26 Nisan 2010 01:00

EVRENSEL’DEN


Türkiye’de ilk kez demokratik güçler, kayıp yakınları ve aydınlar, 24 Nisan 1915’te bu topraklarda Ermenilerin başlarına gelenleri bir anma etkinlikleriyle protesto ettiler. Bu eylemler dünya basınının önemli gazeteleri tarafından ‘Türkiye’de bir ilk’ başlığıyla haber yapıldı.
Ancak, devletin ve hükümetin konuya yaklaşımında bir milim ilerleme yine görülemedi. Aylar öncesinden ABD Başkanı Obama’nın bu 24 Nisan’da ‘soykırım’ kelimesini kullanıp kullanmayacağının telaşına düşen AKP iktidarı, ‘Ermeni açılımı’ iddiasının çok gerisinde bir tutum takındı. Tıpkı ‘Kürt açılımı’ iddiasında olduğu gibi.
Obama’nın bu yılki 24 Nisan konuşmasında da, kendisi açısından Türkiye’nin bölgesel işlevini hesaba katarak, geçtiğimiz yıl ile aynı kelimeyi kullanması Ankara’yı rahatlattı. Dışişleri Bakanlığı’nın buna rağmen Obama’nın açıklamasını ‘esefle’ karşıladığını belirten açıklaması, diplomatik bir açıklama olmanın ötesinde daha büyük bir değer taşımıyor. Başbakan Erdoğan’ın Obama’nın Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate aldığını belirten açıklaması ise hükümetin bu konudaki algısını birincil elden dile getiren bir tutum oldu.
Bu tabloya bakıldığında şu gerçeğin altına çizmemiz gerekiyor. Türkiye’de Ermeni açılımı sadece sokakta kendisini gösterdi. Hükümetin ve devletin bu konudaki geleneksel yaklaşımı ise, sokak eylemlerine karşı girişilen şoven tepkileri cesaretlendiren bir arka fon olarak bu yılda varlığını hissettirdi.
ABD’nin ya da başka bir ülkenin Ermeni sorununa ilgisi ya da Kürt sorununa ilgisi, Türkiye yönetenleri tarafından kendi gerici tutumlarını meşrulaştırmanın gerekçesi yapılıyor. Eğer Türkiye yönetenleri bugüne kadar Ermenilere yönelik uygulama konusunda kendi tarihiyle yüzleşme cesareti ve olgunluğu gösterebilmiş olsaydı, o zaman üçüncü ülkelerin tavırlarını, ‘Bunların derdi kendi dış politika hedefleri bakımından başka halkların acısını diplomatik bir malzemeye dönüştürmekten ibaret’ eleştirisi yapmak daha anlamlı ve kolay olabilirdi. Ama kendi tarihiyle hiçbir yüzleşmeye girmeyip, bu tutumunu da, üçüncü ülkelerin yaklaşımlarının eleştirisi üzerinden yapmanın inandırıcı bir tarafı yok. Bu haliyle Türkiye’de devletin ve hükümetin tavrı, geleneksel ‘iç ve dış düşman’ konseptinin bir devamı niteliğindedir.
Türkiye’de hakim medyanın bu 24 Nisan’da da Ermeni protestolarını kınamanın ötesine geçememiş olması da ayrıca değerlendirilmelidir. Ermenilerin 24 Nisan’da kendi ülkelerinde gerçekleştirdikleri protestoları bile ‘Türkiye düşmanlığı’ şablonuyla birinci sayfalarından geniş bir biçimde gören gazetelerin, Türkiye’de demokrasi bilincinin gelişmesine değil, şovenizmin daha da güçlenmesine hizmet ettikleri açıktır.
Türkiye, demokratik bir bilince ve vicdana sahip olanların 24 Nisan konusunda gösterdikleri reflekse, bir iç düşman icat etme tutumuyla yaklaşmak yerine, bir yüzleşme çağrısı olarak ele almayı öğrenmediği sürece, diğer iç sorunları konusunda da demokratik bir sürece yönelemiyor. Bu konudaki gerici şoven refleks, Kürt sorununda da benzer biçimde kendisini gösteriyor.
Hakim politik iklim böyle işleyince Hrant Dink davasında da yol alınamıyor ve dava uzun bir süredir türlü dirençleri aşmaya çalışarak ilerlemeye çabalıyor.
Evrensel çalışanları olarak Ermeni yurttaşlarımızın tarihsel acılarını paylaşıyor ve onları halkların kardeşliği duygularıyla kucaklıyoruz.
İyi haftalar...

Evrensel'i Takip Et