04 Nisan 2010 00:00

Menekşe, kolonya

Alt parçası yukarı kaldırılarak açılan eski tip ahşap pencereden giren hafif esinti, yıkanmış çamaşır kokularını taşımışsa; bu kokuyla birlikte ne dediği anlaşılmaz çocukların keyifli cıvıltılarını odaya dolduruyorsa, bahar gelmiş demektir.

Paylaş
Alt parçası yukarı kaldırılarak açılan eski tip ahşap pencereden giren hafif esinti, yıkanmış çamaşır kokularını taşımışsa; bu kokuyla birlikte ne dediği anlaşılmaz çocukların keyifli cıvıltılarını odaya dolduruyorsa, bahar gelmiş demektir. Kentsel dönüşüm projecilerinin bu kısmına henüz dokunmadığı Tarlabaşı’nın bu sokağına, bahar eski usul geliyor. Kapı önlerinde akşamdan kalma ayçiçeği kabukları, evleri artık dar gelmeye başlayan kadınların bahar mahmuru bir muhabbet için akşam eşiklerde toplandığını gösteriyor. Mahalleyi mahalle yapan, kadınlar ve çocuklar zaten. Ve şimdi onların sesleri pembe, beyaz, eflatun çiçek açan ağaçların neşesine karışıyor. Bilgisayarın “Aytun”unda, Ömer Faruk Tekbilek’in Red Skies’i (Kızıl Gökler) çalıyor, altı dakikadan fazla sürecek… Masanın üstünde ise Halide Edip’in Kalp Ağrısı’nın yeni baskısı açık. Zeyno’nun yazdığı mektuptan gelen kolonya ve menekşe kokusu karışımının nasıl bir şey olacağını düşünüyorum, sanki düşünecek başka bir şey yokmuş gibi. Zaten pencereden gelen deterjan, çiçek ve bahar temizliği kokuları ile yayınevi binasının karşısındaki İngiliz Konsolosluğu’nun kırmızı tuğla binasının görüntüsü bu naif eski zaman kokusunun nasıl bir şey olacağını hissetmeye izin vermiyor. Bizim sokaktaki baharın menekşe ve kolonya karışımıyla bir alakası yok ama “Biz Mehmet Rauf’un ‘Eylül’ünden çıktık” diyen Halide Edip’in hınzırlığıyla var. Bu sokağa bütün o uçucu kokularıyla bahar gelmeseydi ve tesadüfen bugünlerde Kalp Ağrısı’nı okumasaydım, Mehmet Rauf’tan tahlil yapmayı öğrendiğini söyleyen Halide Edip, romanından geriye ağır bir menekşe ve kolonya kokusu bırakmayacaktı ipucu olarak belki de. Algıdaki seçicilik bula bula bunu buluyor durup dururken. Bir nedeni var elbette. Kitabın ilk basıldığı tarih 1924. Türkiye için bahar saati; savaş yeni bitmiş, birazdan bütün eski kurumlar dönüşecek, değişecek. Çok eski bir dönem gibi geliyor ister istemez insana. Doksan yıla yakın zaman geçmiş. Fakat Halide Edip’in bu kitapta anlattığı, her birine aynı mesafeyle durduğu ama içten içe taraf da tuttuğunu hissettiğiniz üç kadının temsil ettiği değerler arasındaki o ince çatışmanın, bugüne kadar hiç mi hiç değişmediğini gördüğünüzde şaşırıyorsunuz. 1924’te yazılmış bir romanda eski olan tek şey, belki o menekşe ve kolonya kokusu; o zamandan bu yana çok şeyin değiştiğini hissettiren tek şey o. 1924 gibi uzak bir tarihte yaşamadığımıza inanmak isterken, buna dair bulabileceğiniz tek kanıt. Yoksa bir adım bile yol almadık mı duygusundan kurtulmanız mümkün değil. Her şey, rahatsızlık verecek kadar güncel olana benziyor. Halide Edip, insan psikolojisini tahlil etmeyi öğrendiği Mehmet Rauf’u, modernleşmenin eşiğindeki Türkiye’nin sonraki zamanlar içinde çözmekle mükellef olduğu sorunları analiz etme becerisiyle aşmış. O zaman ilkin bir günlük gazetede tefrika edilen romanın kadın kahramanlarının tutumları, bugünün koşullarından geçmişe baktığınızda ütopik görünüyor. Ama bugünden geçmişe bakmak her zaman çok anlamlı olmayabilir. Halide Edip’in, o erken zamanlarda altını kalınca çizdiği kadın ruhunun, fikrinin ve özgürlüğünün, aradan geçen zamanda pek de “tekamül” etmediğini görüyoruz. Onun, o zaman için cesaretle savunduğu baskın kadın karakterleri, bugün bıçak darbeleri altında can çekişiyor. 1920’lerin baharlarında bugünkünden daha esaslı şeyler yaşanmış olmalı… Bu sadece bana öyle gelmiyor. Taraf gazetesinin haberine göre İngilizce yazan kadın yazarlara verilen Orange Ödülü’nün aday listesi açıklanırken, Jüri Başkanı Daisy Goodwin’in “Kitaplarda mizah duygusu ve espri yok, çoğu kitap Asyalı kız kardeşlerle ilgili ve büyük bir bölümü tecavüzle başlıyor” demesi ortalığı karıştırmış. Bazı kadın yazarlar, (mealen) çok vahşi zamanlar yaşandığını, kadınların acı çektiğini ve bunun da edebiyata yansıdığını söyleyerek karşı çıkmış bu tespite; kimileri de kendilerine konu dayatılmasından hoşlanmadıklarını vurgulayarak... Herkes haklı olabilir. Nereden baktığınıza bağlı.Halide Edip’ten bakmak istiyorum ben; Türkiye yazarına, Eylül’ü ile Gogol’ün Rus yazarlarına yaptığı gibi bir Palto hediye etmiş ve esin vermiş olan Mehmet Rauf’tan... Bir de Halide Edip’in, eserini yazdığı baharlardan... Halide Edip’in tahlil becerisi başka yazarların paltosu olabilirse, acılarından haz almayan ve belki küllerinden doğan kadınlar tasavvur etmek mümkün olabilir. Zorlu zamanlardan geçtiğimizi kim inkar edebilir ki? Doğru, önümüzü göremeyeceğimiz kadar toz duman içinde ortalık. Halide Edip’in zamanındaki gibi yüzyılın ve ülkenin baharında yaşadığımız söylenemez. Ama bu durumda, yazarın o kadim paltoyu giymeyi çoktan beri reddetmiş olmasının, tozun dumanın ötesini görmek istememesinin, gelecek duygusunu çoktan yitirmiş olmasının payı yok mu acaba?.. Var bence ve bu yüzden yeni edebiyat bir türlü yeni olamıyor. Ondan mı acaba, eskimiş olduğuna inanmak ve bizim bugün daha gelişkin bir edebiyatımız var diyebilmek için Halide Edip’in eserindeki eski bir mektuba sinen, “acaba nasıl bir şeydir” diye düşündüğüm menekşe-kolonya kokusunu bir sandık lekesi gibi görmek istemem. Kim bilir?.. Belki de sadece dışarıdan gelen yıkanmış çamaşır kokularıyla, çiçek kokuları, bir de şimdi “I Love You” parçası çalan Tekbilek’in albümü yüzünden oluyor bu. Hayır, hiçbir romandan Zeyno’nun o tuhaf karışımlı kokusunu almak istemem bir okur olarak artık. Zaten yeni zamanlarda yaşıyoruz ve yeni romanlar lazım bize; önümüz kış değil, bahar desinler bize; yeni gibi koksunlar...
Nuray Sancar
ÖNCEKİ HABER

MİRAZ BEZAR:Bu sistem içinde hepimiz mağduruz

SONRAKİ HABER

Daha da seçmem

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...