29 Mart 2010 01:00
İşçi sınıfı, bürokratik yapıdan kurtulma düğmesine basacaktır
GÜNÜN YAZILARI
Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel ile birlikteyiz. TEKEL direnişinin deneyimini konuşuyoruz. Özellikle de Türkelin, direnişin son günü yaptığı açıklamada yer alan Artık işçiler, bu sendika bürokrasisinden kurtulmak zorundadır sözleri üzerine duruyoruz. Nedir bu sendika bürokrasisi? İşçi sınıfı bunlardan nasıl kurtulacak? TEKEL işçileri bundan sonra ne yapacak? Bu sorulara yanıt veren Tek Gıda-İş Genel Başkanı Mustafa Türkel, TEKEL direnişinin sendikal yapılardaki durumu berraklaştırdığını dile getirdi. Sendikaların kendilerini sorgulaması gerektiğini söyleyen Türkel, 1 Mayıs ve 26 Mayısın önemli bir dönemeç olduğu görüşünde. Türkel, eylemin başarılı olmaması halinde bürokrat sendikacıların bunun bedelini ödeyeceğini vurguladı.
Türkiyedeki sendikaların yapısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiyede sendikal hareket kamu işyerlerinde gelişti. 1950lerde tek konfederasyon olan Türk-İşin yapısını yüzde 98lere varan oranlarda kamu işyerleri oluşturuyordu. İşsiz kalma gibi bir kaygı yoktu. İşçilerin ücret, ikramiyeler, mesailer üzerinden talepleri yoğunlaşmıştı. 70lerde DİSKin ortaya çıkmasıyla süreç biraz daha farklılaştı. Özel sektörde örgütlenmişti DİSK. O süreçte özel sektör ciddi anlamda ihmal edildiği için DİSK doğdu ve önemli bir ihtiyacı da karşıladı. 12 Eylülden sonra çalışma hayatı yeniden düzenlendi. İhtilal mantığı içinde bir yasa hazırlandı. DİSKin, Hak-İşin, MİSKin kapatılması Türk-İşin açık tutulması, hatta genel sekreterinin yeni hükümete bakan yapılması, başka bir dönemi başlattı.
Türk-İşin de 12 Eylülden sonraki toplusözleşmeleri bir iki dönem yüksek hakem tarafından yapıldı. O dönem 12 Eylül sendikalar yasasının yürürlüğe girmesiyle konfederasyonda bir tembellik başladı. Çünkü toplusözleşmeleri yüksek hakem yapıyor, sendikal faaliyetler askıda. Düşünün, 4-5 yıl sendikal faaliyet yok ama yöneticiler aynen duruyor. Bence sorun burada başlıyor. Sonra o süreç öyle bir yol açtı ki bize, daha sonra Toplu İş Sözleşmeleri Koordinasyon Kurulu oluşturulmasıyla kötü bir anlayış girdi sendikalara. Bana göre sendikalar toplusözleşme yetkisini Türk-İşe devrettikleri an, çalışma hayatının inişe geçtiği zaman oldu. Bu rekabeti kaldırdı, teslimiyeti getirdi. Ortak hareket etme gibi gözükse de ücretlerde teslimiyeti getirdi. Sendikalar da Ne yapalım kardeşim, bu kadar veriyorlar, koskoca Türk-İş bu kadar alabiliyor diyerek, üyelerini inandırdı.
1988de 89 Bahar Eylemlerinin ayak sesleri hazırlanmaya başladı. Ben de o zaman teknik okul mezunuyum, sözleşmeyi yapıyoruz, sonra asgari ücret açıklanıyor, yine aynı seviyedeyiz. Sendika yönetimlerinin karşı durmasına rağmen 89 Bahar Eylemleri sürecini ören kuşağız bizler. Bizim sendika başkanımız da Muhalifler bunlar diyerek engel olmaya kalktı. Ama bu eylemlerin ardından işçilerde ciddi bir rahatlama oldu ücretler konusunda. Bu kazanım, sendikalarda sandıklara yansımaya başladı. O muhalifler sendika yönetimlerine geldi. Taşeronlaşma ve özelleştirme sendikal hareketin öngörüsüzlüğü nedeniyle çalışma hayatına gelen büyük bir darbe oldu. 24 Ocak Kararları ile başlayan süreçte özelleştirmelerde sendikalar dayanışma duygusunu gösteremedi. Sendikal hareket hep günü kurtarma için hareket etti. Sendikal hareket hep kazanılmış hakları koruma derdindeydi. Dünyanın hiçbir yerinde sendikalar, kazanılmış haklarını korumak için mücadele ederken başarılı olamadı. Var olan mevziyi korumak isterseniz, birileri yapamasa da başka birileri gelip sizi oradan söküp kaldırır. Öyle bir noktaya geldik ki, elimizde artık bir kıdem tazminatı kaldı. Esnek çalışma dahil her şey çalışma hayatında uygulanıyor.
Bahar Eylemleri sendika yönetimlerinde bir değişime neden oldu. Ama sonraki süreçte saldırılar arka arkaya geldi. Bu dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ücretlerle ilgili iyi bir dönem. Sadece ücretle ilgili. Yüzde 120-130 ücret artışı yapıldı. Kamu işçisi tatmin oldu. O dönemde kamuda çalışan geçici işçiler kadro almaya başladı. On binlerce insan kadro aldı. Kamu işçisinin olaylara bakış açısı ben merkezli. Toplusözleşme dönemlerinde, kendileriyle ilgili bir hak gaspı varsa meydanlara iniyor; onun dışında demokratikleşme için aynı hassasiyeti göstermiyor. Sendikalar da böyle bakmıştır. Mesela bu ülkede 25 yıldır Güneydoğu sorunu vardır ve konfederasyonumuz bu konuda bir çalışma yapmamıştır. 12 Eylül Anayasasını kaldıralım demiştir ama bir çalışma yapmamıştır. Birileri bir çalışma yapıyor, sendikalar orasına karşıyız burasına karşıyız diyor. Kendileri üretmiyor. Türkiyenin demokratikleşmesi, işsizliğin-yolsuzluğun-yoksulluğun ortadan kalkması için sürekli bir çalışma yapması gerekiyor. Vazgeçtik, kendi üyeleri için de bir şey yapmadılar. Eğer uzun vadeli bakılsaydı, sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılması için mücadele edilirdi. Bu ülkede grev yasakları devam ediyorsa, barajlar noter engeli hâlâ varken bunların kalkması için mücadele etmezseniz, bu noktaya gelirsiniz işte. Haklarınız budana budana duvara dayanırsınız.
AKP dönemine kadar ücret konusunda da iyi gelindi. Özel sektörle, kamu arasında yüzde 35 fark vardı. Sosyal haklar tavan yapmıştı, hatta ne isteyeceğiz daha diye bile düşünüyorduk. AKPnin tek başına iktidara gelmesiyle adeta bocaladık. Altyapı yetersizliği nedeniyle de iktidarın güdümünde seslerini kestiler. İktidarlar değişse de özelleştirmeler tüm hızıyla sürüyordu. AKP iktidarı işçi düşmanı, bunu kabul etmek gerekiyor; sendika düşmanı bunlar. Sendikal yapı ne yaptı peki? Kendi içindeki kısır çekişmeleriyle, seçim politikalarıyla varlıklarını sürdürdüler. Birilerini yargılamıyorum ben, kendimi de bunun içine katarak konuşuyorum. Bunu biz yaptık. Biz de bu sistemin içerisindeyiz. Hatta en üst düzey görevlerde de yer aldık. Ama dönüp özeleştirimizi yaptık ve sendika bürokratı olduğumuzu gördük. İnsanlardan, toplumdan uzaklaştık. Toplumun içinde olup sorunlarını anlama yetimizi kaybettik. Onlarla bir değiliz biz artık. Eylem olduğunda Nereden çıktı bunlar, ne eylemi diye tepkiler oluşmaya başladı bizde. O kadar ileri gidildi ki, TEKEL işçileri Ankaraya gittiğinde Türk-İş Başkanlar Kurulunda Ne işi var bunların burada? diyen sendika başkanları oldu. Bu eylem sırasında gördüğüm bir şeydir bu; birkaç kişi dışında maalesef konfederasyona bağlı sendika başkanlarının, kızarak Bunlar ne zaman gidecek? dediğini gördük. Ve gördük ki, bizim onlarla mücadele etme şansımız yok. Bunların kendi üyelerine de işçi sınıfına da verebilecekleri bir şey kalmamış. Onların derdi iktidar yalakalığı. Koltuklarını korumanın peşindeler.
Türk-İşe bağlı sendikaların hemen hepsinin bir sorunu var. Buna rağmen TEKEL işçilerine destek vermemelerini neye bağlıyorsunuz?
İnançlarını yitirmelerinden kaynaklanıyor. Toplumdan uzaklaşmalarından kaynaklanıyor. Kaç yıl olmuş işyerlerinden ayrılalı, kaç kuşak emekli olmuş, kendisi sendika başkanı olduktan sonra?.. Benim temsil ettiğim insanlarla aramda baba-oğul arasında bir açıklık oluşmuş. Ben o kitleyi ne kadar temsil edebilirim?.. O kitlenin inançlarını, hasretlerini ne kadar anlayabilirim?.. Benim imkanlarımla onların imkanları, aldığım ücretle onların ücretleri arasında büyük uçurumlar oluşmuş. Onun da bana ulaşması imkansız olmuş. Fabrikalara gittiğimde aynı vardiyada çalıştığım arkadaşım bana Efendim diyorsa, psikolojik bir fark oluşuyorsa, nasıl olacak da onlarla bütünleşeceksiniz?.. Türkiyedeki sendikal hareketin en önemli sorunu güven kaybı diyoruz. İşçilerle, toplumla aramızda bir güvensizlik oluşmuş. Bu güven bunalımını aşmadan nasıl birlikte mücadele edeceğiz? Bu mümkün değil. Toplumun güvenini kaybetmektense her şeyinizi kaybedin daha iyi. TEKEL mücadelesinde biz bunu yaptık. Her konuda şeffaf olmak lazım. Bunları aşabilen bir sendikal yapının oluşması için mevcut sendikaların kendilerini sorgulamaları gerekiyor. Bunun zaman kaybetmeden yapılması gerekiyor.
TEKEL işçileri mücadele ettiğinde kazanılabileceğini gösterdi. Bu, sendikalarda nasıl bir etki yarattı?
Kimilerinde kıskançlığa yol açtı, kimilerinde Nereden çıktı bu şimdi, düzen bozuldu gibi tepkilere yol açtı. Yalnız bırakılmamızdaki nedenlerin başında bunu görüyoruz. Bu mücadeleye başlarken bize sempati ile bakmayan 5 sendika varsa, 10 oldu. Birilerinin rahatı bozuldu, işçiler sorgulamaya başladı. TEKEL işçilerinin başına gelen enerji işçilerinin başına gelmeyecek mi; şeker, karayolları, limanlar, demiryollarında, istisnasız bütün kamu kuruluşlarında işçilerin başına gelmeyecek mi? Başlarına geldiği zaman bu işçiler tepkilerini koymayacak mı? Kime tepki gösterecek, sendikalarına. Sendikal camianın en önemli rakiplerinden birisi de kendileridir. Birbirimizi sevmeyiz. Hepimiz kendimizi dünyanın merkezi olarak görürüz. Aslında gerçeğimizi görsek; sıradan olduğumuzu, hasbelkader buralara geldiğimizi görürüz. Çok kıskancızdır. Mesela Petrol-İş, sendikalı ol kampanyası ile bilbordlara çıkıyorsa, Ya ondan ne olacak? deriz, onu büyütelim diye bakmayız. Bunların değişmesi gerekiyor. İşte böyle olunca bu yapılar ilerlemiyor. Bu yapılara ne diyoruz; kendini toplumdan soyutlamış, seçim üzerine sistemini kuran, birlik politikalar yapan, sınıf bilinci olmayan, öngörüsü olmayan sendika bürokrasisinin görev yerlerini süratle bırakması gerekiyor. İşte 1 Mayıs ve 26 Mayısı, Tek Gıda-İş olarak merakla bekliyor ve önemsiyoruz.
Önümüzde 1 Mayıs ve 26 Mayıs kararı var. Bu eylemler nasıl örgütlenecek?
26 Mayısın adı genel grev. 4 konfederasyon başkanı, kendine bağlı sendikaları harekete geçirmek ve toplumun diğer kesimlerinden de destek alarak grevi başarmak zorundadır. Kamuoyuna açıklanan olmazsa olmaz denen talepler, hükümet tarafından yerine getirilmezse, 1 Mayıstan itibaren altını doldurarak hayatın duracağı şekilde herkesin kendini hazırlaması gerek. Sendikam adına söyleyebilirim, bu süreci yüzde 90ların üzerinde katılımla yapacağız. 1 Mayısta bütün özel sektörümüzü ortak kutlayabileceği bir yerde alanlara çıkartacağız. Tüm emekten yana insanların kardeşlik türkülerini söyleyebileceği ortak bir alanda, -bu elbette Taksim olmalı- ama diğer arkadaşlarımızın fikirlerini de öğrenerek mutlaka 4-5 talep sıralayarak bütün gücümüzle alanlarda olmamız lazım. 1 Mayıstan sonra da aynı fikir ve çalışma ile 4 konfederasyon, 26 Mayısta hayatı durdurmak zorunda. Yoksa o koltuklarda rahat oturamazlar. Çünkü kamuoyuna deklare etmişsiniz. Hadi 4 Şubatta zaman yoktu, 26 Mayıs için bir bahane olmaz. Eğer talepler yerine gelmemişse, o gün bazı sendikalar göstermelik hareketler yaparsa, 27 Mayıs sabahı Türkiyede çok farklı şeyler olur. Kim olarsak olalım; sendika başkanı, konfederasyon başkanı, bizi bu koltuklarda oturtturmazlar. Ya adam gibi istifalarını verip gidecekler ya da bedelini ödeyecekler. Bunun bedeli belli. Türk-İş, DİSK, KESK, Kamu-Sen başkanları söyledi. Bu grevin nedeni TEKELle ilgili değil. Taleplerini sıralamışlar. Ben başarılı olacağına inanıyorum. Olmazsa işçi sınıfı gene başarılı olacaktır. Bürokratik yapıdan kurtulmanın düğmesine basacaktır. (İstanbul/EVRENSEL)
TEKELDE YENİ SÜREÇ BAŞLIYOR
TEKEL işçileri 1 Nisanda eylemlere başlıyor. TEKEL konusunda planınız nedir?
Biz 1 Nisanda bin kişi dedik, temsili olarak ama fazla kişi gelirse niye geldiniz diyemeyiz. Sadece üyelerimiz değil diğer sendikalara da çağrı yaptık. Biz herkesi bekliyoruz 1 Nisanda. 2 Nisanda da bundan sonraki eylem sürecini kamuoyu ile paylaşacağız. Biz önümüze 6 aylık bir eylem planı koyduk. Eylem takvimi şekillendi. Her geçen gün kitleselleşecek. Yargıyı da göz ardı etmeyeceğiz. Şimdi yeni bir süreç başlıyor. Hükümetin Anayasa Mahkemesine giden 4-c ile ilgili düzenleme yapması gerekiyor. Bu işçilerin özlük haklarıyla ilgili başka kamu kuruluşlarına nakletmesi gerekiyor. 4-cnin hukuk dışı olduğunu savunduk. İçi hukukumuza da uluslararası sözleşmelere de aykırı. Biz bu mücadele şu anda 4-cde olanlara birlikte örerek, yerelleri örgütleyerek gideceğiz. Şimdi 4-c ortadan kalkıyor. Şunu istemiyoruz; diyebileceğimiz bir şey yok. O yüzden hükümetin atacağı adımı görmemiz lazım. Bunun uygulanabilirliği kalmadı. 4-c yok şimdi ne istiyoruz? Özlük haklarımızla birlikte başka kamu kuruluşlarına geçmek istiyoruz. Bunun yol ve yöntemi nasıl olacak, işte burada hükümetin bir düzenleme yapması gerekecek. Bizim 4-bli olarak 2002 yılında kararname çerçevesinde başka yerlere özlük haklarımızla geçmemizi sağlayacak. Bunun için nasıl mücadele edeceğimizi değerlendirerek yolumuza devam edeceğiz. Tabii önümüzdeki 6 aylık süre içinde de Ankarayı boş bırakmayı düşünmüyoruz. Mesela 2 Mayısta 2 bin kişi iki gece kalacak, bu katlanarak devam edecek. Eylemlerimiz il ve ilçelerde devam edecek. Halkın desteğini en üst düzeye çıkartmak için Tokattan Diyarbakıra kadar ev ev gezerek bildiriler dağıtacağız.
ANAYASA KÖKTEN DEĞİŞMELİ
Anayasa değişikliği konusunda sendikaların talebi ne olmalıdır?
AKPnin anayasa değişikliği konusunda samimi olduğunu düşünmüyoruz. Değişikliğin sadece yargının siyasallaşması üzerine yapılması kabul edilemez. Temel hak ve özgürlükler konusunda değişiklik yapılmasını bekliyoruz. Yani dokunulmazlıkların kaldırılması, barajların indirilmesi, sendikaların önündeki engellerin kaldırılması, kamu emekçilerinin grevli toplusözleşmeli sendika hakkına kavuşması... Ama hükümetin değişikliği kamu emekçilerinin var olan haklarını da geri götürüyor. Toplusözleşme diyor ama grev hakkı yok, nihai kararı Uzlaştırma Kurulu verecek ve bu bir daha değiştirilmeyecek. Toplusözleşme var gibi gözükecek ama toplu görüşmeden de geri bir noktaya geliyor. Birileri sizin adınıza karar verecek.
12 Eylül Anayasasının geçici 15. maddesi konusunda bir düzenleme yapmaya çalışıyorlar. İşlemeyecek bir değişiklikle toplumun gözünü boyamaya çalışıyorlar. Onu geriye doğru işletmeyeceğine göre asıl hedefinin ekonomideki kötü gidişin, yoksulluğun, işsizliğin ayyuka çıktığı bir süreçte kamuoyunun gündemini saptırmak olduğunu; evet veya hayır yüzdeleri üzerinde oynayarak, kendisine seçime gidecek süreci hazırladığını düşünüyoruz. Sosyal anlamda ve ekonomik anlamda iflas etmiş politikalar yüzünden bu hükümet artık dibe vurmuş durumdadır. Çıkışı, anayasa değişikliği konusunda yapacağı bu manevralarda buluyor. 12 Eylül Anayasasının değişmesini kim istemez, hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasını; her vatandaşın eşit olduğu, anadilde eğitim hakkının verildiği düzenlemeler yapılmasını kim istemez?.. Dokunulmazlık gibi bir zırhı koruyarak Mecliste yolsuzlukların ayyuka çıkmasına devam edecek bu düzenlemelerin kökten değişmesi gerekiyor. Bu nedenle biz, yargı bağımsızlığı başta olmak üzere, memurlara grevli toplusözleşmeli çalışma hayatının düzenlenmesi, seçim kanununun değişmesi, siyasi partilerin şeffaflığının olması ve denetlenebilmesi, lider sultasını ortadan kaldıracak seçim sisteminin mutlaka düzenlenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Hepsinden önemlisi de, Başbakanın sıkça kullandığı milli iradenin, sadece Meclisten oluşmadığı; halkın bütün kesimlerinin içinde olduğu bir kavrama bürünmesini istiyoruz. Bunun için de Meclis dışındaki siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin de ortak çalışmasıyla, anayasa kökten değişmelidir.
Gökhan Durmuş
Evrensel'i Takip Et