26 Nisan 2010 01:00

1 Mayıs’ta da TEKEL işçisinden öğrenmeye devam…


Erik ve kayısı ağaçlarının beyaz çiçekleri baharın geldiğini fısıldarken aynı zamanda 1 Mayıs’ın yaklaştığını da bizlere haber veriyor. İşçi sınıfının en politik eylemi olan 1 Mayıslar tarih boyunca sınıfların yıl içerisinde karşılıklı olarak biriktirdikleri gücü ortaya koydukları, birbirlerine en açık bir şekilde meydan okudukları bir gün oldukları için ayrı bir heyecanı da beraberlerinde getirirler.
İşçi sınıfının kılıcını kuşanarak tarih arenasına çıktığı gün olan 1 Mayıs maalesef ülkemizde son birkaç yıldır bu heyecandan uzak bir ortamda kutlanmaktaydı. İşçi sınıfının ve emekçi halkların iş, ekmek, barış taleplerinden çok yaratılan bir alan fetişizmi üzerinden büyük oranda ıskalanan 1 Mayıslarda, miting alanları ve emekçiler bölünmüş dahası işçi sınıfı ve burjuvazi arasında gerçekleşmesi gereken kapışma bazı sendikalar ve siyasi örgütlerce devrimciler ve devlet arasındaki bir kapışmaya indirgenmiş emekçiler büyük oranda sürecin dışına itilmişlerdi. İşçi sınıfının bir üyesi olarak alanda bulunması gereken yüz binlerce işçi ve emekçi bu dar anlayışın bir sonucu olarak ya işinin başında çalışarak geçirmişti 1 Mayıs’ı ya da televizyonun başında eylemleri seyrederek.
Halbuki olması gereken, sendikalara ve emekten yana siyasi partilere düşen görev yıl içerisinde ortaya çıkmış, kimisi zaferle kimisi yenilgiyle sonuçlanmış yüzlerce irili ufaklı işçi ve emekçi direnişinin, mücadele odağının politik ve siyasal bir hatta birleştirilerek bir 1 Mayıs’ın kutlanmasıydı. Malesef olmadı…
Bu sürecin böyle gelişmesinde birçok başka şeyin yanında yıllardır işçi sınıfının gündemini sarsacak ve kendisini yeniden hissettirecek bir biçimde ortaya çıkmaması herhalde en fazla öne çıkan nedendir. Haliyle işçi sınıfının sazı eline almadığı dönemlerde sınıf dışı unsurların sesinin fazla çıkması ve kafa karıştırmaları muhtemelen daha kolay olmaktadır. Nitekim Paris Komün’ü gerçekleşene kadar Marx’ı, Ekim Devrimi gerçekleşene kadar da Lenin’i en çok meşgul eden şeylerden birisi bu türden sınıf dışı yapılanmalara ve anlayışlara karşı verdikleri teorik ve pratik mücadele olmuştur. Ne zaman ki Paris Komünü ve Ekim Devrimi gerçekleşmiş bu sınıf dışı unsurlar ya tasfiye olmuşlar ya da işçi sınıfının politik çizgisi karşısında hizaya geçmişlerdir. Hayatın kendisinin ve gerçeğin devrimci olması ilkesi her zaman olduğu gibi kanıtlanmış ve kanıtlanmaya devam etmektedir. Bu yıl kamu emekçilerinin 25 Kasım grevi ve TEKEL işçilerinin 80 gün süren büyük direnişi de ülkemiz açısından böyle bir sürece hizmet etmiştir. Devrimci sınıf partisinin yıllardır üzerinde ısrar ettiği teorik çizgi pratikte doğrulanmış, işçi sınıfının gücünün doğru talepler etrafında oluşturulacak bir birlikten geçtiği ve asıl devrimci olanın da bu olduğu görülmüş düne kadar işçi sınıfını kamplara bölen,ellerinde fenerlerle “solcu işçi” avına çıkan siyasi hareketler “muhafazakar ve sağcı” TEKEL işçisinin karşısında hizaya geçmek sorunda kalmış, Sakarya Caddesi’ni Kabe gibi defalarca tavaf ederek hacı olmuşlardır. Allah kabul etsin.(*)
TEKEL direnişinin etkilerinin sıcak olması ve direnişin bir biçimiyle hâlâ sürüyor olması 1 Mayıs tartışmaları açısından da çok büyük bir şanstır. Gerek TEKEL işçilerinin görkemli direnişi gerekse kamu emekçilerinin 25 Kasım’da sağlanan birlikteliği sendikaların bu yıl işçilerin birliğini gözeten bir 1 Mayıs’tan yana olduklarını dile getirmelerini sağlamış, sermaye devleti de bu gücün karşısında geri adım atarak Taksim Meydanı’nı 33 yıl sonra işçi ve emekçilere açmak zorunda kalmıştır. Okullarda yapılan toplantılarda da görülmektedir ki geçtiğimiz yıllarda 1 Mayıs’a katılma yönünde çekincesi olan eğitim emekçileri bu 1 Mayıs’ta alanda olacaklarını ifade etmektedirler.
Tüm bu tartışmalar sürerken gerçekleşen Eğitim Sen’in Ankara eylemi ise gerek örgütlenme gerekse gerçekleşmesi açısından süreci karşılayacak bir eylem olmaktan çok uzaktı. İstanbul, Bursa, Eskişehir gibi büyük illerde yapılan uğurlamalara ve karşılamalara katılımın zayıflığı ve taleplerin belirsizliği dikkat çekiciydi. Ankara’da gerçekleşen eylem ise kitle açısından olumlu olmakla beraber gerek taşınan pankartlarda gerekse kürsüden yapılan konuşmalardaki muğlaklık ve karışıklık, temel gündem olması gereken “Güvencesiz ve kuralsız çalışma yaşamının ortadan kaldırılması” talebinin diğer talepler arasında kaynaması gibi olumsuzluklarından dolayı birçok eğitim emekçinin kafasında, “Biz bu eylemi acaba ne için yaptık?” sorusunun oluşmasına yol açtı. Dahası akıl tutulması yaşayan bir grubun eylemin öznesi olması gereken Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’nu (AYÖP) kortejde yürütmek istemeyip pankartlarını kapatmak zorunda bırakması ve Eğitim Sen merkez yöneticilerinden bazılarının bu tutuma çanak tutması 17 Nisan eyleminin 1 Mayıs ve 26 Mayıs öncesi emekçilerin mücadelesini büyüten bir eylem olmasını engelledi. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Ankara sokaklarını dolduran 20 bin eğitimci tabanda bir mücadele azminin olduğunun da göstergesiydi.
17 Nisan eyleminde tam olarak gündeme getirilemeyen güvencesiz, esnek ve kuralsız çalışmanın kaldırılması bu 1 Mayıs’ın temel gündem maddesi olmalıdır. Sağlık hizmetlerinin paralı hale getirildiği, işten atmaların, yoğun sömürünün, 12-16 saate varan çalışma sürelerin artık sıradanlaştığı, Kürt ve Türk emekçiler arasında kışkırtılan şovenist politikaların azgınlaştırıldığı, çıkarılmak istenen anayasa paketiyle grev hakkının yasaklanmak istendiği ama buna karşın emek hareketinin de geçmiş yıllara oranla daha direngen ve mücadeleci olduğu bir dönem içerisinde alan tartışmasının da aşılmasının getirdiği olanaklarla bu yıl kutlanacak 1 Mayıs, 26 Mayıs’ın bir provası ve güçlendiricisi olmalıdır. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasından kaynaklı alan vurgusu ön plana çıkarılmamalı talepler (Özellikle işgüvenceli çalışma talebi) ve 26 Mayıs grevi es geçilmemelidir. 4 konfederasyon (1 Mayıs’ta olduğu gibi 6 konfederasyon olması için çalışılmalıdır) tarafından alınan genel eylem kararının başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi için işçi ve emekçilerin en geniş birlikteliğinin sağlandığı bir 1 Mayıs bugünün en acil görevidir.
‘77 1 Mayıs’ında devrim ve sosyalizm mücadelesi uğruna şehit düşenleri anmanın en güzel yolu devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltmek, bu noktada sınıfın en geniş birlikteliğini doğru talepler etrafında bir araya getirmektir. Sendikalar yaptıkları hatalardan dolayı düne kadar belki affedilebilirlerdi çünkü uzun zamandır “öğretmen” yüzü görmemişlerdi. Ancak bugün 25 Kasım’ı ve TEKEL direnişini yaratan öğretmenleri duruyor karşılarında. Bu yüzden artık yapılacak hataların bir özrü olmayacak.
* Bir TEKEL işçisi İstanbul’da düzenlenen bir panelde aynen şöyle konuştu:
“Bu direniş sendikalara olduğu kadar sol gruplara da 5 numara büyük gelmiştir. Solcu arkadaşlarımız mücadelenin büyüklüğünü ve önemini anlayamadılar. Bizlerin mücadelesini büyütüp, yaygınlaştırmak yerine birkaç işçiyi kafalayıp örgütlemeyi devrimcilik sandılar.”
BÜLENT KEPENEK Eğitim Sen İstanbul 1 No’lu Şube Yöneticisi

Evrensel'i Takip Et