3 Mayıs 2010 01:00

YEDİ İKLİM DÖRT BUCAK


Demokrat Parti Dış İlişkiler Başkanlığı adını taşıyan bir kurumun varlığını, “Stratejik Derinliğe Düşen Türk Dış Politikası” başlıklı bir kitapçıkla öğrenmiş bulunuyoruz. Siyasi partilerin muhtemel iktidar durumunda ne yapacaklarını programları dışındaki belgelerden takip etmek imkanı her zaman bulunmadığından, bu çalışmanın özel bir yeri bulunduğunu belirtmek gerekir.
Genel Başkan Hüsamettin Cindoruk kitaba yazdığı önsözde, “yapıcı siyaset” kavramını öne çıkararak bu türden çalışmaların amacını açıklıyor.
Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası, hemen hemen Lozan antlaşması’nın imzalandığı günden bugüne değişmeyen bazı temel direklere oturtulmaya çalışılmıştır. Jeostrateji kavramının belirleyici öneme sahip olduğu bu sistemde, çok uzun zamanlar boyunca “Soğuk Savaş” şartları belirleyici olmuş; ABD, gerek komşularla gerekse dünyanın diğer ülkeleriyle geliştirilen bütün ilişkilerde eksenleri ve başlıca yönelimleri belirleyen esas güç halinde kalmıştır. NATO, CENTO, CEATO gibi örgütler, sonra da Avrupa Ekonomik Topluluğu bu genel çerçeve içinde anlamlandırılmıştır. Özetle söylenecek olursa, SSCB’nin varlığı koşullarında Türk Dış Politikası dünya çapında iki süper devlet arasındaki gerilimlere ve zaman zaman ortaya çıkan yumuşamalara bağlı olarak şekillenmiştir.
SSCB’nin yıkılması ve Rusya Federasyonu olarak yeniden örgütlenmesi sürecinde, eski örgütlerin birçoğu anlamsızlaşmış, NATO ise özel bir konuma getirilerek emperyalizmin dünya jandarmalığı görevini sürdürmek üzere korunmuştur.
Bu süreçte Türk Dış Politikası, yeni dönemin özelliklerini değerlendirmek ve yeni bir strateji üzerinden çalışmak yerine yine Amerika’nın ne yapacağını izleyen bir konumda kalmıştır. Bir dönemler, bağımsızlık ve haysiyet kavramlarının önemli görüldüğü kimi muhalefet çevrelerinde, dış politikanın Amerika’dan bağımsız hale getirilmesi çalışmaları yapıldıysa da, tümüyle içeriksiz ve başarısız kalmıştır.
Demokrat Parti Dış İlişkiler Başkanlığı’nın raporu, bütün bu zikzaklı sürecin en genel ve yüzeysel özeti üzerinden AKP’nin yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” görüşünü eleştiriyor. “İdeolojik ve gerçekçilikten uzak” olarak değerlendirilen bu stratejinin henüz pratik sonuçlar vermemiş olması, eleştirinin de en genel düzeyde ve “ideolojik” karakterde kalmasına yol açıyor. Zaten herhangi bir alana ilişkin herhangi bir politikanın ideolojisiz nasıl olabileceği tümüyle cevapsız bir sorudur. “Geleneksel Türk Dış Politikası”nın bir ideolojisi yok muydu? Burada kasıt, özel olarak AKP’nin İslami anlamda ideolojik olduğuna vurgu yapmaktır. Bir anlamda, “Resmen belirlenmiş geleneksel ideoloji dışında ideolojik” denilmek istenmektedir ve eleştirinin ilk çıkış noktası budur.
Bunu izleyen bütün eleştiri ve tartışma noktaları, “gerçekçi, ulusal, geleneksel” dış politika ile Davutoğlu’nun “derin stratejisi” arasındaki farklılıkları göstermeye ve artık dağılmakta olan “temel eksenler” üzerinden bir savunma geliştirmeye yöneliktir.
AB, Kıbrıs, ABD ile ilişkiler, İran, Kürt sorunu, Ermenistan’la ve İsrail’le ilişkiler, Afganistan ve bölge ilişkileri bütünüyle bu iki uç arasında değerlendiriliyor. Ya geleneksel, ulusal, gerçekçilik ya da Davutoğlu çizgisi…
Sonuçta görünen şudur: Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikası, derin bir değişiklik ihtiyacı ile karşı karşıya olmasına rağmen, bunun nasıl bir çizgiye oturtulacağı konusunda egemen sınıf partileri arasında hiçbir uzlaşma belirtisi bulunmamaktadır. Bu da tıpkı iç politika sorunlarında olduğu gibi, ekonomide ve hatta kültür politikalarında olduğu gibi egemen sınıfların yönetme iktidarı bakımından içinden çıkamayacağı ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunduğu gerçeğidir. İktidarıyla muhalefetiyle egemen sınıfların siyasi sistemini oluşturan bütün parçalar, üzerinde bulundukları kaygan zeminde, ya aşağı doğru serbest düşüşle gitmek ya da tırnaklarında kalan son çapaklarla kaygan zemine tutunmak arasında bocalamaktadır.
AYDIN ÇUBUKÇU

Evrensel'i Takip Et