19 Nisan 2010 01:00

ALMANYA’NIN ‘GÜLEN’LİSELERİ 2


Fethullah Gülen Hareketi ve faaliyeti niçin tehlikelidir? Ya da başka türlü söylenirse, bu “cemaat”in yürüttüğü uluslararası faaliyet neden karşı çıkmayı hak etmekte/gerektirmektedir?
F. Gülen’in yıllardır ABD’de ikamet etmesi ve ABD’nin uluslararası politikalarına itiraz etmemesi, dahası ABD stratejisiyle uyumlu bir “Türk-İslamı” politikası izlemesi başlı başına bir yanıttır bu soruya. Gülen’in ABD stratejisiyle uyumlu faaliyeti ve CIA’ya bağlı çalıştığı yönündeki ciddi ve güçlü kuşku, Rusya yönetimi tarafından faaliyetinin yasaklanmasına yol açmıştır.
SABIRLI ÇALIŞMA İLE ELE GEÇİRME HESABI
Gülen’in 120 ülkede kurduğu okulların “ılımlı” ve sözüm ona modern “Müfredatı”na bakılarak verilecek bir yanıt ise, daha baştan eksik ve yanıltıcı olacaktır. Gülen’in Türkiye’de devlet ve toplum içindeki örgütlenmesinin ana karakteri, hedefe varıncaya dek her tür yöntemi mubah sayan bir “sabırlı çalışma”yla devletin ele geçirilmesini, buradan da güç alarak “Osmanlı dönemi coğrafyası” başta olmak üzere Balkanlar’dan Ortadoğu-Kafkasya, Kuzey Afrika, Ön ve Güneydoğu Asya’ya çok geniş bölge(ler)de “Türk İslamı”nı inşa etmeyi içermektedir. Gülen’in açıklama, vaaz ve yazılarında bu hedef, “uygun biçimlerde” dile getirilmiştir.
Bu hedefe uygun olarak Gülen hareketi mali-iktisadi güç olmanın yanı sıra İçişleri, Adalet ve Milli Eğitim Bakanlıkları, ordu ve emniyet teşkilatı içinde artık gizlenmeye bile gerek görülmeyen ciddi bir örgütlenmeye girişmiş, önemli mevziler edinmiştir.
Gülen’in başında bulunduğu cemaat, kişiye ait olması gereken inanç (inanma ya da inanmama) hakkının istismarını esas almaktadır. Gülen, Sünni İslam’ın hakimiyetinde “bütün kötülüklerin ortadan kalkabileceği” gibi bir yanılgının etkili olmasına hizmet eden bir faaliyet yürütmektedir.
HEDEFE VARANA KADAR HER YOL MÜBAH
Toplumsal sorunların iktisadi kaynaklarının ve sınıflı toplum gerçeğinin üzerini örtmekte, kapitalistlerin işçi ve emekçiler üzerindeki hegemonyası ve sınıf sömürüsünü kaçınılamaz ve aslında “Kurulu düzenin gereği” olarak sunmakta, sömürü ve eşitsizliğe karşı mücadele edilmesini reddederek bunun yerine, kapitalistlere, işçi ve emekçilerin “Aç ve çıplak gezmemeleri için yardımcı olmalarını” öğütlemekte, bunu da “İslam’ın emri” olarak göstermektedir.
Gülen ve cemaatinin “birleştirici olma” üzerine söylemi dayanaktan yoksundur. Nihai amaç için her yol, yöntem ve aracın mübah sayılmasını içeren bir tarikat örgütlenmesidir.
Gülen’in bizzat kendi ifadesiyle “Türk İslamı”nın cihana yayılmasını gerçekleştirebilirse, Gülen’in bir tür peygamberlik mertebesine ulaşması da sağlanmış olacaktır! Devleti sosyal iktisadi ve politik yönden takviye eden bu cemaat, faaliyetini mevcut sistemden ve kurumlarından yararlanarak yürütürken kendi öngördüğü sistemi inşa için onlardan azami ölçüde yararlanmayı da ihmal etmemektedir. Bu ise, sermaye ve devletin, onunla bağlarında rahat olma ya da fazlaca rahatsız olmamaya yol açmaktadır.

Fethullahçılar Almanya’da güle oynaya...

Ahmet Arpad

İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) verilerine göre harcamalarının sadece yüzde 10’unu eğitime ayıran Almanya, Batı ülkeleri arasında sonlarda! Eğitimde bir “fakirlik belgesi” bu! Almanya Öğretmenler Birliği her ders yılına girilirken panik yaratıcı açıklamalar yapıyor: ‘’Ülkede 16 bin öğretmen açığı var, okullarda her hafta 1 milyon saat ders boş geçiyor...’’ 2008 yılında Cumhurbaşkanı Horst Köhler, Berlin’de çoğunlukla yabancı çocukların devam ettiği Kepler okulunda yaptığı konuşma ile politikacıları suçlamıştı: ‘’Almanya’daki eğitim utanç verici... İnsanların yeterli eğitim almadığı ülkelerde demokrasi işlemez... Eğitim sistemimizin yetersiz olduğu Pisa araştırması ile kanıtlanmıştır. Devlet düzenimizin gelecekte de güçlü olması ancak eğitim sistemimizin düzelmesi ile mümkündür...’’ Cumhurbaşkanı Köhler konuşmasını Kennedy’nin, ‘’Dünyada eğitimden pahalı tek şey eğitimsizliktir!’’ sözleri ile bitirmişti. Eğitimsizlik bütün eyaletlere yayılırken öğretmen açığı son 30 yılın en doruk noktasında. Almanya’nın gelecekte de endüstri ülkesi olarak varlığı tehlikede. Zenginle yoksul arasındaki mesafenin giderek büyüdüğü ülkede en büyük zararı, aralarında bilim insanlarımızın da bulunduğu, fakirleşen sınıfın çocuk ve gençleri görüyor.
İşte bu durumdan Alman yasalarındaki boşlukları çok iyi bilen, çoğu öğrenci, akademisyen, işadamı olan Hocaefendiciler yararlandı. Bundan on beş yıl önce bu ülkenin üzerine serpiştirdikleri tohumlar kısa sürede yeşerdi. Almanya gibi liberal bir ülkede kök salmasalar şaşardı insan. Çekirdek kadrodan sayılan, 90’ların ortasında Türkiye’den gönderdikleri Halil Hoca sayesinde önce Stuttgart’ta, ardından da Ruhr Havzası’nda ve Berlin´de organize oldular. Halil Hoca’yı Nurettin Veren’in tanıması, rahmetli Necip Hablemitoğlu’nun ”Fethullah Gülen Raporu”nda onun adını vermesi hiç umurlarında olmadı. Halil Hoca sayesinde Stuttgart’tan sonra Berlin’de, Münih’te, Köln’de, Dortmund’da, Pforzheim’da, Paderborn’da, Hannover’de, Nürtingen’de, Geislingen’de ve Augsburg’da da iyice palazlandılar. Alman okullarında başarısız olan Türk çocuklarını kısa sürede kendilerine çektiler, toplumun itelediği bu göçmen çocuklarına sahip çıktılar(!). Her renkten Alman politikacıyı kısa sürede “zararsız Müslüman’’ ve “girişken genç iş adamları“ olduklarına inandırdılar. Böylece emin adımlarla ilerlediler, bugünkü güçlü konumlarına ulaştılar. Tabii onları eleştirenler de olmadı değil. Kimi kentlerdeki belediyelerin ve politikacıların dikkatini çekmeye çalışan Türkler yıllardır boşuna uğraşıyor gibi. Karşı çıkanlara, sanki suçmuş gibi: “Onlar laik Türkler, Atatürkçüler,” deyip, özellikle Almanların gözlerini korkuttular. Son zamanlarda: “Onlar Ergenekoncu...” demeye de başladılar. Alman yetkililere göre bu genç iş adamlarının kafasında buradaki Türk çocuklarına iyi bir eğitim vermekten başka düşünceleri yok! Kendilerine: “Siz Fethullahçısınız” demeye kalkanın gözünü hep dava açmakla korkuttular. Alman gazeteciler bile yıllardır üzerlerine gitmeye cesaret edemiyor. Bazılarını arada sırada Türkiye gezilerine davet edip, yumuşattılar. Hocaefendicilerin paralı okullarında Türk öğrencilerin oranı yüzde 80’i buluyor... Eğitimcilerin: ‘’Uyumun başarılı olması için sınıflarda yabancı öğrenci oranı yüzde yirmiyi geçmemeli’’, demesi hiç bir işe yaramıyor, çünkü gelişmeler politikacıları ve yerel yöneticileri rahatsız etmiyor. Çoğunun da kafası neler döndüğünü pek almıyor!
Hocaefendicilere göre, Almanya çapında açtıkları dershane ve liselere yaptıkları milyonlarca avroluk yatırımın kaynağının son 15 yılda kurdukları küçük şirketlermiş! İnanmak zor. Stuttgart Belediyesi yabancılar ve uyum sorumlusunun bir zamanlar gazetelere yapmış olduğu: ‘’Gülen’e yakın olduklarını biliyoruz, yurtdışından destek geldiğini de tahmin ediyoruz, ancak kanıtlayamıyoruz’’ açıklaması resmi makamların ne kadar aciz olduğunu gösteriyor. İnatla: “Niçin Fethullahçı değiliz diyorsunuz?” diye sorana: “Gülen adından rahatsız oluyoruz” yanıtını verdiler. “Çünkü o siyaset yapıyor.” Sanırım o günlerde, Alman resmi makamlarının, perde arkasında geçmişi ve amaçları bilinen ‘’dinci baron’’un olduğunu fark etmesinden korktular. Ne de olsa devlet özel okullara kuruluşlarından üç yıl sonra parasal destek veriyor. Almanya´da işleri iş, güle oynaya devam ediyorlar yollarına. Attıkları adımlar artık emin. Bir: “Var mı bize yan bakan!” demedikleri kalmadı.
Hocaefendicilerin yıllar boyu başarılarının en önemli ‘’reçetesi’’ her zamanki gibi takiye oldu. Son bir iki yıldır nasıl olduysa birden açıldılar, Gülen hareketinin başındakiler ve okulları kuran genç işadamları dönüverdiler: “Biz Gülen hareketinden değiliz, fakat onun kitaplarını okuyoruz,” demeye başladılar. “Düşünce ve görüşleri hoşumuza gidiyor.” Çoğu genç üniversite öğrencisiyle iş hayatına yeni atılmış akademisyenlerin kurduğu küçük dernekler artık Almanya’nın önemli kentlerinde görkemli salonlar kiralıyorlar, hiç çekinmeden on binlerce avro harcayıp, görkemli Gülen sempozyumları düzenliyorlar. Kendilerine yakın buldukları, desteklerinden emin oldukları Alman din adamlarını, politikacıları ve gazetecileri gerekirse yurtdışından getirtip, bu toplantılarda konuşturuyorlar. Gülen’i öven sözler havalarda uçuşuyor. Ancak aynı Gülenciler, karşıtlarıyla açık oturumlarda tartışmaktan nedense kaçınıyorlar, yapılan katılma önerilerini hep ret ediyorlar! Kısacası, bir bildikleri olmalı ki, şeffaflıktan hâlâ çekiniyorlar.
İşte içinde bulunduğumuz bu aşamada Almanya’daki, yıllardır böylesine yaşamsal konuda sesi pek çıkmayan Türk toplumuna, onu temsil eden kuruluşlarla derneklere ve sivil toplum örgütlerine çok önemli görevler düşüyor... BİTTİ
HAZIRLAYAN: Yücel Özdemir

Evrensel'i Takip Et