19 Mayıs 2010 01:00
UFUK
BDP eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Gülten Kışanakın, geçtiğimiz hafta İstanbulda bir grup gazeteciyle gerçekleştirdikleri buluşma, birkaç bakımdan önemliydi. BDPnin Anayasa Değişikliği Paketi konusundaki tutumunu ve önümüzdeki döneme dair hedeflerini anlattığı toplantı, Türkiyenin önemli gündemlerinin farklı görüşlere sahip gazetecilerce algılanma biçimini göstermesi bakımından da faydalıydı.
AKPnin 8. maddeyi Meclisten geçirememesi üzerine, destek vermeyen BDPye hem AKP tarafından hem de liberal yazarların bir bölümü tarafından yöneltilen eleştiriler, bu toplantıda da doğal olarak gündeme geldi.
Siyasetteki temel kutuplaşmayı AKP ile CHP-MHP arasında kuran gazeteci arkadaşlar, AKPnin anayasa paketine getirdiği önerilerin hiçbirinin dikkate alınmaması üzerine ikinci turda destek vermeyen BDPnin, kendilerini hayal kırıklığına uğrattığına vurgu yaptılar. Demirtaş ve Kışanak, sürece dair tutumlarını ayrıntılı bir biçimde anlattılar. AKPnin hem kendilerini muhatap almadığını, taleplerine kulaklarını tıkadığını, hem de buna rağmen destek istediğini dile getirdiler.
Deneyimli bir meslektaşımız bunun üzerine, Serzenişte bulunuyorsunuz ama sonuçta AKPnin sizi muhatap almamasının nedenlerini de biliyorsunuz değil mi? dedi ve bu tabloyu reel siyasetin bir gereği olarak açıkladı. BDPnin arkasında bulunduğu düşünülen siyasi aktörlerle arasına gereken mesafeyi koyamıyor olduğunu ima eden bu meslektaşımıza göre böyle bir tablo karşısında AKPnin BDPyi muhatap alması, hem kendi içindeki milliyetçi kesimler hem de kamuoyu açısından güç bir durum. Siyasetin ahlaki ilkeler değil çıkarlar üzerine şekillenmesinin doğal olduğunu dile getiren meslektaşımız, Bu kötü bir şey de değil dedi.
Aslında bu, söz konusu toplantının da ötesinde, günümüz siyasetinin çok önemli bir sorunu ve algılama biçimi olmasından ötürü, uzun uzun tartışılmayı gerektiriyor.
Öncelikle bugün AKP lehine oluşan güçler dengesinin yüzde onluk seçim barajı üzerinden şekillendiği, yani doğal seçmen tablosunun parlamentoya olması gerektiği gibi yansımadığı biliniyor. Bu şekilde kurulu bir siyasal dengeyi reel siyaset kabul ederek, CHP ve MHP ile aynı safa düşmeme adına, BDPye AKPyi kayıtsız koşulsuz desteklemekten başka çare bırakmayan bu bakış açısının, kabul edilebilir bir tarafı olabilir mi?
Marksist siyaset teorisi, bir sınıfın ya da toplumsal kesimin, yönetebilmek için kendi çıkarını tüm toplumun, herkesin çıkarı gibi gösterebilmesinin önemine vurgu yapar. Liberal Makyavelist teori ise siyasette çıkar için her yolun mubah olduğunu dile getirir. AKP kurmayları ve destekçilerinin, hem anayasa değişikliği sürecinde hem de önümüzdeki dönem gündeme gelecek referandumda, AKP anayasası değil demokratik yeni anayasa argümanını kullananların karşısına, CHP-MHP korkuluğunu çıkarması da, aynı Makyavelist bakış açısından besleniyor.
Ayrıca 8 yıllık bir AKPyi reel siyasetin dinamosu kabul ederken, 30 yıllık Kürt hareketini bu reelliğin basit bir değişkeni olarak görmek, ideolojik bir seçiş ve kurgu değilse nedir?
Çok değil, daha önce iktidar olmuş bütün partilerin barajın altında kaldığı 2002 seçimlerine kadar giderek, siyasette reelliği o partilerin daha sonraki parlamentoda yine ağırlık oluşturacağı beklentisi üzerinden kurmanın ne kadar mantıksız olduğunu, tarihin gösterdiğini hatırlamak gerekmez mi?
Başka bir reellik karşılaştırması daha yapalım; Kürt sorununun askeri operasyonlarla çözülmediği daha önceki deneyimlerle de defalarca kanıtlanmış olmasına rağmen, bugün hâlâ bu yöntemde ısrar edilmesini hangi reellikle açıklayacağız? Tarihi reellikle mi, yoksa askeri reellikle mi?..
Bir başka nokta olarak da, AKP ve CHP-MHP kutuplaşmasında daraltılmış bir reel siyaset tablosunun yüzüne bakılabilir mi?
Siyasetteki Makyavelizmin bugün gelip dayandığı nokta, yatak odası röntgenciliğidir.
Tüm bu nedenle bu yazıyı şöyle bağlayabiliriz:
Yaşasın ahlaklı ve ilkeli siyaset!..
FATİH POLAT
Evrensel'i Takip Et