylece mutlu oluyordu... Tanrıça Kalipso da zaten böyle bir insan olamadığı için bütün tanrılar gibi mutsuzdu... Neyse, ben tanrıça Kalipso’yu daha önce anlatmıştım... Daha önce anlattıklarımı yeniden anlatmayı sevmiyorum...”Prenses güzel Nausikaa, gülümseyerek ve hayranlıkla bir süre gizlice baktı Odisseus’a... Babası kral Alkinos da bu kaçamak bakışlardan, kızının Odisseus’a deli divane vurulduğunu ürpererek sezinledi...*****(*) “Yağmur yağıyor” söylemini, Yunanlılar “Zeus yağıyor” şeklinde söylüyorlar.
Yaşar Atan
ÖNCEKİ HABER

Yemek üzerine

SONRAKİ HABER

Nobel Tıp (Fizyoloji) Ödülü Telomerlere!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa