14 Nisan 2006 22:00

Üniversiteliler Diyarbakır'da

Boğaziçi, Ankara, Hacettepe ve ODTÜ öğrencileri, medyanın tek taraflı yayınına karşı bölge halkını desteklemek için Diyarbakır'a gitti. 10-14 Nisan arasını, "Diyarbakır hakkında bilmek istemediklerimiz" haftası ilan eden öğrenciler, gerçeği öğrenmeye gittiklerini dile getirdiler. Öğrenciler ve öğretim üyeleri adına yazılan bir mektup, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'e sunulacak. Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, bir hafta boyunca yaptıkları çalışmalarla Kürt sorununu üinversiteye taşıdılar. Kampuste Diyarbakır olayları, Kürt sorunu ve çeşitli toplumsal olaylarla ilgili fotoğraf sergileri açan öğrencilerin düzenledikleri film ve tiyatro gösterimleri, basın atölyesi, panel ve söyleşiler de yoğun ilgi ile karşılandı. Çalışmalar ile ilgili sorularımızı yanıtlayan sosyoloji master öğrencisi Başak Can, hedeflerini; "Diyarbakır'da son dönemde yaşanan olaylar üzerine, özellikle bu olayların medyada yansıtılış biçimine karşı okulda alternatif bilgi edinme kanallarını açmak, medyanın bize olayları bu şekilde sunuşunu protesto etmek ve bölgeye dair, oranın tanıklarından bire bir deneyimlerini bize aktarmalarını sağlamak" olarak özetledi.

'Destek verdiğimizi göstermek istedik' Ünversitedeki çeşitli öğrenci grupları, kulüpleri ve çeşitli sınıflardan öğrencilerin bir araya gelerek ortak etkinlikler düzenlediklerini söyleyen Can, "Diyarbakır halkına sunmak üzere bir mektubu hocaların imzasına açtık. O imzaları topladık. Hem kendi imzalarımız hem de hocalarımızın imzaları ile Diyarbakır'a yola çıkıyoruz. Bir gün içinde Diyarbakır'da çok fazla ilişki kurma, orayı tanıma, anlama imkanımız yok. Ama bir nebze de olsa Diyarbakır halkının yanında; onlarla dayanışma ve destek içinde olduğumuzu göstermek istedik. Halkın temsilcisi olarak gördüğümüz büyükşehir belediye başkanına mektubumuzu sunarak geri döneceğiz" dedi.


HALAYLARLA UĞURLANDILAR Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, Güney Kampusü'nde düzenlenen etkinlikle Diyarbakır'a uğurlandılar. Boğaziçi Gösteri Sanat Topluluğu'nun söylediği türkülerle halaylar çeken öğrenciler, "Diyarbakır'a gitmekten korkuyoruz, biz de vatan haini ilan edilebiliriz", "Diyarbakır'a gitmekten korkuyoruz, biz de gözaltına alınabiliriz", "Diyarbakır'a gitmekten korkuyoruz, biz de yolda linç edilebiliriz" yazılı dövizler açtı. Öğrenciler, kampus çıkışında yaptıkları açıklamanın ardından otobüslere binerek Diyarbakır'a hareket etti.


GİDİŞİMİZ MEDYAYA İSYAN Mehmet Yusufoğlu: Diyarbakır'a buradan gitmenin anlamı apayrı. Boğaziçi Üniversitesi'nde de bir basın açıklaması yapabilirdik. Ama bu bize yetmedi. İçimize sindiremedik. Medyanın işleyişi çok taraflı. Birincisi kullanılan dil. "Olaylarda öldü" deniyor mesela. Ancak kim öldürdü belli değil. Ya da askerlerden ölenler olduğu zaman aileleri ile birlikte anlatılıyor uzun uzun. Ama karşı taraf bir cümle ile geçiyor ve hatta "oh olsun"a varan ifadeler kullanılıyor. Misillemelere dayanan bir sayı yarıştırması yapıyor. Yaptığımız etkinlikler ve gidişimiz bir anlamda medyaya da isyan anlamını taşıyor.


ŞİDDETİ ANLATMAYA ÇALIŞTIK Nejat Ağırnaslı: Diyarbakır'da yaşanan olaylar var. Halk dağda ölenlerin naaşını alırken devletin baskısına maruz kaldı ve insanların üzerine aşırı bir şiddet kullanıldı. Bu şiddet sadece son olaylarla ilgili bir şey değildi. Genel politik bir tutum olarak göze çarpıyor. Kürt sorunun önce kabul edilmemesi sonra da kabul edilip yeniden inkar edilmeye çalışılması üzerine kurulu bir politika söz konusu. Yaptığımız etkinliklerle kamuoyu yaratmaya çalıştık.


'Bölgenin politik aktörleri ile çözüm yolu aranmalı' "Diyarbakır Hakkında Bilmek İstemediklerimiz" haftasının son gününde düzenlenen "Diyarbakır'ı Tartışıyoruz" başlıklı panelde bölgede çeşitli çalışmalar yapmış üniversite öğretim üyesi sosyolog ve siyaset bilimcileri Kürt sorunu ve Diyarbakır olaylarını öğrencilerle tartıştı. Panelde medyanın Kürt sorunu karşısında yarattığı dile vurgu yapıldı. Güney Kampus orta kantinde düzenlenen panele yaklaşık 100 öğrenci katıldı. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Sosyolog Deniz Yükseker, medya yayınlarını eleştirdi. Olaylarda şiddet eğilimini göçe bağlayan yayınlarda bile göçün neden ve nasıl olduğuna dair bilgi olmadığına dikkat çeken Yükseker, "Göçün zorunlu oluduğu bir türlü telaffuz edilmedi. Ayrıca zorunlu göç de nedir hâlâ bilmiyoruz. Zorunlu göç 1990'ların ilk yarısından köylerin güvenlik gerekçesiyle zorla boşaltılmasıdır. Ama köy boşaltması demek istenmediğinde 'göç' deniliyor" dedi. Basında yer alan kapkaç ve şiddet olaylarında riskli bir Kürt grubu oluşturulmaya çalışıldığının altını çizen Yükseker, bölgede çalışma yapan sosyal bilimcilerin bile yeteri kadar derinlikli araştırma yapmadığını ifade ederek, "Kürt sorunu konusunda çok derinlemesine araştırmalar yapmalıyız" dedi. Diyarbakır, Adıyaman ve Van da çeşitli araştırmalar yapan Sosyolog Nazan Üstündağ ise son olaylarla "şiddet karşıtlığı" olgusunun içinin boşaltıldığına ve ezbere dayalı, altı doldurulmayan bir şiddet karşıtlığı ve demokratik haklar söylemi oluşmaya başladığına dikkat çekti. Kürt sorununun çözümü için bölgenin politik aktörlerini içeren çözümler gerektiğini kaydeden Üstündağ, "Gündelik hayatın baştan sona devletin sembolik ve fiziksel şiddeti ile var olduğu bir coğrafyada şiddet karşıtlığı bu şiddete yönelik gösterilmeli" dedi. Devlet şiddetinin 1980'den sonra ülkede yaygınlaştığını belirten Meltem Ahıskalı ise bunun toplumu şekilllendirdiğini ifade etti. Ahıskalı "Kürtlüğün" medyada kriminalleştirildiğini ve "suç" unsuru olarak kullanılmasını da eleştirdi. Zeynep Gambetti'nin Diyarbakır büyükşehir belediyesinin kimliğine sahip çıkarak ve halkla birlikte mücadele ederek yarattığı kamusal alanının önemine değindi. Gambetti, Kürt sorununun tüm Türkiye halkının sorunu ve kendi aktörlerinin talepleri dikkate alınarak birlikte çözülmesi gerektiğini ifade etti. Ayfer Bartu Candan ve Biray Kırlı'nın konuşmasının ardından ise öğrenciler düşüncelerini aktardı.

src=/resim/b1.gif width=5>
Başa dön


Fiili sıkıyönetim ve savaş hali var Demokratik Toplum Partisi (DTP) Eşbaşkan Yardımcısı Hasip Kaplan, Diyarbakır'daki olayların ardından bölgede yaptıkları incelemelerde, fiili bir sıkıyönetim ve savaş hali uygulamasına tanık olduklarını söyledi. Oransız şiddet kullanıldığına, ölümlerin baş ve göğüsten isabet eden kurşunlarla ve çoğunluğunun çocuk olduğuna, tank, panzer ve askerlerin şehir merkezlerine indiklerine ve işkenceye işaret eden Kaplan, Kürt sorununu "kabul" ve "diyalog" çağrısı yaptı. DTP Eşbaşkan Yardımcıları Hasip Kaplan, Türkan Aslan, Sedat Yurtdaş, Mustafa Özer ile Genel Saymanı Salih Oğaç ve MYK üyesi Osman Özçelik'ten oluşan heyetin, 2-7 Nisan günleri bölgede yaptıkları inceleme ve tespitler rapor haline getirildi. Raporu dün bir basın toplantısı ile açıklayan Kaplan, olayları "çok vahim ve kritik" olarak değerlendirdi. 3, 7 ve 12 yaşında, olaylara hiç katılmayan çocukların kurşunlarla öldürüldüklerine değinen Kaplan, olaylarda bölge halkının unutmayacağı, hafızalarına kazınmış başka bir vahim olayın da Başbakan Erdoğan'ın "çocuklar da analar da vurulur" sözleri olduğunu ifade etti. Bunu "insanlık suçu" olarak değerlendiren Kaplan, bölge halkının Başbakan'dan özür beklentisi içinde olduğunu söyledi.

'Oransız güç kullanıldı' Gözaltına alınan 600'ü aşkın insandan 300'e yakınının çocuk olduğuna ve 99 çocuğun tutuklandığına işaret eden Kaplan, Viranşehir'de bir korucunun silahından çıkan kurşunla bir polisin yaralaması dışında, silahla tek bir güvenlik görevlisinin bile yaralanmadığının, buna karşı sivil, silahsız halka karşı güvenlik güçlerinin oransız şiddet ve silah kullandığının altını çizdi. Çocukların yanı sıra 78 yaşında insanların bile öldüğünü kaydeden Kaplan, bölgede yaptıkları incelemede, orada adeta sıkıyönetim ve savaş hali uygulaması gözlemlediklerini aktardı. "Hukuk zaten yok" diyen ve Diyarbakır'da 7'inci Kolordu merkezinden koordineli operasyonlara işaret eden Kaplan, "tankların, panzerlerin, askerin şehir merkezlerine inmesi ile gelinen aşamaya" dikkat çekti. Kaplan "Fiili bir sıkıyönetim ve savaş hali uygulanıyor" dedi. Fotoğraflarla uygulanan işkenleri gösteren Kaplan, "Hukuka aykırı şiddet uygulamalarının, rastgele gözaltılara, terörle mücadeleden adliyeye kadar taşındığını" anlattı. "Asker ve polisin sivil otoritenin kontrolü altında olmadığı" tespitlerine de yer veren Kaplan, güvenlik güçlerinin olayları bastırmada yeterli donanım ve eğitimde olmadığını da vurguladı.


RAPORDA YER ALAN SAPTAMALAR
  • Kurşunlar göğüs ve baş gibi öldürücü noktalara isabet etti.
  • Yaralıların çoğu solunum cihazına bağlı ve hayati tehlike var.
  • Polis ilk gün müdahale etmedi, diğer günler müdahale sertleşti.
  • Kitle hedeflenerek mermi sıkıldı, aşırı derecede gözyaşartıcı bomba kullanıldı.
  • Polis ara sokaklara girerek insanları darp etti, binaların içine girerek şiddet uyguladı.
  • Yüzlerce işyerinin camları kırıldı, tahrip edildi, işyerleri soyuldu.
  • 5 Nisan gününe kadar gözaltına alınan 563 kişiden 200'ü 12-18 yaş grubu çocuk.
  • Gözaltına alınanlara işkence yapıldı.
  • Cenazeler günlerce morglarda bekletildi, aileler hakaret ve dayağa maruz kaldı, gözaltına alındı.
  • Ağır yaralılar hastaneye kaldırılmadan saatlerce keyfi olarak bekletildi.