2 Nisan 2006 22:00
Gösteri yapanları
düşman olarak görüyorlar
Diyarbakır'da 4 HPG'linin cenazesinin ardından başlayan ve bölgeye yayılan olaylarda güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 4'ü çocuk, 9 kişi hayatını kaybetti. Güvenlik güçlerinin müdahalesi sonucu 250 civarında kişi de yaralandı. Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, güvenlik güçlerinin Diyarbakır'daki olaylar sırasında hukuk sınırları içinde kalmadığını söyledi. Polisin gösteriler sırasında "aşırı güç" ve "orantısız güç" kullandığını belirten Tanrıkulu, "Zaman zaman, sınırlarını aşarak karşısındakini gösteri yapan yurttaş olarak değil, kendisinden olmayan hatta bazen düşman olarak görme algısı içine girebiliyor. Ve bunun sonucunda da hedef gözeterek elindeki ateşli silahları kullanabiliyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil" dedi. - Diyarbakır'da yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz? Olayların bu kadar büyümesi tesadüf mü? - Öncelikle şunu ifade etmek durumundayım. Böyle bir tablonun ortaya çıkabileceğini bekliyorduk. Bana göre böyle bir tablonun ortaya çıkmasını güvenlik güçleri de istedi. Bunun nedeni şu: Şimdi 14 örgüt mensubunun Muş'un Şenyayla mıntıkasında öldürülmesinden sonra bu tür eylemlerin olabileceğini öngörüyorlardı. Çünkü buna benzer gösteriler, Van'da, Cizre'de, Siirt'te, Şırnak'ta yapıldı. Bununla birlikte o 14 tane örgüt mensubu tesadüfen orada değildi. Onların en az bir yıl, iki yıldır orada oldukları az çok biliniyordu. Şimdi orada oldukları bilinmesine rağmen, bir eylem hazırlığı içinde olup olmadıklarını saptamadan veya sağ yakalanma imkanları varken, böylesi bir sonuca yol açan bir yöntem tercih edildi. Bu da bugün yaşanan olayların bu şekilde tırmanmasına olanak sağladı. Bu, yıllardır devletin Kürt sorununa yaklaşımından kaynaklı politikalardır ki bunlar, doğru politikalar değildir. AB uyum süreci ile birlikte yapılan domokratik düzenlemelerle, özgürlüklerin genişletilmesiyle Kürt sorununun çözülmediği ortadadır. Nitekim yapılan operasyon, aynı zamanda Kürt sorununun çözümünde aynı mantığın devam ettiğinin göstergesi oldu. Bugün kısa vadede soruna güvenlik açısından bakıldığı görülüyor. Ve bu, onların öngördüğü yani planladığı şekilde de sonuçları yansıdı. Bu tablo başka şeyleri de ortaya koyuyor. 90'lardan itibaren doğrudan doğruya yoksulluğun içine itilen bir halk var. Bu çaresizliğin ve çözümsüzlüğün içinde doğan bir kuşak var. Ve bugün o kuşak bu sokakta, her yanıyla da mağdur. Bu çocuklar, eline taş aldıkları zaman, vitrinleri tuzla buz ettikleri zaman, sadece onların ulusal talepleriyle, Kürt sorunuyla ifade edilebilecek bir durum değildir. Bunun sosyal ve sınıfsal yönü de görülmelidir. Çünkü ortada çok karakterli bir öfke var. Bunlar, polise, esnafa, gazeteciye taş attıklarında, kontrolü eline aldıklarında özgürleştiklerini sanıyor. İlk defa güçlü olduklarını hissediyorlar. Çünkü hep ezilmişlerdir. Dolayısıyla bizim çözümde siyasal olarak ifade ettiğimiz sorunun yanında sosyal ve sınıfsal yanı da göz ardı edilmemelidir. - Güvenlik güçleri, olaylara sert müdahale etti. Ölümler yaşandı. Güvenlik güçlerinin bu tür gösterilerde silah kullanmasının yasal dayanağı var mı? - Polisin yasa çerçevesinde belli koşullarda silah kullanma yetkisi var. Ancak her ne kadar bu yetkisi varsa da ateşli silahlar, öldürücü mahiyette kullanılmaması gerekir. Oysa Diyarbakır'a baktığımızda üç günde 7 insan hayatını kaybetti. Ki ölen insanlar hem savunmasız hem de büyük bölümü çocuk. Ve hayatını kaybedenlere baktığımızda, ölümcül yerlerinden isabet almış. Hedef gözetilerek ateş edilmiş. Bunu, sadece polisin yasal alandaki yetkilerini kullanmasıyla açıklayamayız. AİHM'in, yaşam hakkının ihlal etmesi nedeniyle Türkiye aleyhinde vermiş olduğu onlarca karar var. Bir kere bu bir gösteri sırasında yapılan, bir operasyondur. Ortaya çıkan sonuç bu operasyonun iyi planlanmadığını gösteriyor. Bir ikincisi aşırı güç kullanılmıştır. Bir üçüncüsü orantısız güç kullanılmıştır. Bunların üçü de müdahale biçiminde yaşam hakkını ihlal ettiğini gösteriyor. Bu ölçütlerle değerlendirdiğimiz zaman, yaşam hakkının korunmadığını gösteriyor. Bu da hiçbir yasal çerçeve içinde açıklanamaz. Bir yönüyle suçtur. Yani insanlar gösteri yaparlar, gösteri yaparken şiddete de başvurabilirler. Dolayısıyla güvenlik güçlerinin ateşli silahlar kullanarak insanlanrın ölümüne sebebiyet vermesi kabul edilir bir durum değildir. Herkes Fransa örneğini veriyor. Bence de vermek gerekir. Fransa'da 3 milyon insan sokağa iniyor ama hiç kimse ölmüyor. Oradaki yaklaşımıyla buradaki yaklaşımı karşılaştırırsanız, buradaki güvenlik güçlerinin hukuk içerisinde kalmaya özen göstermediğini görüyoruz. Zaman zaman, sınırlarını aşarak karşısındakini gösteri yapan yurttaş olarak değil, kendisinden olmayan hatta bazen düşman olarak görme algısı içine girebiliyor. Ve bunun sonucunda da hedef gözeterek elindeki ateşli silahları kullanabiliyorlar. Bunu kabul etmek mümkün değil. - Bu aynı zamanda devletin Kürt sorununa yaklaşımını ortaya koymuyor mu? - Şimdi şöyle dersek daha doğru olur. Bu yaşananlar, devletin ve hükümetin Kürt sorununun çözümü konusunda bir projesinin olmadığını ortaya koymuştur. Bu son tablo bunu ifade ediyor. O yüzden yine sorunu asayiş olarak ele alıp bu yöntemle halletme yoluna gidiyor. Öyle gösteriyor ki devlet içinde güvenlik politikalarının ağırlaştırmasını isteyenleri güçlendirmiştir. Bu pek de iyimser bir durum değil, umarız, bunun karşısında olan kesimler de buna teslim olmazlar. Ve demokrasinin kurumsallaşmasının sağlanmasında, hukuk devletinin ilkelerini gözeterek, sosyal ve siyasal çözümler bulma yoluna gidilir. - Hükümetin olaylar karşısındaki tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz? - Doğrusu hükümet, bölge halkına bir mesaj vermeye, onlarla bir empati kurma derdinde değil. Keşke Başbakan Diyarbakır ziyaretinde "Kürt sorunu benim sorunumdur" demeseydi. Arkasını getiremedi. Ama şu anda AKP'nin durduğu noktayla, Türkiye'nin girdiği atmosfer belirleşiyor. Seçim atmosferi, Cumhurbaşkanı seçimleri AKP'nin bugün politikalarının yönlerini belirler nitelikte. Bence hükümet, bu noktadan sonra Kürt halkına yakın durmak değil, güvenlik politikalarını artırarak Türkiye toplumunun diğer kesimlerine mesaj vermektir. Bir anlamda seçim primi yapmak istiyor. - Olaylar nedeniyle başta Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir olmak üzere DTP'li yöneticiler hedef gösteriliyor? - Ben burdaki yerel yöneticilerin, olayların bu noktaya gelmemesi konusunda gayret içerisinde olduklarını biliyorum. Fakat kendilerini de aşan kendilerinin inisiyatifini de aşan bir durum söz konusu. Bunun üzerinden hükümetin inceleme başlatmasını doğru bulmuyorum. İki de bir soruşturma açılması ve bunu da basına duyurması doğru değil. Bu hükümetin, Baydemir nezdinde toplumla diyalog kurması önünde de olumsuz bir rol aldığını ifade etmek gerekir.
Kızıltepe'de bir kişi daha öldü Bölgede hayatın normale dönmesi için çabalar sürerken, Mardin'in Kızıltepe ilçesinde polis yine kan döktü. Kızıltepe'de çıkan olaylarda önceki gün yaşamını yitiren Ahmet Araç isimli gencin ailesine taziye ziyaretinde bulunan grup, polis müdahalesiyle karşılaştı. Gruba müdahale eden polisin açtığı ateş sonucu karnından ağır yaralanan M. Sıddık Özer (22) Kızıltepe Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı. Mardin Devlet Hastanesi'ne sevk edilen Özer, tüm müdahalelere rağmen yaşamını yitirdi. İlçe de gerginlik sürüyor.
Nusaybin'de gergin bekleyiş Mardin'in Nusaybin ilçesinde gergin bekleyiş sürüyor. İlçedeki dükkanların kepenkleri dün açılmadı. Güvenlik güçleri bankaların ve resmi binaların önünde güvenlik tedbirleri aldı. Özel hareket timleri, panzerler Nusaybin sokaklarında tur atıyor. Bazı caddelerde toplanan vatandaşları polis dağıttı. Yoğun güvenlik önlemleri alınan çarşı merkezde devriye gezen polisler yaptıkları anonslarda kepenklerin açılmasını istedi. "Nusaybin halkı korkmayın, kepenklerinizi açın. Devletin iradesi burada ve sizi koruyacak" şeklinde anonslar yapan polislerin ayrıca "2002 yılındaki gibi yaparız" şeklinde tehditlerde bulunduğu iddia edildi. Vali: Her şey kontrol altında! Mardin'de bunlar yaşanırken, Vali Mehmet Kılıçlar, "Gösterilerin tamamen kontrol altına alındığını" söyledi. Kılıçlar, yazılı açıklamasında şunları kaydetti: "Gösteriler tamamen kontrol altına alınmıştır. Uzun mücadeleler sonucunda sağlanan huzur ve güven ortamını bozmak isteyen provokatörlere karşı, vatandaşlarımızın daha duyarlı davranmalarını istiyorum. Bu tür üzücü olayların ilimizde ve ülkemizde tekrar yaşanmamasını diliyorum."
Yüksekova'da kepenkler açıldı Bu arada Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde 3 kişinin yaralandığı ve 19 kişinin gözaltına alındığı olayların ardından esnaf dün sabah kepenklerini açtı. Yaşanan olaylar nedeni ile savaş alanını andıran ilçenin caddeleri belediye ekipleri tarafından temizlenmeye başlandı.
src=/resim/b1.gif width=5>



'Radyoaktif olmadan aktif olalım' Nükleer Karşıtı Platform'un düzenlediği Nükleer Karşıtı Buluşma'da, "nisan ayını eylem ayına çevirme" kararı alındı. "Radyoaktif olmadan aktif olalım" çağrısıyla yapılacak eylem ve etkinlikler çerçevesinde, kahve ve mahalle toplantıları, paneller gerçekleştirilecek, ülke çapında imza kampanyası düzenlenip, 26 Nisan'da İstanbul ve Ankara'da insan zincirleri oluşturulacak, 29 Nisan'da Sinop'ta, 3 Haziran'da Ankara'da nükleer karşıtı miting yapılacak. Yerel çevre derneklerinden, odalara, sendikalardan, siyasi partilere kadar "nükleere hayır" diyen 128 örgüt ve kişinin oluşturduğu Nükleer Karşıtı Platform'un önceki gün düzenlediği Nükleer Karşıtı Buluşma'dan, "nükleer santrallerin kurulmasına izin vermeyeceğiz" mesajı çıktı. Toplantıda hazırlanan ortak açıklamada, platformun gerçekleştireceği eylem ve etkinliklerle, nükleer santrallerin dışa bağımlılık yarattığının, pahalı ve riskli olduğunun kamuoyu gündemine taşınacağı belirtildi. "Ne nükleer atıklara, ne radyoaktif sızıntılara, ne yeni Çernobillere ne de bize radyasyonlu çay içirmeye çalışan yeni bakanlara tahammülümüz var. Ülkemizin enerji politikaları çevreyle barışık, akılcı ve ekonomik olmalıdır. Tüm dünya yenilenebilir kaynaklar ve enerji verimliliğine yönelirken, AKP Hükümeti'nin ABD'yi yeniden keşfetme lüksü yoktur" denilen açıklamada, "Radyoaktif olmadan, aktif olalım. Nisan ayını eylem ayına çevirelim" çağrısı yapıldı. Nükleer santral kurulmasına karşı ülke çapında bir imza kamyanyası yürütülerek, toplanan imzaların Çernobil Faciası'nın yıldönümü olan 26 Nisan'da Enerji Bakanlığı'na verilmesi kararlaştırıldı. Yine 26 Nisan'da İstanbul ve Ankara'da insan zincirleri oluşturularak, Çernobil Faciası hatırlatılacak ve "nükleere hayır" denilecek. Nükleer santral kurulması planlanan Sinop'ta 29 Nisan'da gerçekleştirilecek mitinge Türkiye genelinden katılım sağlanacak. Nisan ve mayıs ayı boyunca Türkiye'nin dört bir yanında mahalle ve kahve toplantıları, paneller, bilgilendirme çalışmaları, çeşitli eylem ve etkinlikler gerçekleştirilecek. 3 Haziran'da Ankara'da merkezi bir miting düzenlenecek.
Nükleer karşıtı diğer etkinler şöyle
Evrensel'i Takip Et